Atlar kumlu pistte delice bir hızla gider, jokeyler kısa kırbaçlarını kaba etlerine indirirken, Gökhan bir eliyle arkadaşının ceketini yakalamış, sarsıyor, “Kop da gel be oğlum, üzme bizi be, hadi lan!” diye bağırıp duruyordu. Fakat tüm o sert sözler birbirine girmiş üzgün kaşların, ağlamık suratın çaresizliğini örtemiyordu. Arkadaşıyla birlikte son paralarını da şu Selamet denen ata yatırmışlardı ve liderin beş metre gerisinden geldiğine göre, şu son düzlük onların yıkımı olacak, bir daha bellerini falan toparlayamayacaklar demekti. Nasıl da inanmışlardı lan şu orospu çocuğu Hamdi’ye. Aaah ah!
“Hadi be yavrum, yürü bee!” Ses acıklı bir şekilde titrerken metreler nalların altında eriyip gitti. “Kop da gel be yavrum!” Son otuz metre. Durdu Gökhan. Bağırmayı bıraktı, bir dakika kadar önce sesi soluğu kesilen arkadaşı gibi. “Yandık anasını satayım, yandık ki ne yandık” dedi ve o sırada patladı bir silah. Yankılar uçuşurken Gökhan öndeki atın tökezleyip yuvarlandığını, jokeyinin savrulup gittiğini gördü. Dilini yutmuştu herkes. Sessizliğin içinde döndü ve Serdar’a baktı yutkunarak. Elindeki silahı indirip “Sen paraları al,” dedi arkadaşı. “Karıma, çocuğuma bakarsın. Ben yatarım bir süre çıkarım!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder