18 Şubat 2009 Çarşamba

Bakış Açısı - Eduardo Galeano

San Francisco'da bir duvar yazısı: "Oylar bir şeyi değiştirseydi, yasadışı olurdu."
Rio de Janeiro'da bir başka duvar, bir başka yazı: "Erkekler doğursaydı kürtaj yasal olurdu."
Ormanda en güçsüzü yeme alışkanlığına şehir kanunu mu diyorlar?
Hastalıklı bir halkın bakış açısına göre sağlıklı para ne anlama gelir?
Silah satışı ekonomi için iyi haber. Öldürdükleri için de öyle mi?
Yakın bir zaman kadar Atina demokrasisini inceleyen tarihçiler laf arasında değinmenin dışında kadınlardan ve kölelerden asla bahsetmezlerdi. Köleler Yunan nüfusunun çoğunluğunu kadınlarasa yarısını oluşturuyordu. Atina demokrasisi kadınların ve kölelerin bakış açısından nasıl görünüyordu acaba?
ABD Bağımsızlık Beyannamesi 1776'da "bütün insanların eşit doğduğunu" ilan etti. Siyah kölelerin, köleliklerini sürdüren bu beyanname yarım milyon kölenin bakış açısına göre ne anlama geliyordu? Ya hiçbir hakları olmadan yaşamaya devam eden kadınlar, kimle eşit doğuyorlardı?
ABD'nin bakış açısına göre, Vietnam'da ölen askerlerinin adlarının Washington'da devasa bir mermer duvarın üzerine kazınması adildi. ABD işgalinin öldürdüğü Vietnamlıların bakış açısına göre orada altmış duvar eksik.

Çocukluk Hakları - Eduardo Galeano

Çocukların çocuk olma hakları her geçen gün daha fazla reddediliyor. Dünya zengin çocuklara para muamelesi yapıyor, paranın davrandığı gibi davranmayı öğrensinler diye. Dünya yoksul çocuklara çöp muamelesi yapıyor, çöpe dönüşsünler diye. Orta sınıftakileri, ne zengin ne de yoksul olanları televizyona bağlıyor; vakit henüz erkenken tutsak hayatını kader olarak bellesinler diye. Çocuk olmayı başaran çocuklar çok şanslı, çok büyülüler...

13 Şubat 2009 Cuma

Yalnızlıkla Nasıl Başa Çıkılır? - Wilco

Yalnızlıkla nasıl başa çıkılır?
Hep yüzün gülsün bir kere
Beyhude fırçala dişlerini
Yalanlarla törpüle

Ve kötü giden şeyler
Bırakmaz hiç peşini
İşte böyle başa çıkılır yalnızlıkla
Gül her şakaya
Sürüklen yorganınla sağa sola
Doldur göğsünü dumanla
Ve istediğin ilk şey
İhtiyacın olan son şey olacak
Böyle başa çıkarsın onunla

Hep yüzün gülsün yeter ki

Yönsüzlük - Doğan Kuban

Kentlileşememiş insan bilgi değil iktidar istiyordu, temsilcileri iktidardadır. İktidar onları fakirlikten kurtarmamıştır. Yeni kentlinin tarih bilinci ne ulusalı ne de evrenseli arayacak niteliktedir. Toplumsal kaygısı kendi geleceği ile ilgilidir. Geçmişi unutmuştur. Geleceğe uzun vadeli bir perspektif içinde bakamaz.
Bu ortamda bütün bilimler, sanatlar, üretimler, bugünü kurtarabilecek geçici kurumsallaşmalar içinde, iktidar oyununun sahanleri olarak vardır. Üniversite kurulur. Üniversite olması tabelasında kalabilir. Araştırma enstitüsü kurulur. Fakat araştırma yapacak bütçesi olmaz. Öğretim vardır. Hocası ve kitabı bir türlü yeterli olamaz. Sayı arttıkça her şey reklam levhasına dönüşür. Eğitim çoktan oya kurban olduğu için, kırsal insanın oyunu sağlayacağı düşünülen ortaçağ zihniyeti, çağdaş eğitim yoğunluğuna ulaşmıştır.
İstatistik bir oyundur. Kent bir programsız agglomera’dır. Kente üşüşen toprak yağması isterisi, belediye, plan, imar, tarihi çevre, doğal çevre, sağlıklı çevre kavramlarının içini boşaltmıştır. Çağdaş Türkiye’nin bütün hastlıkları, kırda değil, kent adı verilmekte devam edilen kaotik oluşumlarda, fakat çağdaşa ulaşamamış kırsal kültür temsilcileri tarafından sergilenmektedir. Bu temsilciler ne köylüden ne de sadece köyden gelenlerdir. Batı’nın 21. yüzyıl sömürgecilik vizyonunun bilinçsiz temsilcileridir.
Bunlar ne köylü ne kentli. Sorun da bu yönsüzlüktedir…

12 Şubat 2009 Perşembe

Nasip

Alır herkes nasibini kendi deryası kadar.
Eğer senin tasın küçük ise deryanın günahı ne?
Nur Yoldaş

(Erçin arkadaşım sağolsun)

7 Şubat 2009 Cumartesi

Yemin Billah: Sapık

Bir arkadaşımın annesinin başına gelmiş bu olay. Kadını devamlı arayan bir telefon sapığı varmış. İllallah gelen kadın, telefonuna bir alet taktırıp karşıdaki numarayı tespit ettirmek için gerekli hazırlıkları yapmış. O gün yine kendisini aramış sapık. Ihlayıp uhlarken, kadın da küfür ediyor, onu bu sefer yakalatacağını söylüyormuş ki, adamın inlemelerinin garip bir hal aldığını farketmiş. Bir de şöyle bir ses çıkıyormuş artık kısık kısık: “Yardım edin, yardım edin!” Kadın hem polisi hem hastaneyi aramış ve numarasından adresini tespit edip kalp krizi geçiren adamı son anda acil servise yetiştirerek kurtarmayı başarmışlar.

5 Şubat 2009 Perşembe

Yeni HarkTular

Kitap 2 HarkTu 316
Uzay zamanıyla düşündüğümde
gerici diyorlar ya
en çok da buna gülüyorum

Kitap 2 HarkTu 317
Delirmeden hemen önce
süper bir şey bulmuştum
Unuttum

Kitap 2 HarkTu 318
Yalanla gerçek aynı şey
Götsen gerçek
Dürüstsen yalan

Kitap 2 HarkTu 319
Dilek tutun
Bir işsiz daha kaydı

Kitap 2 HarkTu 320
İnsan su damlalarıyla değil
Gözyaşlarıyla delirir

Kitap 2 HarkTu 321
Siz benle alay ettikçe
Tüketim nesnesine dönüşüyorum
Dikkatli olun

(Arci'ye özel sipariş)

2 Şubat 2009 Pazartesi

BUGÜN

10.20
İçeri girdim, dışarı çıktım, yine içeri girdim ve gördüm ki dışardayım.
12.11
Karaköy’e doğru ilerlerken bulutlar kafama düştü, depresyona girdim.
12.12
Cepten tanrıyı aradım, meşgule aldı.
13.20
Dünya Yazarlar Birliği’nden bana, sümüklü böcek sıvısını mürekkep olarak kullanan ve normal olarak sayfa yakılmadan görülemeyen bir kalem hediye edilmiş. Postacıdan teslim aldım ve ilk yazımı okulda, bir sümüklüböceğin arkasından sürünerek yazdım.
13.50
Canım bir ilaca başlamak istedi. Eczacı başlı başına bir ilaç olduğuma, alındığım takdirde başağrısına iyi geleceğime beni inandırdı. Günde beş dakika aynayı yalama kararı aldım.
14.67
Saatin sınırları dışına çıkınca hiçbir şey olmadığını, sadece tekrarların oynatıldığını gördüm. Normal zamana geri döndüm.
15.00
Elvis Presley ile aynı istasyonda treni beklerken içimden Wearin’ That Loved On Look’ söyledim. O gelen trene binmedi. Sadece beklemek istediğini anladım. Başka bir şey değil.
16.00
Okulun birinde İstiklal Marşı çalınmaya başlayınca, civardaki yurttaşlar, utanç içinde, elleriyle yüzlerini kapatarak kaçıştılar.
16.37
Deniz kenarında oturmuş, romantik romantik ufka bakıp çayımı içerken, orada, kesişim yerinde bir leke keşfettim. Temizlikçinin biraz daha dikkatli olması gerek.
17.13
Deja vu oldum. Deja vu oluşumun da bir deja vu olduğunu hissedince çok fena oldum. En pisi de deja vu’nün sonunu bilmek.
17.57
Ayağım takıldı, düştüm ve kaldırım beni geri ittirdi. Tam da İtalyan yokuşunda. On kere denedim, her seferinde itti beni. İlginç. Reenkarnasyon mu acaba?
18.36
İçimden AKP’ye salladığımda dinsel bir huzura ulaştığımı keşfettim. Yine aradım tanrıyı. Meşgule aldı.
19.15
Benim filmimi oynatan bir sinemaya daldım. Öylesine güldüm ki. Harikaydı. Mutlu sonu izlerken bol bol alkışladım. Işıklar yanınca tek başıma olduğumu görüp bir garip oldum.
21.43
Yeni açtığım word dosyasına bol bol virgül koydum. Nasıl olsa doldururum aralarını.
21.52
Bir tartışma programı açıldı televizyonda. Dünyanın yavaşça battığını hissettim. Zaplayıp kurtardım... Ama sadece evdekileri.
23.13
Önüme konan çayı yudumlarken birden havalandım. Tam yirmi santim. Koşturup altıma yastık koydu karım. Teşekkür ettim.
23.42
Dördüncü çaydan sonra baktım, yastık, Boray, oyuncaklar ve televizyon kafamın üstünde duruyor. Karım koşturup beni altlarından çekiverdi. Havada duran bilumum şeye bakıp karıma bir kez daha teşekkür ettim.
23.59
Kendimi diğer güne geçirebilmek için rokete bindim ve ateşleme mekanizmasını çalıştırdım. Bir anda oldu. Çok heyecanlıydı. Roketten indiğimde her şey aynı gözükse de farklı olduğunu biliyordum. Başka bir günde başka bir insan. Başka bir insanda başka bir yalan. Başka bir yalanda bambaşka bir hayat.
Ne güzel!

FossurGama Sunar: Ulan!

Deli gibi anırıyordu zavallı. Taş çatlasa on dokuz yaşındaydı daha. Damarları yüzüne yürümüş, acıdan her yanı kasılmıştı. Başına çökmüş kel herif, saçından yakalayarak çırpınmasını engellerken bir diğeri, fırça saçlı, kalın kaşlı, yaşlı bir tip, copu götüne kaydırmış kanırtıyor, bir yandan da ağza alınmadık küfürleri sıralıyordu. O esnada birden durdu. Copu şlop, diye çıkarıp mosmor olan suratıyla ayağa dikildi yavaşça. Karşısında tere batmış, gözleri yarı kapanmış delikanlıya dikkatle bakarak “Ulan, sen benim oğlumsun lan!” dedi.
Götünde yan yana duran iki beni daha yeni görmüştü!

FossurGama Sunar: Tiyatro

Shakespeare’in Macbeth’ini oynayan bir özel tiyatro! Hem de Üsküdar'da!
Duyduğu şaşkınlığın itici gücüyle bileti alıp içeri dalan Murat Ak, hayal kırıklığına batmış buruşuk suratıyla oyunu izliyordu. Tam da tahmin ettiği gibiydi her şey. Malca bir amatörlük paçalarından akıyordu oyuncuların. O bir yana, içeriye doluşan güruh da bir garipti. Aralarında fısıldaşıp duruyorlar, ikide bir dışarı çıkıp çıkıp tekrar dönüyorlardı yerlerine. Sadece bunlar mı? Daha da bir sürü dangalaklık. Bu ne cüretti ama. Tiyatro mezunu oldukları bile tartışılacak bir sürü salağın Shakespeare oynamaya soyunması. İnanılacak gibi değil!
Bunları düşünüp, oradan bir an önce kaçmamak için kendini zorlarken birden bir şeyler değişiverdi.
Önce zil çaldı dışarıda. Hafifçe. Ardından da telaş geldi. İçeriye bir sürü insan doluştu. Işıkların seviyesi azaldı.
Ve oyuncular bir çırpıda soyunup, birbirlerine yumuldular şapır şupur.
!!!
Şimdi anlamıştı olan biteni. Tiyatro oyununda araya parça alıyordu herifler!

Simitin Gücü Adına

İzmir'den İstanbul'a dönerken hep şu arabalı vapurdan simit atılıp da deliren, üşüşen, yaygara koparan, insanın üstüne üstüne gelen martılara bakarım da düşünürüm: Ulan derim, Hitchcock "Kuşlar" filmini çekerken de simit mi kullanmışlardı?
Ha ha haa!