28 Aralık 2007 Cuma
RadioHead In Rainbows - Albüm İnceleme – Not: 5
15 Step: Melodi iyi, elektronik oynamalar yerinde, ritm ve altyapının uyumu güzel. Duygusal gerilimi verişi yerinde. Ara efektler ve bas gidişleri öne çıkıyor.
Bodysnatchers: Arka planda yinelenen tek düze gitar dokunuşları ve hızlı ritmin getirdiği akışa yenik düşmeyip dinleyiciye zevk vermeyi başarıyor. Yine de düzenleme başarısıyla kurtarılan bir deneme olarak görebiliriz.
Nude: Yumuşak, romantik hayallerde ufak bir gezinti. Thom Yorke’un vokali çok güçlü ama eski RadioHead parçalarını fazlasıyla hatırlatıyor. Sanki cover gibi.
Weird Fisher/Arpeggi: Gerçekten de arpej üzerine konulup geliştirilmek istenen bir şey var ama çok yetersiz. Bu adamlar stüdyoya girse, aynı şarkıdan günde elli tane yaparlar hissi bizde mevcut.
All I Need: Melodi zayıf olsa da belli bir hissi başarıyla ön plana çıkarıyor. Ancak parça içi gelişim ve ayrı kollara açılma özelliği kaybedilmiş. Belli bir yerde enstrümanları kalabalıklaştırıp zenginliği arttırmaya çalışıyorlar (albümün çoğu parçasında olduğu gibi) fakat bu basit ve sıkıcı bir yöntem.
Faust Arp: Değerli bir parça. Klasik gitarla keman uyumu, üst üste binişlerle ve bazen fısıltılarla yuvarlanan sözleri takip ederken farklı bir yere götürüyor insanı.
Reckoner: Yorke’un ağlamık sesinin etrafında kurulan ritm, elektronik dokunuşlar, syth ve back vokaller depresif kurtların ulumalarını bir şeye benzetmeye çalışan inançlı bir aranjörün ısrarcı çabasıyla oluşmuş olmalı.
House Of Cards: Bir kumsal şarkısı gibi yürüse de duygusal dengesi yerinde. Arka planda kullanılan efektler Beck’i hatırlatıyor.
Jigsaw Falling Into Place: İyi. Davul, ritm, bas, ön vokal ve arkadaki bas vokal gidişi, hızın içinde mükemmel bir şekilde erimiş. Aynı ritm üzerinde ustaca bir gelişim de sağlanıyor.
Videotape: Önemsiz.
(Müziksel anlamda bir konsept albümü havası göremedim. Efektif, koro ve synt’e dayalı oynamalar aldatıcı. Progressive bütünlüğe hiçbir zaman ulaşamadılar. Parçaya dayalı, etkileyici bir grup olduklarını reddettikçe eski günlerinin gücünden uzaklaşıyorlar. Yine de tamamen reddedilemeyecek, sürprizlere gebe bir albüm bu. Dinlenmesi tavsiye edilir.)
HarkTu der ki:
Softa taifesiyle buluşulacak ortak nokta cehennemdedir.
----
Gönlüm büküldüğünde
geçmişe değer dudaklarım
Bir öpücük değiştirmez zamanın akışını...
----
Ne kadar ovalasam da çıkmıyor gözüme batan karanlık
---
İki tür akıl vardır: Çıkarcı ve İdealist
Bunları aynı potada buluşturmaya çalışanlar
her iki yönde de başarısız olurlar.
---
Gökten ahlak yağsa
insanlar şemsiyeyle dolaşırdı
---
HarkTu der ki:
Kendinizden kaçın
Yakalanmamayı başarırsanız mutlu olursunuz.
(HarkTu) TIKLAYIN
İlk Bağlantı
SIGMATROPIC
27 Aralık 2007 Perşembe
Yeni Alternatif Türk Grupları
Bu, boktan bir Sinan Çetin filminin titrek kamerayla ve sepya filtreyle çekildiğinde tıpkı Lars Von Trier’in Europa’sına benzeyeceğini ileri sürmek kadar garip bir şey.
Adını koyalım: Yaratımdan, özgünlükten deliler gibi korkuyorsunuz. Çıkarcı mantalitenizle; genelgeçerin, anonim pop anlayışın, tutmuş dandik grupların taklidi dışına çıkacak cesaretiniz yok.
Belki yaratıcılığınız da... Bunu birilerinin söylemesi gerekiyordu. Ben söyledim.
Dani Rodrik – Kamu Öncülüğünde Sanayileşme Politikası
Rodrik “Serbest Piyasa ekonomisi artık iyi çalıştığında dahi büyüme ve istihdam artışını sağlayacak yapısal dönüşümü gerçekleştirmekte yeterli olmamaktadır. Çin ve Hindistan’ın başarılı sanayi politikalarından örenek alarak Türkiye’de kendi koşullarına uygun, kamu öncülüğünde sanayi politikaları geliştirmeli ve uygulamalıdır,” dedi.
Çin ve Hindistan gibi ülkeler neoliberal politikalar yerine, kamu öncülüğünde sanayi politikları uyguluyorlar. Yabancı yatırımcıların önünü sonuna kadar açarken karşılığında ülkeye giren yatırımcıya yerli üreticiyle ortaklık kurma, teknoloi transferi gibi zorunluluklar getiriyorlar. Böylelikle Çin, yerli malı girdi kullanma oranını yükseltmiş, hatta kendi global markarlaını yaratmaya başlamış durumda. Şili gibi serbest piysa ekonomisinde başarılı olmuş bir ülke bile ihracatta doğla kaynakların kullanılmasını öne çıkarabiliyor. Bir ülke, örneğin vergi teşviki veriyorsa karşılığında istihdam zorunluluğu da getirebilmeli.
Türkiye’de yenilik teknoloji ve inovasyon olarak düşünülüyor. Oysa gelişmekte olan ülkelerde istihdam ve refah yaratan büyüme için işgücünün yüksek verimli sanayi sektörüne kaydırılması şartı.
Kamu öncülüğünde sanayi politikaları kamu ve özel sektörün sürekli diyalog halinde olması ile gerçekleşebilir.
Şu anki konumunda Türkiye’nin kur politikasını değiştirme lüksü yok. Bu yüzden sanayi politikaları belirlerken maalesef kur politikalarını kullanamayacaksınız...
Yaratıcı Direniş 3 – Direniş Bir Sanattır
*10. Yüzyıl, Bulgaristan: Bogomiller ne et yiyor, ne de şarap içiyorlardı; evliliğe de karşıydılar. Topluluklarında hiyerarşik bir düzen yoktu. Birbirlerine güneh çıkartıyorlar, birbirlerini affediyorlardı. Zenginleri eleştiriyorlar, soyluları aşağılıyorlar ve sıradan insanları, pasif bir direniş göstererek, efendilerine baş kaldırmaya davet ediyorlardı. Bogomil akımının başarısı, Ortodoks Kilisesi’nin zenginlik ve ihtişamı ile papazların değersizliklerinin yarattığı düş kırıklığından kaynaklanan toplu bir adanmışlıkla açıklanabilir. Ancak asıl etken, giderek yoksullaşan ve toprak köleliğine bile razı olan Bulgar köylülerinin, toprak sahiplerine ve Bizans işbirlikçilerine duyduğu nefretti.
*YENİ ANARŞİSTLER: Doğrudan Eylem Ağı, Sokakları Geri Alalım, Beyaz Tulumlar, Kara Blok gibi gruplar iki tür eylemlilik arasında (Gandhi usulü şiddetsiz sivil itaatsizlik – Düpedüz ayaklanma) yeni bir alanı tanımlamaya çalışıyorlar. Sokak tiyatrosu, şenlik ve şiddetsiz mücadele unsurlarını bir araya getirerek Sivil itaatsizliğin “yeni lisanı” olarak adlandırılabilecek bir şeyi ortaya çıkarıyorlar. Örneğin Ya Basta! Grubu, tute bianche yani beyaz tulumlar taktikleriyle tanınıyor; üzerlerine köpükten zırhlar, iç lastik, yüzme simitleri, kasketler, kmyasallara dayanıklık beyaz tulumlar gibi bilimum tamponlayıcı malzeme geçirip kolkola polis barikatlarını zorluyorlar. Bu komik donanımlarıyla şekilsiz, hantal, gülünç ve büyük ölçüde zarar geçirmez çizgi film karakterlerine benzeyen Beyaz Tulumlar, poise su tabancları ve balonlarla saldırınca sahne tamamlanıyor. Benzer şekilde Pembe Blok da Prag eylemlerinde ve başka yerlerde peri kıyafetlerine bürünüp ellerindeki tüylü toz süpürgeleriyle polisleri gıdıklamıştı.
Amerikan Parti kongreleri sıraısında abartılı smokin ve tuvaletleriyle Bush Destekçisi Milyarderler Grubu, polislere muhalefeti bastırdıkları için teşekkür ederek, ceplerine sahte para tıkıştırmaya çalışmıştı.
Quebec’te, Yaratıcı Anakronizm Topluluğu’nun yardımıyla Ortaçağ Bloku tarafından inşa edilmiş devasa mancınık, Amerika Serbest Ticaret Bölgesi zirvesini oyuncak ayıcık bombardımanına tuttu.
2001 Mayıs’ında Londra’da isyankarlar şehir merkezini oyun sahnesi olarak kullanarak Monopoli oynadılar: şehrin kalbürstü semti Mayfair’de evsizler için oteller kurdular, alışvariş merkezi Oxford Caddesi’nde insanlara sahte para dağıtmak ve bunu dükkanlarda kullanmaya teşvik etmek suretiyle Yüzyılın İndirimi’ni düzenlediler.
*ÖDP Gençlik Kolları’na bağlı göstericiler, uzun su kesintilerini protesto etmek amacıyla Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin önünde “Panzer bize su sıksana” yazılı pankart açtılar. (2007)
* Fark yaratamayacak kadar küçük olduğunuzu sanıyorsanız, sivrisinekli bir odada uyumayı deneyin (Dalay Lama)
*Karayip Adaları’ndaki yerliler açısından, tüylü şapkası ve kırmızı peleriniyle Kristof Kolomb gördükleri en iri papağandı (Eduardo Galeano)
(Yazılar Metis’in çıkardığı 2008 ajandası Yaratıcı Direniş’ten alınmıştır)
İlhan Kesici – BUNUN ADI SÖMÜRÜ
Yunanistan yüzde 4.87 ile, Mısır yüzde 7.13 ile, El Kaide işgalinde, iç kargaşaya sürüklenen Pakistan yüzde 9.73 ile borç bulurken Türkiye yüzde 17.21 faizle borçlanıyor.
Üstelik burada bir başka ahmaklık ve kötü yönetim var. Türkiye kendi döviz birikimini ABD ve AB hazine bonolarına yüzde 4-5 faizle bağlıyor ama kendisi yüzde 17.21 ile borç alıyor.
Bunun Adı Sömürüdür.
2002’de iç ve dış borç, kamu ve özel toplamı 218 milyar dolar. Bugün 436 milyon dolar.
Uçar Bu Memleket
Ha ha haa...
26 Aralık 2007 Çarşamba
Atasözü Turu – Uygur Yöresi
Çünkü bir Uygur atasözü şöyle der: “Sabahleyin kötülük tanrısı HayraKan’a rastlarsanız, yere kapanmadan önce kahvaltı ettiğinden emin olun.”
Günün Müzik Menüsü
25 Aralık 2007 Salı
Bir Taşla Başladı Her Şey
“Evet,” dedim. “Galiba çok mutlu olacağız.”
FossurGama Sunar: Neredeyim Ne Haldeyim.
FossurGama’dan Kısa Haber Turu
FHA – Londra
Sıkıştırma pres levhalı özel dolmuşlar bugünden itibaren seferlere başlıyorlar. Eskiden bir seferde otuza yakın yolcu taşıyabilen dolmuşlar, yeni sistem sayesinde yolcu kapasitesini seksen kişiye kadar çıkarabilecekler.
FHA – İstanbul
Piyasaya sürülen ve düşünme kapasitesini arttırdığı söylenen Braino hapları devlet tarafından toplatıldı. Şu ana kadar hükümet cephesinden bir açıklama gelmezken ilaç şirketinden bazı yetkililer şaşkınlık içinde olduklarını söylediler.
FHA – Ankara
Heyecandan, büyük ikramiye isabet etmiş biletini yutan Şaban Özyurt, noter önünde (afedersiniz) sıçarak çıkardığı bilet heyet tarafından deşifre edilince büyük bir sevinç yaşadı. Biz de paralara bok sürüp vericez diyen milli piyango genel müdürü Alaattin Zoka ise gülüşmelere neden oldu.
FHA – Bursa
FossurGama Sunar: Ev Alma Komşu Al
Aman Allahım!
Orada patlayıp yırtılmış pijamalarının içinde iki metreye yakın bir kurt adam duruyordu.
Kanlı diş etleriyle kaplanmış sivri dişleri arasından köpükler saçarak, “Buyur komşum, hayrola,” dedi ama, sesi genizden, hırıltılı, müthiş bir korku yaratacak kadar insan dışı olduğu için zar zor anlaşılıyordu söyledikleri.
Konuşamadı Osman bey haliyle. Şarıl şarıl donuna işemekle ve pörtlemiş ağlamık gözlerini kırpıştırmakla meşguldü.
“Kim o?” diye bir ses geldi içeriden. Daha ince de olsa, aynı iğrençlikteydi.
“Alt komşu,” diye hırıldayıp yine Osman beye döndü o. “Ne vardı?”
Bir şeyler söylemeliydi Osman bey ama kurumuş ağzından hiçbir şey çıkmadı.
Sinirle oynadı kurt adamın gözleri. “Konuşsana yahu, dilini mi yuttun.”
Ve birden bir güç yürü ya kulum deyip koşmasına izin verdi Osman beyin. Hışımla evden içeri dalıp kapıyı kapadı ve elleri belinde “Nooldu, verdin mi ağızlarının payını,” diyen karısına baktı zorlukla nefes alarak.
Tam da o sırada, yeniden gürültüler başladı yukarıda. Sanki yıkılıyordu ev...
Doğu’da Kara Delik
Ha, bir de Amerika’dan istihbarat alsınlar da ona göre gitsinler evlere.
Bölgeye nakşileri, fethullahçıları müslüman kardeşleri, sayısız tarikatı doldurdular ama yeterli gelmiyor herhalde. Doktor, öğretmen bulunamayan yerde her kişiye bir din adamı düşecek. Ama halkımız açlıktan, hastalıktan, emperyalist baskılardan, ucuz iş gücü haline getirilmekten, ülkemiz onurunu kaybetmiş falan bunlardan pek etkilenmediğine, başta dini bütün birisi oldukça rahatı yerinde olduğuna göre ortada bir sorun da görünmüyor.
SHP’de Devrimci Soluk
*1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya çıkışı ile kozasından çıkan ancak 1947’deki Türk Amerikan anlaşmaları ve ardından, Nato, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve askeri müdahaleler sarmalının kuşatmasıyla kesintiye uğrayan Anadolu modernizasyonu, 1960 27 Mayıs’ının kazanımlarının ürünü olan 1968 gençlik hareketleriyle tekrar rayına oturtulmaya çalışılmışsa da bu tarihi şans, sırasıyla 12 Mart ve 12 Eylül operasyonları sonucunda zorbalıkla ezilmiştir.
Bugün Türkiye solu, yeni ve güçlü bir çıkış yapacaksa, ki bunun bütün objektif koşulları mevcuttur, bunun yolu; 1919, 1968 ve 1978 hareketlerinin emek ekseninde yeniden güncellenmesinden ve rotasını dünya solunun ve emek hareketinin enternasyonal dayanışmasına çevirmesinden geçecektir.
*Bu aşamada, Türkiye solunun iki önemli bileşeninin, yani Türkiye sosyal demokrasisinin ve Türkiye sosyal demokrasisinin ve Türkiye sosyalist-devrimci hareketinin karşılıklı ilişkilerinin tanımlanması önem kazanmaktadır.
Sosyalist bolokun dağılışını kimi sosyal demokrat çevreler, aceleci bir tavırla kendi tezlerinin doğruluğunun kanıtı ve dolayısıyla sosyal demokratik bir yeni çağın başlangıcı olarak tanımlamışlarsa da, olayların gelişimi, sosyal demokrat siyaset ile sosyalist siyasetin diyalektik bir bütünlük arz ettiğini ve aslına gelişimlerini birbirlerinin varlığına ve karşılıklı mücadelelerine borçlu olduklarını göstermişlerdir.
*Tıpkı Güney Amerika solunun yüzden fazla sosyalist, sosyal demokrat parti, örgüt, sendika ve gruplarının başardığı gibi ortak tarihi değerlerimiz etrafında bütünleşerek, Türkiye halkına umut ve heyecan aşılayacak bir çıkış yakalamamızın bütün objektif koşulları fazlasıyla mevcuttur. Bizler beraberliğin sübjektif koşullarından olan örgütlenme ihtiyacına, her türlü hesaptan uzak, tam bir samimiyet içerisinde katkı sunmaktan mutlu olacağız.
*Ülkemiz ve bölgemiz, emperyalizm ve yerli ortakları tarafından ekonomik, politik, sosyal, coğrafik ve kültürel olarak işgal edilmek ve yüzde yüz teslim alınmak tehlikesiyle karşı karşıya. Bu emperyalist işgalin ilk hedefi öncelikle insan kolektif aksiyonunu yok etmek, direniş güçlerini dağıtmak, en ufak bir umudu ve kardeşliği ortadan kaldırmaktır. Ülkeler ve halklar sadece parçalanmıyor, parçalananlar arasında kin ve nefret duyguları pompalanıyor, şovenizm kışkırtılıyor. Örneğin yüzyıllara dayanan bir birliktelikle Çanakkale’de Kurtuluş Savaşı’nda aynı amaç ile savaşmış Türk-Kürk kardeşliği yok edilmek isteniyor. Genel olarak tüm halkımızın, özel olarak Kürt halkımızın ve ülkemizin içine düşürüldüğü bu sorunun çözümü; laik demokratik cumhuriyet temelinde, gönüllü birliktelik esasına dayalı özgür ve demokratik bir barış ortamının tesisi için ezber bozucu çözüm yollarının tartışabilmesinden, 1919’ları güncelleyebilecek programların uygulanabilmesinden geçmektedir.
(Maddeler Hikmet Çetinkaya’nın yazısından alınmıştır.)
Yolsuzluk ve Yoksulluk – İlyas Yılmazer – Deprem Gerçeği
Deprem sadece ovalarda, tarım alanlarında yıkar. Sıvılaşma, yani toprağın bulamaç haline gelmesi sadece toprakta olur. (Bunu pirinç taşlama örneği çok güzel vermektedir: Sallanan torbada taşlar aşağı çöker, yukarıda pirinçler kalır.)
Kobe depremi bizim Kocaeli depreminden yüz kat daha ufak bir depremdi. Ancak, viyadükler, otoyolları ve binaları ne kadar sağlam yapılırsa yapılsın büyük bir zarara ve yedi bin ölüye yol açtı. Çünkü ovanın üstüne yapılmıştı ve neden malzemeden çalan müteahhitler falan değildi. (Mexico City de öyle olduğu için şehir dağ eteklerine taşındı) Bu olaylar deprem değil bina öldürür safsatasını ortadan kaldırmaktadır.
Ovalarımız, Anadolu’nun nefes almasını sağlayan akciğerleri hunharca yapılaşmaya açılmıştır.
Ovadan otoyol geçirdiniz mi, yüzyıllardır akıllıca dağ eteklerine kurulmuş yerleşim birimleri de yavaş yavaş o tarafa doğru inmeye başlar. Bolu’dan geçen Ankara yolu 230 kilometre fay hattının yakınından gitmekte ve ayrıca tarıma elverişli bölgeleri de yok etmektedir. (Bundan başka, barajların da altından geçtiği için suyu da zehirlemektedir.)
Düzce saman pazarı olarak kurulmuş, şehir oraya indiği için 4 kez yıkılmıştır.
Dalaman ovası Unakıtan tarafından imara açılmıştır. Bursa ve İnegöl ovaları da sıradadır.
Mimar Sinan’ın 1560 yılında yaptığı Selimiye camisi Edirne’de Sarıbayır tepesindedir. Yıkılmamıştır. Ancak on yıl sonra ovaya yaptığı cami, oraya gömülmüştür.
Prof. İlyas Yılmazer Van’da yaptığı çalışmalarla şehir yerleşimini dağ eteğine kaydırmış ve Hakkari depremi sırasında tek bir bina yıkılmamış, buna mukabil 100 kilometre daha ötedeki yerleşim birimleri yerle bir olmuştur. Olayın kerpiç evlerle de ilgisi yoktur. Karadeniz’de, değirmen taşları üstünde duran selenderler bile yamaçta olduğu için yıkılmamaktadır.
İlyas Yılmazer ile ilgili diğer yazılara ulaşmak için tıklayın.
Bulun Bakalım
24 Aralık 2007 Pazartesi
Suskunlar’dan Bir Susku – İhsan Oktay Anar
“... Öte yandan Yedikule Kâhini, geleceğin olduğu kadar geçmişin bilgisine de vâkıf, zehir gibi bir tarihçiydi: Nitekim onun, Taberî’nin de dediği gibi, Kâbe-i Mükerreme’nin dünyanın tam ortasında olduğu, Âdem Aleyhisselâm’ın yaratıldığı toprağın da bizzat Azrâil tarafından buradan alındığı ve Âdem Babamızın, meçhûl bir ayın cumaya denk gelen onbeşinci gününün yedinci saatinde Hindistan’a düştüğü fikri, eserinin ilk bâbındaydı. Bunun yanında, Âdem’in ilk kardeşsiz oğlunun isminin Şid olduğu, Âdem vefât ettiğinde oğullarının sayısının kırkbini bulduğu ve dokuzyüzoniki yıl yaşayan Şid’in onlara hükmettiği gerçeği de, Kâhinin yegâne eserinin dokuzuncu faslında anlatılmaktaydı...”
İşte size İhsan Oktay Anar’ı neden okumanız gerektiğini anlatacak kadar bir malzeme. Gerisi Suskunlar’da...
Yaratıcı Direniş 2 – Direniş Bir Sanattır
Polisler 1 Mayıs’ı Biber Gazı Bayramı Sanıyor.
Nesneler olarak mücadeleye başlayıp, sonradan insan olamayız. (Paulo Freire)
Eğer buraya bana yardıma geldinse evine dön, ama eğer bu mücadeleyi kendi mücadelenin bir parçası olarak görüyorsan birlikte bir şeyler yapabiliriz. (Aborijin kadını)
1999’da kırk kadar ülkede, 100 şehirde, şirket küreselleşmesine karşı eşzamanlı eylemler yapıldı. Bangladeş ve Pakistan’da işçi yürüyüşleri; Uruguay’da sahte ticaret fuarı; Londra’nın finansal merkezinde borsanın iki gün kapalı kalmasına yol açan binlerce kişilik bir karnaval; İspanya, İtalya ABD ve Kanada’da işgaller ve sokak partileri; Nijerya’da petrol endüstrisi ve emperyalizmi protesto eden on bin kişi; Melbourne, Avustralya’da ünlü bir politikacının yüzüne kremalı pasta atılması, çokuluslu bir kereste şirketinin ölü hayvanlarla çevrelenmesi gibi.
“Donanmada otuz üç yıl geçirdim. Bunun büyük bölümünde yaptığım; iş dünyası, Wall Street ve bankacılar için üst sınıf bir dövüşçü olmaktı. Kısacası kapitalizmin çetecisiydim. 1909-1912 arasında Nikaragua’nın Brown Biraderler uluslararası bankacılık şirketi için temizlenmesine katkıda bulundum. 1914’te Amerikan petrol çıkarları için Meksika ve özellikle Tampico’nun güvenli bir yer haline gelmesini sağladım. 1916’da Amerikan şeker çıkarları için Dominik Cumhuriyetini kurtardım. Hiati ve Küba’nın National City Bank’ten oğlanların kâr sağlayabileceği düzgün bir yer olmasını garantiledim. Wall Street yararına yarım düzine Orta Amerika cumhuriyetinin tecavüze uğramasına yardım ettim... (ABD donanmasının önemli generallerinden Smedley D. Butler, 1 Ekim 1931’de görevinden ayrıldıktan sonra Savaş Çete İşidir adlı bir kitap yazdı. Hayatını böyle özetliyordu.)
Beyazlara iyi davranın, insanlıklarını yeniden bulmak için size ihtiyaçları var. (Desmond Tutu)
Zapatista ayaklanmasının ikinci yılında (1996) Zapatistaların daveti üzerine dünyanın kırk ülkesinden üç binin üzerinde aktivist askeri kontrol noktalarını, soruşturmaları, çamur deryalarını geçerek yağmur ormanlarında kurulan “İnsanlık İçin, Neoliberalizme Karşı Bininci Kıtalararası Buluşma”da bir araya geldiler. Berlin’den gelen ev işgali aktivistleriyle kar maskeleri takmış isyancı Mayalar, Arjantin’li kayıp anneleriyle Fransız grevciler deneyimlerini paylaştılar. Subcomandante Marcos “Bir dahaki sefere Marslıları da davet etmek gerek,” dedi.
1991 yılında İsveçli bir aile, ülkedeki “İsim Verme Yasası”nı protesto etmek amcıyla yeni doğan çocuklarına “Brfxxccxxmnpccccclllmmnprexvclmckssqlbb11116” ismini verdi ve 1000 YTL para cezasına çarptırıldı.
Orakçılar: Pioneer şirketinin bir tarla dolusu genetği dönüştürülmüş mısır çeşitliliği denemesi’ni bloke etmek için bir arada. Suçlanmamak için orak, tırpan ve bıçak gibi aletler kullanılmayacak. Ellerle, bir başağa bir kişi. Hepsi bu.
Yalan evrenselleştiği zaman hakikati söylemek devrimci bir eylemdir. (George Orwell)
(Yazılar Metis’in çıkardığı 2008 ajandası Yaratıcı Direniş’ten alınmıştır)
%52 Grubundan Vaatler
Sadece AB’ye, ABD’ye, IMF’ye laf etmek yetmez, UEFA’dan FIFA’dan da çıkılacak, Tam Bağımsız Süper Lig kurulacak! Real Madrid bile lige katılmak için kapımıza gelecek, ama en az 7 Türk oğlu Türk futbolcu oynatmazsa o bile alınmayacak! Eurovizyon’dan da çıkılacak, Türkovizyon yapılacak, Kazakistan, Özbekistan, Azerbaycan, KKTC, Türkmenistan direkt katılacak, hep Türkiye kazanacak!
Tayyip, Baykal, Ağar, Uzan, Bahçeli ve bilumum politikacının katıldığı “Vaat-Star” yarışması düzenleyeceğiz. En çok sallayan kazanacak; her hafta biri elenecek. Tabii sizin SMS oylarınızla. Yarışma bitince, aynı kadroya “Kıvır-Şov”* hazırlatacağız!
(*Kıvır-Şov, oryantal dans formatında bir yarışma olup, Baykal isterse vals yapabilir.)...
Musul ve Kerkük’ü alacağız. Selanik’i de alacağız. Başladık mı Atina’yı, hatta Viyana’yı da alırız. Doğu’da da Fizan’ı alıp orayı kalkındırmak için GAP kuracağız. Batı’ya giden orduların başına Kemal Alemdaroğlu’nu, Doğu ordularının başına Ertuğrul Özkök’ü getireceğiz.
Gerisi http://ahbvp.yuzde52.org/vaatler.php sitesinde..
Her Gece Her Gece Olur mu Be!
Kutu Kutu Pense
23 Aralık 2007 Pazar
FossurGama Sunar: Şık Bir Mağazadan Naklen Yayın
“İyi günler,” deyince, tezgahtar kız nazikçe gülümsedi ve acaba ne isteyecek diye baktı beklentiyle.
“Şu vitrindeki pembe külodu çıkarabilir misiniz?” dedi adam.
“Tabi,” deyip, raflardan çıkarttı ve getirdi kız bir çabuk. Sonra baktı “Karınız için mi?”
“Hayır,” dedi adam. “Ben alıcam. Kabin var mı sizde?”
Kız hemen dönüp, olaya kulak kabartmakla kalmayıp bir yandan o tarafa seğirtmekle meşgul, boyalı saçlı, şuh giyinmeye çalışmış kara kuru mağaza sahibine baktı.
Kadın “Buyrun,” dedi öne atılıp, sanki tezgahtar bu evreyi geçmemiş gibi.
“Buyurdum zaten,” deyip küloda uzandı adam ama kızın eli hala üstündeydi. “Şunu bir denemek istiyorum.” Çekemedi pembe külodu.
“Şeey,” dedi mağaza sahibi en otoriter ifadesini takınarak. “Korkarım bu olmaz ama beyefendi.”
“Niye?” diye sordu adam hemen bir kaşını kaldırarak.
“Eee, ama canım,” dedi mağaza sahibi bu sefer de gülmeye çalışarak. “Bu kadın külodu.”
“Eeee?”
“Yani, karınız gelse.”
“Hanfendi,” dedi adam, hafifçe sinirlenirken. “Karım yok benim. Kendime alıcam. Nooluyor yani be! Parasıyla değil mi?”
“Tamam da beyefendi,” dedi mağaza sahibi. Sonra düşündü. “Alacaksanız alın da... Denemenize izin veremem. Olmaz yani. Müşterilerimize...”
“Iyy,” dedi tezgahtar kısık, düşüncesiyle bile bir garip olarak.
“Bu ne terbiyesizlik yaa,” dedi adam suratı mosmor. “Sizin götünüzün benden daha temiz olduğunu nerden çıkarıyorsunuz kardeşim?”
Önlerine baktılar, hem mağaza sahibi hem tezgahtar.
Siniri geçmedi adamın. “Nerden çıkarıyorsunuz kadınların daha temiz olduğunu?”
Cesaretini tekrar toplayıp “Beyefendi,” diye diklenecek oldu mağaza sahibi.
Ve şakkadanak indirdi adam pantalonunu. Ardından da fırfırlı kıpkırmızı kadın külodunu. “Bakın,” dedi sonra, götünü döndürüp göstererek. “Daha mı güzel sizinkisi?” Bir daha döndü çevresinde. “Daha mı temiz. Daha mı bakımlı?”
“Aaaaa,” diye ağzı açık kalmıştı mağaza sahibi.
Gözlerini kapatıp “Ay nooluyo?” dedi tezgahtar. Sonra tekrar açtı.
Adamın en az otuz santime yakın aletinin ucuna kelebekli lastik bir saç tokası bağlanmıştı ve salındığı boşlukta öylece sallanıyordu, bir sarkaç gibi. Gövdesine küçük hayvan çıkartmaları yapıştırılmıştı. Testislerinden ise minnacık lastik papatyalar ve sahte yeşillikler sarkıyordu. Göt kapaklarına da incecik silecekler ve fosforlu iki far tutturulmuştu aksesuar niyetine.
İşin doğrusu. Gerçekten de bir hayli bakımlı ve yerli yerinde görünüyordu her şey...
21 Aralık 2007 Cuma
Hipnozzzzzzzzz
Yaratıcı Direniş 1 – Direniş Bir Sanattır
Dili çekiştirerek, onu kendimizi içine saracak ve saklayacak şekilde çarpıtacağız, oysa efendiler dili daraltıyorlar. (Jean Gene – Siyahlar)
Kötülüğü pasifçe kabullenen kişi, onun kalıcılaşması için uğraşan kişi kadar gömülmüştür kötülüğün içine. Kötülüğe karşı durmayı denemeksizin onu kabullenen kişi gerçekte kötülükle işbirliği içindedir. (Martin Luther King)
1960’ların sonuna doğru, Amerikan hükümeti, dünya ağır siklet boks şampiyonu Muhammed Ali’yi Vietnam’a karşı savaşa sürmek isteyince boksör şöyle dedi: “Hiçbir Vietkonglu bana zenci demedi. Bu yüzden onlarla benim bir alıp veremediğim yok.”
Hayat, sen başka planlar yapmakla meşgulken başına gelenlerdir. (John Lennon)
(Yazılar Metis’in çıkardığı 2008 ajandası Yaratıcı Direniş’ten alınmıştır)
Hacda Statü Endişesi (Modern Kastlar)
Orada eşit, tamamen çıplak, tüm statülerini dışarıda bırakmış olarak kutsal görevlerini yerine getirmesi gereken tanrının kulları zengin ve fakir olarak ayrılıp Kabe’nin hemen önünde işte böyle aşağılanıyor.
19 Aralık 2007 Çarşamba
KÖR
“Ben de bir tek seni görebiliyorum,” dedim. “Yaşam nereye gitti?”
Gözlüğünü çıkardı. Gözlerini, o beyazla yeşil arası beneksiz gözlerini açıp çevresine baktı sevinçle. “İşte burada,” dedi ve sağa sola selam verdi bir süre. Sonra yine taktı gözlüğünü ve yürüyüp gitti karanlığın içine karışarak.
Ve ben yapayalnız kaldım orada, görmeden, duymadan ve hiçbir şey bilmeden...
Tek Kutup Tek Seçim
Lu Edmonds
18 Aralık 2007 Salı
FossurGama Sunar: O Nereye Gitsin Problemi
Gözleri açıldı tekrar... Şimdi arabadaydı ve her yeri kan ve benzin kokusuyla sarılmıştı. Hemen ileriye baktı rüyasında gördüğü şeyi aranarak. Ve buldu! Oradaydı işte. Kendisi. Ya da ruhu. Hemen arkasında da bir kız vardı. Sapsarı saçlarıyla bembeyaz giysilere bürünmüş.
“Gel,” dedi yalvarırcasına. Elini kaldırmaya çalıştı ama beceremedi.
Baktı ruhu kocaman gözlerle. Ve arkasından “Hayır, buraya gelmelisin,” lafını duyunca irkilerek döndü kıza.
“Hayır,” dedi neler olduğunu anlayan yaralı telaşla. Ölecekti o giderse. “Buraya gel. Daha önümüzde uzun bir yaşam var. İyileşicez!”
Gözleri kısıldı ruhunun.
“Bana gel,” dedi kız harikulade bir sesle. “Senin için gelecek benim yanım.”
“Noolursun, yalvarırım, gel buraya,” dedi yaralı.
“Bana bak,” dedi kız.
Ruhu döndü hemen ve orada, sarışın kızın eteğini sıyırıp bembeyaz bacaklarının parıltılarını ortaya serdiğini gördü. Ve dilini... Dudaklarını şuh bir şekilde yalayıp “Geel!” dedi sanki lezzetli bir dondurmaya üflüyormuş gibi.
“Lütfen,” dedi yaralı bir kez daha, zar zor. Gözlerini açık tutmaya çalışırken de ekledi. “Buraya gel!”
Ama bir an bile düşünmedi ruhu. Koşturup sarıldı kıza ve onlar, ruhunun bir eli meleğin (afedersiniz ama) kıçında, diğer eli göğse yapışmış, ortadan kaybolur kaybolmaz da şehadet getirerek kapattı gözlerini, dünyanın güzelliklerine....
Orson Welles – Sanatçı kargaşadan beslenir konsepti üzerine
Fabio Capello – Futbolculara Bakış
Fazıl Say Dosyası - Ek – Boş Konuşmayalım Beyler!
Kızların Beğenisi Bir Gösterge mi?
Çizgilik – Kamil Masaracı – Bişi Yapalım
Tuğrul Yenidoğan Soruyor – Belediyesporlar ne işe yarar? Birileri Cevaplasın.
Kulübün başkanı Göksel Gümüşdağ. Emine Erdoğan’ın ağabeyi Hasan Gülbaran’ın kızı ve Recep Tayyip Erdoğan’ın eski asistanı Müge Gülbaran’ın eşi. İsmi neredeyse FİFA’dan ihracımıza neden olacak İsviçre maçı olaylarının “Conrad Otel Kahramanlarından” biri olarak basında yer bulmuştu. Daha Müge hanımla nişanlanıp Başbakan’a damat olma yolunda ilk adımı atmasının ardından belediyemizin kulübüne başkan oluverdi. Özhan Canaydın’ın ardından Kulüpler Birliği Başkanlığı’na getirileceğine de kesin gözüyle bakılıyor.
Kadrolaşabiliten Kadar Konuş
Patalojik Vak’a Sarkozy’ninki mi Yoksa Bizimki mi? – Erol Manisalı.
1 AB Türkiye’nin tam üyelik başvurusunu 1989’da reddetti. Bunun üzerine içimizdeki oligarşi ve Washington, “Türkiye’nin AB’nin arka bahçesi” yapılarak Batı kapitalizminin himayesi altına sokulmasına karar verdiler.
2 Devlet Planlama Teşkilatı’nın, konuyu bilen satılmamış akademisyenlerin ve aklı başında yazarlarımızın şiddetle karşı çıkmasına rağmen, “Türkiye AB’nin gümrük birliği yükümlülükleri altına tek yanlı sokuldu.
3 1997 Lüksemburg doruğunda Ankara’nın rest çekmesi üzerine Washington ve Brüksel telaşa kapıldılar ve 1999’da “yapay ve sözde adaylığı” hem de Ege ve Kıbrıs koşullarıyla kabul ettirdiler. Ecevit’e yalnız dışarıdakiler değil, “içerdeki oligarşi de dayatarak bu sindirilemeyecek şeyi zorla imzalattılar.”
4 Esas kıyamet AKP’den sonra koptu: “ABD ve AB’yi arkasına alan yeni iktidar” tamamen ipotek altına girmişti. 17 Aralık 2004 ve 5 Ekim 2005’te imzalanan çereçeve anlaşmaları, “Türkiye’yi, üyeliğe değil, üyelik dışında özel statüye götürüyordu. Üstelik Türkiye’nin çözüştürülme yolları açılıyordu.
Sarkozy ve Merkel’in Türkiye’nin alınmayacağını açık açık söylemelerinden ve metinlere koydurmalarından korkanlar kimler? Karartma uygulanarak gerçeklerin gün ışığına çıkmasını kimler, neden engelliyor.
1 ABD ve AB’nin Türkiye ve böle için biçtiği elbiseyi baştan kabul eden kimi sermaye çevreleri var. Onlar Türkiye’nin alınmayacağını; arka bahçe yapılarak bölüneceğini halktan gizlemek istiyorlar. Bütün sorunları, Batı ile karışı karşıya gelmemek; onların taşeronluğunu yaparak ayakta kalmak.
2 Dinciler “Cumhuriyete karşı, ABD ve AB’yi arkalarına aldıkları için, görüşmeler sürecinin ve aldatmacann aksamadan yürümesini istiyorlar. O sayede yeni anayasaların, tarikatların, cemaatlerin yolu açılıyor.
3 Bölücü odaklar “AB ve ABD’nin en stratejik ortakları”; Irak’ın kuzeyinde Barzani, Türkiye’de bunlar...
Sarkozy ve Merkel’e teşekkür ediyorum; içimizdeki sahtekarların maskesini düşürdükleri için.
AB sürecinin aksamadan devamını yalnız hükümet istemiyor; Atina, Kıbrıs Rumları, Fener Patrikhanesi, Ermeni Diyasporası, Barzani, Talabani.., kısacası Türkiye’den bir şeyler kopartmak isteyen herkes bunun peşinde...
Bu cephe Sarkozy’lerin Merkel’lerin boşboğazlık yaparak maskelerini düşürmesine fena halde bozuluyorlar...
AKP, Ordu ve Amerika Üçgeninde Türkiye – Erol Manisalı
1 AKP’ye (ve ABD’ye) karşı ulusalcı güçler öyle ya da böyle, halkın gücünü birleştirmesi ile milli demokratik devrim yoluyla iktidara gelecekler.
2 Veya Türkiye’de İslamcı yapılanma giderek derinleşecek ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yerine “hiç de ılımlı olmayan bir İslam Devleti” gelecektir. Bu ikinci olasılıkta “işbirlikçi İslamcıların” yerini emperyalizm (ve Amerika) karşıtı İslamcıların alması hiç kimsenin engelleyemeyeceği bir sonuç olacaktır.
Amerika sonuçta her iki olasılıkta da kaybetmeye mahkumdur.
Hükümet Top Oynuyor FİFA Uyuyor
Birileri çıkmış; Beşiktaş’a diyor ki. “Ulusoy’u defedin, size deniz tarafında sağlayacağımız araziye otel ve alışveriş merkezi kondurun.” İzmir kulüplerine diyor ki: “Ulusoy’u kovun. Alsancak stadyumuna tadilat yapalım.” Ona bu rant, şuna bu kayırma... Belediyeler zaten ellerinde. FİFA da uyuyor mu mışıl mışıl? Valla da öyle...
17 Aralık 2007 Pazartesi
Bir Nefret Nesnesi Olarak Putin
http://erginyildizoglu.blogspot.com/2007/12/bir-nefret-nesnesi-olarak-putin.html
Gidecekler Listesi
Türkiye’de ulusal bilince sahip, ülkesini uşak yapmayı değil, her alanda ilerletmeyi ilke edinmiş onurlu, üretim erbaplarının kalmasını istiyoruz. Yüzlerinde, küçük bir açık bulduklarında çok akıllıymışlar pozuna bürünüp kotardıkları küstah bir gülüş, Fazıl Say’a, adam olsaydı kalırdı tarzı yüklenenlere söylüyorum. Siz yanlış yerdesiniz. Aha gitmeniz gereken ülkeleri de bir bir saydık. Güle güle.
Günün Müzik Menüsü
14 Aralık 2007 Cuma
Siyaset ve İslam – Et ve Kemik
The Economist, “ümmet” kavramının dinle siyaseti birbirinden ayırmak konusunda büyük bir engel oluşturduğuna değiniyor. Böylece Slavoj Zizek’in geçen haftalarda yayımlanan, Heidegger’le ilgili bir yazısında, Foucault’nun İran devrimiyle ilişkisini tartışırken değindiği İslam ve siyaset ilişkisine, İslam’da dinle devleti ayırmanın olanaksızlığına dikkat çekmiş oluyordu. Zizek’e göre, “Musevilik ve Hristiyanlıktan farklı olarak İslam, tanrıyı ataerkil mantığın dışında bırakır. Tanrı simgesel anlamda bir baba bile değildir.Tanrı ne doğmuştur ne de başka yaratıkları doğurmaz.: İslamda Kutsal Aileye yer yoktur”... Bu demektir ki, tanrı, “baba”nın dışında, tümüyle “imkansız-gerçek”in alanında kalır. “Bu nedenle insan ile tanrı arasında türe ilişkin (genetik) bir çöl vardır (hiçbir organik bağ yoktur). Halbuki İsa tanrının oğluydu. E.Y)”... “İşte bu durum, siyaseti İslamın tam kalbine yerleştiriyor”... “Çünkü tanrı ile baba arasındaki bu çölden (boş alandan E.Y) dolayı toplumu anne-baba ve diğer kan bağı ilişkileri üzerinde kurmak olanaksızdır.” Bu boş alanı siyaset doldurur! Bu nedenle toplum babanın otoritesi, ailenin yapısı üzerine değil, ancak, dini ve siyasi olanın örtüştüğü yerde, doğrudan tanrının sözü, yasaları üzerine, ümmet (inanmışlar topluluğu) olarak kurulabilir.
*Ergin Yıldızoğlu’nun “Türk İslamı ve Siyaset” yazısından alınmıştır.
Yabancı Uyruklu Kadınların Adı Yok!
Allahın adaleti olsa şu heriflerin oğlu bir rus kıza abayı yakar da, gelin olarak getirir...
Medya Çözümlesi – Mustafa Sönmez
Medyada oluşan bu “lımlı islam bloku” henüz yolun başındadır. Bu blokun medyadaki hakimiyeti bununla kalmayacaktır. Bundan sonra olacakları satırbaşlarıyla özetleyelim:
AKP bu medya silahlanması ile şimdi daha pervasız bir ideolojik kampanya yürütecek, özellikle peşinde olduğu sivil anayasa için toplumdan daha etkili biçimde “rıza” alacaktır.
Yeni medya kuşanması ile rakibi Doğan Grubu2nu pasifize edecek, oradan, yani Doğan ve arka planındaki TÜSİAD’dan gelebilecek salvolarla, emrindeki kamu medyası TRT ve AA’nın yanısıra özel medyası ile karşıklık verme şansı olacaktır.
Hatta şimdi Doğan’ı hizaya getirmede eli daha güçlenmiştir. Bir yandan Doğan Medya’nın aslan payını aldığı reklam pastasına iktidar gücünü kullanarak daha agresif biçimde el atacak ve Doğan’ı oradan zayıflatacak, bir taraftan da Doğan’ın özelleştirme ihalelerinde (Doğan’ın gündeminde Tekel sigara ve elektrik dağıtım ihaleleri vardır) belediye izinlerinde (Hilton’un büyütülmesi) medyasını silah olarak kullanması karşısında AKP iktidarı da kendi silahını ateşleyebilecektir.
Bu adım adım Doğan’ı pasifize etme, hatta baelli avantalar karşısında kendi safına çekme çizgisine kadar ilerleyebilecek bir oyundur artık.
AKP’nin medya serüveni bunlarla sınırlı kalmayacaktır: Doğan dışında kalan Doğuş Medya (NTV, CNBC-E) Habertürk, TV8, hatta Çukurova medya (Show TV, Digitürk, Akşam) gibi gurupları, satın almalarla İslami Blok’a dahil etme niyeti sürecektir.”
BAĞIMSIZ SOSYAL BİLİMCİLER – İktisat Grubu
Kurucular ve Temel İlkelerimiz bölümünde şöyle diyorlar:
Türkiye ekonomisinin çöküşüne ve toplumsal dokunun çözülmesine sebebiyet veren neo-liberal politikalara karşı toplumu bilinçlendirmek ortak düşüncesiyle Kasım 2000'de bir araya gelen sosyal bilimciler tarafından oluşturulmuştur. BSB İktisat Grubunun amacı günümüzde uygulanan neo-liberal politikalar için öne sürülen gerekçelerin zaaflarını ve bu politikaların sonuçlarını bilimsel tahlillerle tespit etmek, toplumun çoğunluğunun -yani emekçilerin- ihtiyaçlarına uygun politika önermeleri geliştirmek ve emek örgütlerinin toplumumuz için yaşamsal önem taşır hale gelen mücadelesini bilgi ve bilim ile desteklemektir.
Ülkemizde IMF gündeminde uygulanmaya konulan istikrar ve yapısal uyarlama programının Türkiye'nin bugününü ve geleceğini yeniden şekillendirmeye başladığı ve bunun seçeneksizliği yönünde güçlü bir kamuoyu oluşturma kampanyasının sürdürüldüğü şimdiki ortamda, neo-liberal egemen ideolojiyi tartışılır kılabilmek için sarfettikleri çabaları web ortamına da taşımış bulunmaktalar.
Değerli kurucu araştırmacıların isimleri ise şunlar.
Korkut Boratav (Ankara Ünv.SBF), Sinan Sönmez (Atılım Ünv), Nazif Ekzen (Anka Ajans), Fikret Şenses (ODTÜ), Yakup Kepenek (TBMM), Erol Taymaz (ODTÜ), Aziz Konukman (Gazi Ünv), Oktar Türel (ODTÜ), Ahmet Haşim Köse (Ankara Ünv, SBF), İşaya Üşür (Gazi Ünv), Oğuz Oyan (TBMM), Galip Yalman (ODTÜ), Cem Somel (ODTÜ), Erinç Yeldan (Bilkent Ünv), Ahmet Alpay Dikmen (Ankara Ünv, SBF)
Türkiye’nin ekonomik ve siyasal yaşamı üzerine sadece gerçekleri dinlemek isteyenlerin adresi:
www.bagimsizsosyalbilimciler.org
Cihat Burak Retrospektifi – İstanbul Modern
Yozlaşan değerlere eleştiri ve mizah duygusuyla yaklaştığı yapıtlarında günlük yaşam sahnelerini anılara bağlayarak gerçekleri fantastik bir bağlam içinde ele aldı ve bilinen, tanıdık nesneleri bir düş dünyasının yaratıklarına dönüştürdü. 1970'lerden sonraki resimlerinde ölüm düşüncesini yoğun olarak işledi. Yaşamöykü yanı ağır basan öykülerine de plastik bir tat aktarmıştır, özellikle Cardonlar'da gerçekçi bir yaklaşımla fantastiğin sınırında gezen öğeleri başarıyla iç içe geçirdiği gözlemlenmektedir.
Cihat Burak retrospektifi bu haftadan itibaren İstanbul Modern’de. Gelişim çizgisinin ilk yıllarında Max Beckman’ın kurgusal anlatımından etkilenen sanatçının, ardından naïf bir bakış açısına, bir müddet sonra da mükemmel bir estetikle fantastik-hicivsel anlayışa büründüğünü gördüm ve oldukça etkilendim. Cinleri, gulyabanileri, kedileri, pastel renkte zamana direnen evleri ve günün politik simalarını yapıtlarında başarıyla buluşturan bu önemli ressamı, özellikle de günümüzün sanatçıları suya sabuna dokunmayıp medya ve holding yalakalığı peşine düşmüşken herkesin gidip, eserleriyle tanıması gerektiğini düşünüyorum. İyi seyirler.
12 Aralık 2007 Çarşamba
Cep Teknolojisinde Yeni Alanlar
10 Aralık 2007 Pazartesi
8 Aralık 2007 Cumartesi
Reklam Adamcıkları
Muhafazakarlık mı?
7 Aralık 2007 Cuma
Yazarlardan Kitap Önerileri
İhsan Oktay Anar: Yurttaşlık Felsefesinin Temelleri-Thomas Hobber, İlkçağ Felsefe Tarihi 2 – Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 3-Ahmet Arslan, Varlık ve Öz – Thomas Aquinas, Yemek İçin Yaşamak – Felipe Fernandez-Armesto, İstanbul Semtleri(Tarihi ve Efsaneleriyle) – Niyazi Ahmet Banoğlu, Zaman Makineleri – Paul J. Nahin, Osmanlılar ve Ölüm – Gilles Veinstein, Köle Pazarından Saraya Cariyeler – Serna Ok, Osmanlı’da Ordu ve Savaş (1500-1700) – Rhoads Murphey
Ahmet Ümit: Karamazov Kardeşler – Dostoyevski, Anna Karenina – Tolstoy, Kırmızı ve Siyah – Stendhal, On Küçük Zenci – Agatha Christie, Günlerin Köpüğü – Boris Vian, Gülün Adı – Umberto Eco, Huzur – Ahmet Hamdi Tanpınar, Memleketimden İnsan Manzaraları – Nazım Hikmet Ran, Anayurt Oteli – Yusuf Atılgan, Ben Ruhi Bey Nasılım – Edip Cansever, Ve Durgun Akardı Don – Mihail Şolohov, İnce Memed – Yaşar Kemal, Bereketli Topraklar Üzerinde – Orhan Kemal, Yaban – Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Zamanımızın Bir Kahramanı – Mihail Yuryeviç Lermontov.
Yalçın Küçük: Faust – Goethe, Dorian Gray’in Portresi – Oscar Wilde, Yabancı – Albert Camus, Suç ve Ceza – Dostoyevski, Anna Karenina – Tolstoy, Yaban – Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sinekli Bakkal – Halide Edip Adıvar, Yeşil Gece – Reşat Nuri Güntekin, Mutlak Peşinde – Balzac, Üç İstanbul – Mithat Cemal Kuntay, Ölmeye Yatmak – Adalet Ağaoğlu, Kurt Kanunu – Kemal Tahir, İki Şehrin Hikayesi – Charles Dickens, Handan – Halide Edip Adıvar.
Yaşar Kemal: Bütün Öyküler – Anton Çehov, Dede Korkut – Adnan Binyazar, Don Kişot – Cervantes, İlyada – Homeros, Kuyucaklı Yusuf – Sabahattin Ali, İlyada – Homeros, Meme Alan Destanı – Anonim, Murtaza – Orhan Kemal, Palto – Gogol, Parma Manastırı – Stendhal, Yaban – Yakup Kadri Karaosmanoğlu.
Şimdi de gelelim benim önerilerime : Huckleberry Finn’in Maceraları – Mark Twain, Yüzüklerin Efendisi – J.R.R Tolkien, Durgun Akardı Don – Mihail Şolohov, Kızıl Hasat – Dashiel Hammett, Don Juan’ın Öğretileri – Carlos Castaneda, Don Kişot – Cervantes, Arı Kovanı – Camilo Jose Cela, Yağmur Yüklü Bulutlar – Orhan Kemal, Amat – İhsan Oktay Anar, Ölmez Otu – Yaşar Kemal, Vahşetin Çağrısı – Jack London, Aden – Stanislav Lem, Bitmeyen Kavga – Steinbeck, Foucault Sarkacı – Umberto Eco, Otostopçunun Galaksi Rehberi – Douglas Adams, Tırpan – Fakir Baykurt, Yüzyıllık Yalnızlık – Marquez, Dava – Kafka.
6 Aralık 2007 Perşembe
FossurGama Sunar: Bara Giriş
FossurGama Sunar: Fatura
FossurGama Sunar: İntikam Bokuna
FossurGama Sunar: Canlandırma: Avcıya Bak Be!
Engin Arık’ın Anısına Saygıyla
“Bizim rezervlerimiz zaten toryum 232. Yüzde yüz oranda oksitlenmiş durumda toryum içeriyor. Kurşun hedef dediğimiz şey, içine toryum konulan bir muhafaza, bir kap, silindirik biçimde, boru biçiminde olabilir. Üzerine hızlı proton gönderildiği için “hedef” olarak adlandırılıyor. Bu tip reaktörlerin eskileriyle mukayese edilmeleri mümkün değil. Kesinlikle patlama tehlikesi yok. Çernobil benzeri bir felaketin tekrarlanması mümkün değil. Radyoaktif kalıntı minimum nispetinde. Bu da nötronlarla yok edilebiliyor. Reaktörün fişini çektiğinizde her türlü işlem duruyor. Doğa kirlenmiyor, minimum atıklar da uzun ömürlü değil.”
2010’da ilk reaktörler devreye girecek.
(Bilgiler Ali Sirmen’in yazısından derlenmiştir.)
İçerledi Soroscuklar
AKP Yazarlara Karne Veriyor
Buna gore pekiyi alanlar: Mehmet Altan, Hasan Cemal, Taha Akyol, Mehmet Barlas, İlter Türkmen, Deniz Gökçe, Hasan Celal Güzel, Ahmet Altan, Nuray Mert, Yasemin Çongar, Ergun Babahan, Emre Aköz, İsmet Berkan, Engin Ardıç…
Sınıfı geçenler: Serdar Turgut, Cüneyt Ülsever, Rauf Tamer, M. Ali Birand, Yavuz Donat, Ahmet Hakan Coşkun…
Sınıfta Kalanlar: Güngör Mengi, Ruhat Mengi, Emre Kongar, Yılmaz Özdil, Oktay Ekşi, Bekir Coşkun, İlhan Selçuk, Melih Aşık, Serdar Akinan, Tufan Türenç, Can Ataklı, Mustafa Mutlu, Altemur Kılıç, Yiğit Bulut, Mustafa Balbay…
Araya girip Fehmi Koru, Nazlı Ilıcak, M. Karaalioğlu, Ekrem Dumanlı gibi muhafazakar medyadakileri sordum. Cevap aynen şöyle: Onları saymıyorum. Onlar zaten bizim adamlarımız. Onları biz gazeteci olarak görmüyoruz.
Kayıp Nedir?
Norman Cousins
Yerinde Şaka
(Selçuk Altun'un Cumhuriyet Kitap'taki Aforizmalarından alınmıştır.)
Anlatıcı Sonunda Ölüyor
Don Paterson
İslamcı Baskı İçin Baskı – Yalçın Küçük
“Sermayedarlar 1980: İslamcı Baskı İçin Baskı
Kayıp her taraftan. Kaybedenler var. Yalnız şu da var: Kazananlar olmazsa kaybedenler olmaz. Tersi de doğru. Yoktan var olmaz, vardan yok olmaz. İşçi ve emekçiler kaybediyor. Çok kazananlar var. Gelir bölüşümü, insafsız bir hızla daha da bozuluyor. Bundan bir sonuç çıkıyor: Türkiye’de lüks tüketim için üretim ver gerçekten lüks tüketim için harcama alanları açılmaktadır. Bu yüzden Türkiye ekonomisi, artık fakirleşen işçi ve emekçiler için, İslam’ın “Tevekkül Felsefesi”ne daha çok muhtaç duruma gelmektedir.
Siyasal iktisadın duygusuz fakat açıklayıcı mantığıyla bakınca ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır: Ufukta İslam var. Aslında İslamcı baskı şimdi de var. Ufukta olan daha derin bir dinselliktir.
Asker Gelecek; Erbakan’ı Hapsedecek ve Türkiye Daha İslamcı Olacak.
Bu üçüncü yolu şöyle formüle etmek mümkün: 12 Mart Süleyman Demirel’i başbakanlıktan indirdi. Ancak, esas olarak, Süleyman Demirel’in politikasını uyguladı. Demirel’in bütün rakiplerini politika sahnesinden sildi. Türkiye İşçi Partisi’ni kapattı, İnönü’yü tarihin derinliklerine gönderdi, Necmettin Erbakan’ın partısini kapattı, kendisini, İsviçre’ye raptetti. Şimdi çok daha kapsamlı bir askeri müdahalenin, bunun tersini yapması mümkün. Tersi şu: Erbakan’ı Türkiye’nin siyaset sahnesinden silip Erbakan’ın temsil ettiği İslamcı-dinsel politikayı daha yoğun bir biçimde uygulamak.”
(Yalçın Küçük, Bir Yeni Cumhuriyet İçin)
Sol Müdahale kitabında eski yazısını bir daha gözler önüne seren hocamız bir de parantez açıyor: “Demek ki, Ordu’nun Kemalizm’i Erbakan’ karşıtlık ile sınırlı idi. Erbakan, dinsel politikacı olmanın yanında, millici, kalkınmacı, İsrael’e karşı, komşu ülkelerle dostluk yanlısıdır; itiraz buradadır. Bu tespitten de şu çıkıyor, “akp”, sadece bir temizlik hareketi idi, millici ve kalkınmacı olmayan, İsrael ile nerede ise uydu ilişkisinde ve bu nedenle komşu ülkelere karşı iki yüzlü bir hareket aranıyordu, o halde akp, kendiliğinden bir oluşum değil, sadece bir icat idi.
5 Aralık 2007 Çarşamba
Günün Müzik Menüsü
Güzel Bir His
Ne Ağacı Ne Ormanı?
Hikmet Çetinkaya’nın isyanına katılmamak elde mi? Kazdağları’ndan Kaçkarlar’a; Toroslar’dan Eşme Kışladağı’na dek doğa cenneti topraklarımız “altın avcıları”na peşkeş çekilmişken ve siz bu konuda en ufak bir bilgiyi (yabancı maden şirketleriyle ortak AKP dostu işadamları mesela) ne okurunuzla ne seyircinizle paylaşmazken CNN’de “Bir Ağaç da Sen Dik, Ormanlar Elden Gidiyor” kampanyasına girişmeniz, göstermelik ve aşağılık bir oyundan başka nedir beyler?
Ilımlı Diktatorya!
Amerika bunun farkında, AKP bunun farkında, Medya ihalede rantta... İsrail bunun farkında, AB bunun farkında, Halk türbanda, niyazda diye bir şarkı yapmak geldi içimden...
Hayvan Hakları Hayvanoğluhayvanları Kapsamıyor
Yolsuzluk ve Yoksulluk – Prof. Dr. İlyas Yılmazer
Bu hafta Enerji üzerine oynanan oyunları büyük savaşçı kişilik, değerli bilimadamı İlyas Yılmazer’in ağzından dinlerken, bazı konuları not alıp bloguma aktarmayı görev bildim. Çünkü medya her şeyi gizliyor. Çünkü basın susturulmuş, korkutulmuş, satın alınmış. Yılmazer’in tüm kanallara ve gazetelere başvuruda bulunup sadece Kanaltürk’te kendini ifade etme olanağını bulması önemli bir kanıt.
Özet olarak konulara geçersek ortaya serilen gerçekler şunlar: -- Elektriğimizin % 72’sini dışarıdan alıyoruz. Hem de doğalgazdan dönüştürülen elektriği alıyoruz ki, daha pahalı ve bağımlı olduğumuz ülkeler açısından da oldukça riskli. – Oysa ki, bilimadamlarının araştırmasına göre yenilenebilir enerji kaynağı açısından Anadolu dünyada birinci konumda. Suyumuzun 4’te 3’ü boşa akıyor, Kömürümüzün 3/2’si toprağın altında yatıyor, tasarruf tedbirlerimiz sıfıra yakın ve en önemlisi, rüzgar enerjisi açısından cennet olan ülkemizde bu konuda yatırımlar göstermelik. – Neden mi? Çünkü AB bize 70 MW rüzgar enerjisi kullanma izni verdi reformlar baabında. Derneklerin, Sivil kuruluşların yıllar süren çabası sonucunda, bu kota kaldırıldığı anda, 78 GW’lık Rüzgar Gülü izin başvurusu yapıldı. Aradaki farkı siz hesaplayın. Ayrıca izin başvurusu yapılan yerler Anadolu’daki kaynakların yarısını bile bulmuyor. Yani, sadece yirmi yılda maliyeti 100 kat düşen ama verimi 500 kat artan Rüzgar Gülleri’ni kullanarak Türkiye’nin tüm enerji açmazını kolayca çözmek mümkün. Hatta belki dışarıya da satmak. Çünkü şu anda kullanılan enerji miktarımız sadece 35 GW. – Peki tüm bu oyunlar niye oynanıyor? 11’incinin bir gün bile bekletmeden imzaladığı Nükleer yasa geçirilerek Amerika’nın tüm radyoaktif çöpünü Türkiye topraklarına yığmak için olmasın. 1978’den beri tek bir santral açılmayan ABD’nin elinde kapatamadığı nükleer santralları ve gömmeyi başaramadığı tonlarca nükleer atığı var. Bunu yazan da bir Amerikan dergisi. Çıkarılan yasanın tamamen çeviri olduğunun ortaya çıkması da ayrı bir komedi konusu. Ancak sömürgelerde görülebilecek bir saçmalık. – Medya ve Hükümet’in bir aldatmacası da birbiriyle hiçbir alakası olmayan nükleer enerjiyle nükleer santralleri aynı şeymiş gibi göstermesi.
Programda değerli hocamız, yıllarca; büyük bir doğa katliamcısı olan ve ovaları kupkuru topraklara dönüştüren barajlara nasıl karşı koyduğunu, 4 milyar dolara malolan bu bir başka rant kapısının karşısına, yüzyıllardır kullanılmış yatay kuyu sistemiyle 4.5 milyon dolara sonsuza kadar su sorununu çözecek önlemler koymasına rağmen, iktidarların nasıl da hem paramızın hem de topraklarımızın dış güçlere peşkeş çekildiğini mükemmel bir şekilde açıkladı.
Uzun bir konu olduğu için İlyas Yılmazer’in kitabını almanızı ve yıllardır her türlü baskıya direnerek köylüsünü, doğasını, tarım topraklarını büyük bir yağmaya karşı korumak için mücadele veren büyük bir savaşçıyı okumanızı , ayrıca bu gerçekleri herkesle paylaşmanızı diliyorum.
Eylül ayında bloga giren diğer Yolsuzluk ve Yoksulluk yazısını okumak için tıklayın.
25 Aralık 2007 tarihinde giren yeni İlyas Yılmazer yazısını okumak için tıklayın.
3 Aralık 2007 Pazartesi
FossurGama Sunar – Ergenlik Gözyaşları
Tarikatın Kadar Konuş
FossurGama Sunar: Saçlı Başlı
FossurGama Sunar: Sınav Zamanı
Gecenin Müzik Menüsü
30 Kasım 2007 Cuma
ANILAR KİTABI - 5. BÖLÜM 1. ANLATI
(Kayıp Ülkenin Masalları'ndan)
Fuşan Yuan Dedi ki:
En yüksek Yol akın gözlerinden önce kesinlikle oradadır, dolayısıyla görmesi zordur, fakat güçlü iradeli olmak ve uygulamada güçlü olmak şarttır.
Ne yapıyor olursanız olun, buna dikkat edilmelidir. Bir gün inanır, on gün kuşku duyarsanız, sabahları çalışkan, akşamları tembel olursanız, gözlerinizin önündeki Yol'u görmekte güçlük çekmekle kalmaz, fakat korkarım yaşamınızın sonuna dek bu Yol'a sırtınızı dönmüş olursunuz.
Deliler Evinden Manzaralar 3.1
(Sayko ile ortak macera ortak hikaye. Çılgınlık dolu dizgin devam ediyor.
İlk Bölümler - Deliler Evinden Manzaralar 1 - Deliler Evinden Manzaralar 1.9)
...
(Devamı Saykolog'da. Deliler Evinden Manzaralar - S.O.S)