Mezara inmiş şapşal şapşal bakınıyordu Selim. Demek doğruydu bulduğu harita. “Amman be yavrum, vurdum sonunda voliyi be!” deyip ilerledi, elindeki gaz lambasının ışığında tilki gibi dört bir yana bakınarak. Sonra yerdeki altın lambayı gördü. Yakutlarla, kehribarlarla, akiklerle ustaca işlenmiş, insanın gözünü bırakın, kalbini de alıp sünger gibi sıkıyordu. Allaaah!” diye bağırıp üstüne atladı Selim. Alıp dikkatlice kaldırdı havaya. Dayanamayıp okşadı göğsüne yapıştırarak. “Ne güzel lan! Oooh!” Bir daha okşadı. “Zengin oldum ulen, zengin, hem de ne biçim.” Bir kez daha. “İstanbul’u alırım lan bununla, Boğaz köprüsünü alırım amına koyayım!” Garip bir uğultu, bir duman, sarsıldı lamba. Tuttu sıkıca Selim ve bir anda karşısına konuverdiğini gördü garip giyimli bir adamın. Şarlatan gibi giyinmiş, ayılama bir herif. Arap yüzüyle yaklaşıp konuştu: “Beni kurtardın, şimdi söyle sahip…”
“Siktir git lan,” diye var gücüyle haykırdı Selim ve bir anda tekme tokat girişti bedevi kıyafetli araba. Dışarı attı kendini cin ne olduğunu anlayamadan, üstüne başına inen darbelerden korkarak ve sonra kaçtı bu manyakla baş edemeyip yok olarak. Selim de hiç beklemeden koşturup gitti ağaçların arasında. Kurtarmıştı lambasını bir beleşçiden ve başkaca hiçbir şey yoktu o tömberlek kafasında. Var gücüyle koşuyordu evine doğru…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder