30 Ekim 2007 Salı

The Cult – Born Into This

The Cult’ın Born Into This’i sıkı melodilere eşlik eden sağlam bir altyapıyla kurulmuş, Ian Astbury’nin enfes sesiyle iyice tatlanan güzel bir albüm. Eski çalışmalarından daha oturmuş bir yapı çarptı kulağıma. Kendilerini iyice bulmuşlar gibi. Bakalım daha kaç yıl bizi böyle etkilemeye devam edecekler.

Antalya Altın Portakal Film Festivali

Türkiye’deki film festivallerinde, katılımcıları küstürmeyelim diye her sene büyük bir ustalıkla ödül paylaştırımı yapılması beni gıcık ediyor, ne yalan söyleyeyim... Şu film senaryoyu alsın, buna da ayıp olmasın, en iyi film ödülünü verelim gibi... Ödülsüz dönen yok neredeyse...

Işıl Özgentürk’ün, Türk Filmi nedir kıstasına dikkat etme, sinemalarda gösterime çıkalı bir sezonu geçmiş filmlerin aday kabul edilmesi, kim oldukları belirsiz bir ön jüriyle kendilerini çoktan kanıtlamış sinemacıların elenmesi gibi konulardaki çekincelerine de katılıyorum.

29 Ekim 2007 Pazartesi

FossurGama Sunar: Katkı Payı

Kapıyı açar Nadir bey. Pörtlek gözlü, seyrek bıyıklı kapıcı Selami “Öhöm,” deyip bakar bön bön. “Evet,” der Nadir bey bir çabuk cevap bekleyerek.

Eğilir Selami ve konuşur kısık sesle.

“Karınız bugün bakkal Ahmet’e, bir de yan apartmandan Turhan beye verdi.”

Bakar Nadir bey gözlerini kısarak. “Eee, kaç lira tuttu, yani?” diye sorar sonra.

“75 toplam.”

“İyi, beşini kendine al, on beşini karıma ayır, gerisini apartman gelir kutusuna at. Çatıyı yaptırmak için karılarımız biraz daha çalışmalı. Bu böyle olmayacak.”

“Evet Nadir bey, haklısınız yani...”

FossurGama Sunar: Kız İsteği

Dışardaki masaya çöreklenmiş dört kişilik bir abaza grubu, kız bulamamaktan dem vuruyorlar. Birisi diyor ki: “O değil, şişme karı bile bulamıycaz yakında... Size satmıyoruz arkadaş, diye cevap gelirse şaşırmayın ha.”

“Bir karı be arkadaş,” diyor diğeri. “Nasıl olursa olsun, bir karı işte...”

O sırada bir çığlık kopuyor tiz ve masalarının üstüne çotank, tokark ve gümbürdenek sesleriyle özetlenebilecek bir şekilde çırılçıplak bir kız düşüyor. Onlar kendilerini sandalyelerinden geriye atmış, dehşet içinde kızın morarmış sağ şakağına, kırılmış boynuyla aşağıya dönmüş kafasına ve çatlak masadan aşağıya akan kanlara bakıyorlar az sonra.

Sevtap bu. Depresyona girip, evin içinde iki saat kadar çırılçıplak volta attıktan ve iki şişe votkayı mideye indirdikten sonra kendisini aşağıya bırakmış zavallı bir kız sadece...

HarkTu Der Ki

Bir yaşlı gördüm mü hesap sorasım gelir

--------------------------------------------------------------------

Yavaş yürüyün

Her yol mezarlığa çıkar.

--------------------------------------------------------------------

Konuştuğum kadar susuyorum

kendimi dinlemek için.

--------------------------------------------------------------------

Ben yürüdükçe eriyor asfalt.

Batıyor peşimdeki ayaklar

taklide

--------------------------------------------------------------------

Popüler kültür anonim hayatlar yazar.

--------------------------------------------------------------------

Tanrı katında hesap vermeden kimse gelmesin yanıma

--------------------------------------------------------------------

Yumruğumda çiçek yetiştiriyorum

--------------------------------------------------------------------

Balici çocuktan al sistemin haberini

--------------------------------------------------------------------

Ölümü bir tek tuvalette düşünmem

--------------------------------------------------------------------

Bensiz yaşam aynı olacaksa

Mezarım kıçınıza girsin


(Yeni HarkTu'lar www.cagandikenelli.com sitesinde Edebiyat butonunun altında.)


Beklerken

Godot'yu Beklerken'den sonra yeni bir başyapıt: Rice'ı Beklerken. Absürd komedide doruk noktası. Avrupalı Amerikalı eleştirmenlerden tam not alan oyun, halkın yüzde kırkaltısı tarafından da ayakta alkışlandı.

Papağanım Tipor

Bir ay kadar önce karımla bir papağan aldık. Başta bir gariplik olduğunu anlamıştım. Bakışlarında bir bilmişlik bir meymenetsizlik vardı. O günden bu yana olan bitenlerin üstüne biraz düşününce şunu keşfettim. Bence bir rüya gezgini bu kuş. Karımın, benim, tanıdıklarımızın rüyalarına girip geceleri birbirimize laf ve mesaj taşıyor. Bu sabah Sayko aradı mesela. Oğlum dedi, papağanın rüyamdaydı, seninle Beşiktaş’ta buluşmamı söyledi. Hah, dedim hemen. Ben de seni arayacaktım, bugün Beşiktaş da... Böyle bir sürü örnek. Gece gece devamlı benim düşlerime damlayıp, karın su istiyor, falan gibisinden istekleri iletiyor. Ben de gidip getiriyorum içerden. Uyandırdığımda, aaa, ne iyi ettin diyor, tatlı karıcım. Ölen babamdan da bir mesaj taşıdı geçen gün. Bugün dışarı çıkmamanı istedi baban, dedi. Onu dinledim tabi tırsıp. Ve hiç bir bok olmadı benim gideceğim yerlerde falan... Ama eminim, çıksam olacaktı...

25 Ekim 2007 Perşembe

Büyük Gürültü

İstiklal caddesinde birden durdum. “Biiir!” diye haykırdım sonra. “İkiii!” Daha da güçlüydü şimdi sesim ve bayağı bir insan bana bakıyordu. “Üüüüç!” Ayağımı yere hırsla vurup “ŞİMDİ!” diye devam ettim büyük bir coşkuyla ve o anda, herkes osuruverdi hep birden.

Büyük bir gürültü çıkartmayı başarmıştık sonuçta.

22 Ekim 2007 Pazartesi

FossurGama Sunar: Uyumak ya da Uyumamak

Artık bir an önce uyuyabilmek için koyun saymaya başlamıştı Hüseyin. Ve uykuya ne zaman nasıl geçtiğini anlayamamıştı. Ama aslında teorik olarak değişen bir şey olmamış, orada biraz daha boyutlu da olsa, koyun saymaya devam etmişti. Zaman hızla akıp gitti ve koyunları ahıra göndermekten ter içinde kaldı bir süre sonra. Dönüp baktığında çitin ilerisinde birikmiş yüzlerce daha koyun görünce derin bir nefes aldı. Sıkıntıyla oraya yürüyüp zorunlu işine dönerken artık melemeler beynini yemeye başlamıştı. Binlerce sesin oluşturduğu koro sanki boğuyordu onu... Sanki sıkışıp kalmıştı. Uyandı bu sırada pat diye. Ve delice bir korkuyla ayağa attı kendini ama daha da fena oldu bu. Karanlığın içinde her yanda kıpraşan şeyler vardı. Bir şekilde yuvarlanıp ışığa ulaştı inleye bağıra ve dehşet içinde her yanın, salona uzanan koridor da dahil, artık üst üste binmiş koyunlarla dolduğunu gördü...

Gündem Üzerine Sorular

Aynı referandumda dört farklı maddeye tek bir evet ya da tek bir hayır basılması normal midir?

Saat üç buçuk civarı %42 olan katılım nasıl iki saatte % 67.5’a fırlamıştır? İnsanların son anda birden vahiy inmesi sonucu oy vermeye koşması ne biçim bir durumdur?

Bir ülke, güvenliği söz konusuyken nasıl başka bir ülkenin bakanını üç-dört gün beklemeyi kabul edebilir?

Askeri gerekçeler ortaya çıkarsa gereğini yaparız lafının, asker bize izin verin, her türlü gerekçe hazır diye aylardır bas bas bağırırken söylenmesi garip değil midir?

Kuzey Irak’ta ihale alan cancon Türk şirketlerinin bu müdahale kararsızlığında payı yüzde kaçtır?

Anayasa, türban, referandum gibi büyük sorunsallar can sıkarken terörün aynı aralıklarda devreye girmesi şüphe uyandırıcı değil midir?

21 Ekim 2007 Pazar

FossurGama Sunar: Canlandırma – Görev Aşkı

Şunu bir canlandırın gözünüzde: Kadın garip bir dürtüyle, salonda, annesinin yanından kalkıp odanın kapısına gelmiş ve şok içinde kalakalmıştır yerinde. Bir zamandır, altından koku geldiği anda, bebeklerini kaptığı gibi “Oğlumun altını değiştirmek bana düşer,” diye soluğu odada alan kocası, ufaklığın boklarını avuç avuç ağzına tıkmış, şimdide bezini yalamaktadır büyük bir iştahla...

İKİ UCU BOKLU DEĞNEK

Referanduma bakın. Gidip 4 maddeye tek bir evet ya da tek bir hayır oyu vermek zorundayız. Evet de Hayır da desek kendilerine yarayacak muhteşem bir formül bulmuşlar adamlar da.., bu dünyanın hangi demokratik ülkesinde söz konusu olabilir ve hangi ülkede muhalefet böyle süt dökülmüş kedi misali oturur yerinde... Diyelim ki Cumhurbaşkanı’nın değişmesini istiyorum (Başbakanımız da istiyor ya, o da onların lehine esasında.), evet oyunu basıyorum bu yüzden ve tak diye tuzağa düşüyorum 184 oyun mecliste oylamaya sunuma yetiş maddesine, yani hükümetin uzlaşma aramaksızın her türlü şallak mallak yasayı şak diye büyük noterin önüne götürmesine olumlu yanıt vererek. Demokrasi kumkuması 2. Cumhuriyetçiler’in bu arada sus pus yerinde oturması, demokrasi denen illeti nasıl bir kafayla anladıklarını açıkça gösteriyor. Sonuçta, bu durumda herkesin referandumu, ortaya konan şarlatanlığı protesto etmesinden başka bir yol yok.
Yasalarla hakkımızı arayamayacaksak da bu iş mutlaka AİHM'ne gitmeli.

20 Ekim 2007 Cumartesi

OTORÖPORTAJ - Müzik

(Duymadan Kafa Sallayan Musikişinas Sağırlar Derneği Dergisi Davulbaz için yapılmıştır.)

Ben: Müzik sizin için ne ifade ediyor?

Ben: Söyle şunlara müziği kıssınlar, seni duyamıyorum.

Ben: Efendim?

Ben: Ne?

Ben: Ha?

Ben: Ne dedin?

Ben: Hişt, duymuyo musun?..

(Müziği kapatırım kalkıp. Dernekteki sağırlar dansetmeyi bırakıp bize bakarlar. Kuşkuyla onları süzerek yerime otururum.)

Ben: Hah, duymuş muydun soruyu?

Ben: Söylesene şunlara, bize bakmasınlar.

Ben: Nasıl söyliycem be. Duymazlar ki.

Ben: Neyse boşver, ne demiştin?

(Birden birbirine girer sağırlar. Tekmeler tokatlar havada uçuşur. Patlayan gözler, kırılan burunlar. İçeriye bir görevli dalar ve alelacele müziği açar. Birden sakinleşip dansetmeye başlar herkes ayaklarını yere tokmak gibi vurarak. Ben avazım çıktığı kadar bağırarak sorarım.)

Ben: Nooldu be bunlara?

(Bir orangutan kadar tırstırıcı, hamle yapar adam üstümüze.)

Görevli: Siktirin lan burdan. Hadi!

Ben: Naapalım? Ciddi görünüyor.

Ben: Ha?

Ben: Diyorum ki... Öff, neyse, boşver.

Ben: Ne diyosun?

(Ayağa kalkarız sıkıntıyla. Birkaç adım atarız. Ve ben birden dönüp müziği kapatırım. Sonra topuklarız ikimiz de... Yolda kaçarken de ne konuşursak konuşuruz.)

Dandik Komplo Teorisi

Belki de ABD’nin başına çoktan uzaylılar geçti. Dünyayı ele geçirme planlarını; masum bir devleti, hamburger yemekten başka bir istekleri olmayan zavallı bir ulusu kullanarak gerçekleştiriyorlar. Bunu hiç düşünmüş müydünüz?
Keh keh. Beni de düşünmedi sayın en iyisi.

19 Ekim 2007 Cuma

FossurGama Sunar: Canlandırma: Mezar Başı

Bu kez gözümüzde canlandıracağımız sahne şöyle: Kalabalık bir grup mezarlıkta toplanmış. Ağlayanlar, sümkürenler. Tabut açılıyor. Kefen mezarlığa indirilecek. Ama iki ucundan tutan adamlar birden atıveriyorlar ellerinden. Kefen boş. O an içinden çıkıp havaya yükselen bir kelebek. Uçup merhumun karısının kafasına konuyor. Ve bir kişi bile “Yapma!” diyemeden sinek zannederek vurup eziyor onu kadın.

Gerçek Uyuşturucu Bu Herifler

Gazetede haber: "Uyuşturucu yaşının 12'ye düşmesi üzerine İstanbul Emniyet Müdürlüğü üniversitelerde uyuşturucuya karşı kampanya başlattı."
Kardeşim madem yaş 12'ye düştü, ilkokullarda başlatsana kampanyayı. Kafayı mı yedirecek bunlar insana be!

İHSAN OKTAY ANAR

Dünya edebiyat camiasının İhsan Oktay Anar’ı ısrarla görmemesi sistemde bir saçmalık olduğunu ortaya koyuyor. Bu nevi şahsına münhasır, olağanüstü romancı Umberto Eco’ya ya da başka bir dev isme okutulsa, adam “Aman Tanrım, bu da ne?”diye bağırarak çalışma odasından dışarı atacaktır kendisini. Bundan eminim.
Peki ama... Sorun ne o halde?
Gelişmiş ülkelerin politik sınıflandırmasında aydınlardan beklediği cümleleri sarfetmeyen bir yazar kendisini duyaramayacak mı bundan böyle?
Ayrıca, ortada böylesine derin romanlar, film festivallerinde insanların ağzını açık bıraktıracak konular varken film sektörü ne iş yapıyor?
Amat; Jean Pierre Jeunet’nin Kayıp Çocuklar Şehri’nde yarattığı atmosferden daha başarılı sonuçlara gebeyken herkes kış uykusuna yatmış, medyatik isimlerin laklaklarıyla uğraşmayı seçiyor.
Ne acı.

Tantana

Tezkereyle meclisimiz Irak’a asker gönderme yetkisini hükümete devretmiş oldu. Eee! Zaten onlar değil mi, kuyruklarından bir yerlere bağlanıp bu işin üstüne gidemeyenler. Şimdi de mırın kırın ediyorlar. Bu neyin komedisi.

Hey Taksim

Bu akşam bütün Taksim'i bizim eve davet ediyorum. Ben biraz yorgunum da...

FossurGama Sunar: Bali Bali Bali

Balici burnunu torbaya iyice sokup dolu dolu bir nefes daha çekti beynine ve o anda uzun, ak sakallı, çipil gözlü bir ihtiyar beliriverdi karşısında. Gözlerini kısarak neler olduğunu anlamaya çalıştı balici. Elini kaldırdı ihtiyar bu çabayı ansızın bıçak gibi keserek ve şöyle dedi: “Ey oğul, şu yoldan aşağıya kırmızı kravatlı, bej takım elbiseli, kısa saçlı bir adam geliyor. Onu bıçakla. Bıçakla ki Allahın katında iyi bir yerin olsun. Bıçakla ki...” Birden ağzı burnu karışıp bir küfür sallayarak ileri atıldı balici. “Uleeen, siktir git amına kodumunun!..” Puf diye yokolup gitti ihtiyar ve yerine tiyatro perdesi gibi yolun görüntüsü indi. Tarif edilen adamın yanına varmasına üç metre kadar kalmıştı. Ayağa dikilip sallanarak durdu balici. Dibine kadar gelmesini bekledi. Birden elini uzatıp yakaladı ceketin omuz bölümünden ve “Abi be,” dedi korku içinde bakakalan adama. “İki milyonun var mı be abi, hadi bee.” Yakasını kurtarıp hızla uzaklaştı adam, hiç durmadan yalvaran baliciyi arkasında bırakarak.

Yayıncılık Sırları

Yayıncılarımız yeni yaratımlara karşı o kadar ilgisiz ve bir bomba patlatmak konusunda o kadar hırssız ki, onlara bir şey okutmak, yüzlerinde bir heyecan oluştuğunu görmek neredeyse imkansız.
Yıllardır düşündüğüm bir şey vardı. Bir deneme. Diyordum ki arkadaşlara, Bukowski’nin ya da Italo Calvino’nun ya da hadi Umberto Eco olsun, bunlardan birinin eserini Türkiye şartlarına uyarlayarak yayınevlerine götürsem kimse okumaz, okusa da yayınlamaz.

Komik olan bu deneyi bir yazar, David Lassman’ın burada değil İngiltere’de yapması ve başarılı olması. Jane Austin’in Aşk ve Gurur’un dan bazı bölümleri, başlıklarını ve karakterlerinin isimlerini değiştirerek 18 yayınevine yollamış. Ancak bu yayınevlerinden 17’si, ne romanın Austen’a ait olduğunu anlamış, ne de kitabı yayınlamayı kabul etmiş. Ancak bir tanesi, romanın “Aşk ve Gurur”a çok benzediğinden söz etmiş.

Şimdi bu bilgiler ışığında teorimi biraz değiştiriyorum. Şöyle. Buna benzer bir kitabı hazırlayıp götürsek yayınevleri bir yıl okumaz, bir yıl kadar da tereddüt yaşar ama sonunda basar onu

Ha ha haaa.

18 Ekim 2007 Perşembe

FossurGama Haberler:

Edirne’de keçiyle zina yaparken yakalanan E.Ö.’nün resmi nikahı olduğunu kanıtlayan belgeyi ortaya çıkarması mağdur hayvanın sahibi A. G. tarafından açılan davanın beraatle sonuçlanmasına yol açtı. Şimdi gözler bu belgeyi taraflara veren nikah memuru Y.D’ye çevrilmiş durumda. A.G, gözleri körlük derecesinde bozuk değilse savcı tarafından suçlanacak memur için “Gidip karısına da yem versin o zaman, aşağılık adam,” dedi. Memur Y. D ise A.G. denen adamın, karısının yem ile beslendiğini bilmesi üzerine hem karısını hem de A.G’yi zinayla suçlayarak dava açtı...

FGH – Edirne

Kastamonu Erpazarı beldesinde ziraat mühendisi Kerem Sebil çaprazlama genetik modülasyon sistemiyle 10 metre çapında domatesler üretince onları hale vermekten vazgeçip kaya oyma tekniğiyle oluşturduğu katları kiralamaya başladı. Çok geçmeden patlıcan ve kabak seçeneklerini de üreteceğini söyleyen Kerem Sebil, kiracılarının az paraya güzel bir tarlada oturma ve yıl boyunca bedava patlıcan falan yeme şansına kavuşacağını söyleyerek, kent yaşantısından sıkılmış insanları dağda tepede koskoca sebzelerin içinde yaşamaya çağırdı.

FGH – Kastamonu

Atatürk Havaalanında, kafatasında beyin yerine yarım kilo eroin taşıyan bir kurye yakalandı. Önce zombi zannedilen ve sorulan sorulara hep aynı cevapları veren Alaattin Şapır’ın eskiden satranç şampiyonu olduğu saptandı. Beyninin muhtemelen deney amaçlı İsrail’deki bilimadamlarına satıldığı düşünülen Alaattin Şapır’ın uyuşturucu mafyası tarafından belli bir amaca şartlandırıldığı ve kafatasında kurduğu cümlelere yetecek kadar bir beyin bırakıldığı sanılıyor.

FGH – İstanbul

Diyanet İşleri IQ testinin dinimizce yasak olduğunu açıkladı. Bu karara gerekçe oluşturacak verinin Kur’an’dan değil, Amerika’da yaşayan bir hocanın kitabından alındığı söyleniyor.

FGH – Ankara

Yeni bir teknoloji daha raflarda yerini aldı. Zikir kaskı. Ayinlerde kafa sallarken ortaya çıkan kafa kırılmaları, kaş patlamaları artık tarihe karışacak. Zikir kaskları özel aerodinamik ve kakafonik dizaynı sayesinde hızı arttırdığı gibi inlemelerin içe yönelişini de bir kat daha fazla hissettiriyor.

FGH – Ankara

16 Ekim 2007 Salı

Saykoyla Zaman Farkı

Geçen gün evde oturuyordum. Sıkıntı üstüme çullanmış, beynimi iyice boşaltmıştı. Önümdeki saate bakmaya başladım istemsizce. 1001, 1002, 1003... Geçip gidiyordu bir şeyler. Çocukluğumu yiyen pislik bilinmeyen bir diyara doğru dört nala koşturuyordu. Kaybettiğim şeylerin resmi geçidinde derin bir nefes saldım efkar dolu ve Dursun, dedim birden içimden. Sonra büyük bir ihtirasla yineledim aynı lafı. Bu sefer oldukça sesli. “DURSUN!” Ve durdu saat o anda! Gözlerim büyüyerek dikildim. Bir süre, belki tekrar işlemeye başlar diye baktıktan sonra hemen cebimden telefonu çıkardım. O da durmuştu. İçeriye koşturdum vakit geçirmeden. Bilgisayarın saati de takılıp kalmıştı elimdekiyle aynı dakikada. Hayretle başımı salladım. Rüyada falan mıydım acaba? Kendini çimdikleme muhabbeti beni hep güldürmüştür. Onun yerine bir yumruk attım mideme. İki büklüm olduktan sonra aklıma başka bir şey geldi. Öne atılıp pencereyi açtım hemencecik ve insanların öylece durduğunu gördüm kaldırımda. İşte bu esnada, saçlarım dikildi, tüylerim ayağa kalktı. Korku gelip yerleşiverdi mideme, ağlayacak gibi oldum ve o an, yeniden canlandı hayat. Bir daha da ne kadar denesem olmadı aynı şey. Korkmak her şeyi mahvetmişti. Denemelerime o korku ket vuruyor, son konsantrasyonu sağlamama engel oluyordu muhakkak. Ama bu işi böyle bırakmayacağım. Salakça bir korkunun bana neler kaybettirdiğinin çoktan farkına vardım. Psikiyatristle bilinçaltına inip durduracağız hayatı. Tabi o da tırsmazsa. Kendisini soyup soğana çevireceğimi düşünmezse...

http://saykolog.blogspot.com/2007/10/saykolodelik-vii.html

Virütik TV

Bilgisayar virüsleri benzeri televizyon virüsleri çıksa ne güzel olur artık. Haberlerde şaklabanca bir hükümet övgüsü tırıs giderken virüs ekrana girip kıçını gösterse. Ya da uyduruk bir dizide deli saçması diyaloglar kulakları esir almışken ortaya çıkıp dizi kahramanlarından birisinin kafasını koparsa... Ya da...

Neyse, hayal işte.

10 Ekim 2007 Çarşamba

FossurGama Sunar: Bedava Çay

Bir dürtü geldi Kenan’a. Kahvede kalkıp hızla yürüdü ve çaycının yanına varıp şöyle okkalı bir tokat çaktı yüzüne. Herkes dumur olmuş, yerlerinde hop diye dönüp neler olduğuna bakmışlardı. Pişmanlık ve tırsıklık kapkara ele geçirdi Kenan’ın yüzünü. Çaycının ağır çekimde dönüşünü, allak bullak olmuş suratıyla kendisine bakışını izledi. Ve birden güldü Ahmet adındaki çaycı. “Ulan,” dedi “Nerden anladın. Ben de birisi bana bir tokat atsa diye geçiriyordum içimden. Rahatlayıp dile geldi Kenan hemen. “Ben de şey oldum,” dedi hızlı hızlı. “Bir ses duydum beynimde...” Keh keh keh diye sırıtmaya devam ediyordu çaycı Ahmet...

İşte böylece o gün çaylarını da bedava içti Kenan.

FossurGama Sunar: Bayram Çöreği

Bayramda, sofraya börekler çörekler yayılmış ailecek oturuyorlardı büyük kanapelere sıralanmış. Amcaların evinde toplanmışlardı ve çocukları etrafta koştururken müthiş mutlu görünüyordu Selim bey. Fıkranın sonuna geldiğinde ve insanlar gülüp kopmak için beklerken derinlerden gelen bir telefon sesi duydu gibi geldi kendisine. Gülüşler azaldığında sadece o değil, oğlu Ahmet de farketmişti sesi. “Birisinin telefonu çalıyor,” dediğinde herkes birbirine baktı ve o karısına döndüğünde bir gariplik varmış gibi geldi yüzünde. “Seninki mi?” diye sordu ama karısı Gülten başını sallayıp “Hayır,” dedi aceleyle. Ama susmuyordu ses, oldukça hafif de olsa. Amcanın karısı Hatice salondan dışarı çıktı nereden geldiğini bulmak üzere. Sonra geri döndü “Burada hiç duyulmuyor,” diyerek. Pencereden dışarı baktı küçük kardeşi. Çocuklar oraya buraya dağıldılar ve on iki yaşındaki Sümeyra koltuğun kenarından başlayıp yaklaştı ve alnından soğuk terler akan Gülten hanımın önünde durdu sonunda. “Burda,” diye bağırdı sonra. Selim bey yaklaşıp kuşkuyla baktı karısının kireç gibi yüzüne. Yanaştı yavaşça. O da daha iyi duyuyordu şimdi. “Çıkarsana şunu be!” diye bağırdı sonra. Evet, bozulma durumlarında kullanırız diye birine vermedikleri eski telefonunun sesiydi bu. Ama karısı niye yanına almıştı ki? “Sana söylüyorum Gülten.”

Ama Gülten çıkaramadı telefonu. Çünkü banyoda şey amaçlı kullanırken şeyine kaçırmıştı afedersiniz ve orada nasıl olduğunu anlamadığı bir şekilde açılmış olmalıydı. Yarın gizlice hastaneye gitme planları da böylece suya düşüp tüm aileye rezil oldu zavallı.

9 Ekim 2007 Salı

Geriye Evrim Teorisi – Beşinci Cumhuriyetçiler

Evrim bu minvalde giderse beşinci cumhuriyetçiler paraya tapıp, sevgili şirket krallarını memnun etmek için işçi kurban edecekler. Ve bahsi geçince korkup yere kapanarak inleyecekleri, çişlerini altlarına kaçırtacak şey de, o karanlık günlerde bile Atatürk olacak.

Hurin’in Çocukları – J.R.R. Tolkien

Hurin’in Çocukları’nı okumayı bitirmiş bulunuyorum. Kitapla ilgili düşüncelerim özetle şöyle: Tolkien eseri şiir olarak yazmaya başlamış ve belli nedenlerden ötürü bıraktığı nokta Turin’in Doriath’a varışına kadar. Bu kitapta açıkça belli oluyor. Bu kerteye kadar coşkulu bir anlatım sürerken, Hurin’in önce karısı Morwen sonraysa Morgoth’la konuşmasında doruğa çıkan destansı diyaloglar yine dahice. Ancak bu noktadan sonra Christopher Tolkien’ın derlediği kitap tamamen özet bir anlatıma dönüyor. Norgothrond’un ejderha Glaurung ve ork ordusu tarafından ele geçirildiği muhteşem savaşın yarım sayfada anlatılması pes dedirtecek bir noktaya vardırıyor olayı. Önce Silmarillion’da sonra da Kayıp Öyküler Kitabı’nda okuduğumuz öyküden bir farkı kalmayınca roman da anlamını kaybediyor. Bana göre oğul Tolkien’ın yapması gereken, saygı duyduğu bir fantastik yazarıyla anlaşması ve derlediği bölümleri onun eline bırakıp apayrı bir kitap çıkmasını izin vermesi olmalıydı. Ancak şunu da itiraf etmeliyim ki, ben Yüzüklerin Efendisi’nin katıksız bir hayranı olarak yine de zevk aldım Hurin’in Çocukları’ndan. İlk bölüm diyebileceğim destansı anlatımda, hayretle durup düşündüğüm de oldu. Nasıl böyle konuşturabiliyor kahramanlarını dedim kendi kendime. Nasıl kurabiliyor böylesine muhteşem bir savaşı anlaşılmaz detaylarla?
Sonuçta, Tolkien’ın özetinin özetinin bile birçok fantastik yazarının üstüne çıktığını görmek gerçekten hayranlık verici.

8 Ekim 2007 Pazartesi

FossurGama Sunar: Karga

Balkonda saksıda yetiştirdiği domateslerle uğraşıyordu Sedat bey. Arkasında kanat seslerini duyunca dönüp baktı. Karga trabzana tünemiş, gözlerini de küstahça kendisine dikmişti. “Ne var lan yine?” diye sordu Sedat bey hafif kızgın. “Ahmet amcalar, akşam çaya bekliyor sizi lan, gaaak,” dedi karga. Düşündü bir ve “İyi iyi,” dedi Sedat bey. “Geleceğimizi söyle...”

FossurGama Sunar: Fransa’nın Eskisi

Metal çemberin içindeki koltuğa temkinli bir ifadeyle gömülüp diğer bilim adamlarına baktı profesör Cemil. Bilim dünyasında devrime saniyeler kalmıştı. Başıyla onayı verince kolu çekti doçent Selim titreyen elleriyle. Aletin her yanı içiçe girip kaynaşan elektrik akımlarıyla sarıldı bir anda. Kadranda aşağı doğru aktı binlerce veri ve profesör her zaman gitmek istediği eski Fransa’yı düşlerken birden yok oldu. Daha gözünü açamadan, elini kolunu tutup somutlaşmanın keyfini çıkaramadan müthiş acılar hissederek şaşırdı sonra. Böyle bir yan etki beklememişti. Hem kıç bölümünde hem de karnında bir yanma vardı. Gözlerini açtı sonra. Önce önündeki sonra biraz yanındaki iki şövalyenin şaşkın yüzlerine baktı zorla ve “Iııh!” diyerek verdi son nefesini. Bir düellonun ortasına düşmüş, aynı anda yapılan iki hamle de ona ölümü getirmişti.
Bilmem, sabırla bir haber bekleyip, alınamayınca peşisıra gönderilen diğer bilimadamlarının başına da aynı akıbetin geldiğini söylememize gerek var mı.
İşte, böylece bu dev proje de rafa kaldırıldı bir süre sonra. Alet de bir hurdacıya satıldı, oldu bitti.

Yeni Teknolojiler

Mahalle ve devlet baskısından etkilenmemekle kalmayıp, bir de bu olgulara sinsice etki etmek için yeni teknolojiler raflarda:

Transformismotik: At gözlüğüne de biraz benzeyen ama bakışı yüzde elli daha fazla kısıtlayan gözlük holding gazetelerinde bedava verilmektedir. İkinci Cumhuriyet Gözlüğü olarak da bilinir.

Medyato Mandato: Ulusal bağımsızlığa ve devletin yararına kapalı, sahte demokrasi lakırdılarına açık kulaklıklar tüm gros marketlerde mevcuttur. Sağır duymaz uydurur lafı ürünün çıkışından itibaren “liberal duymaz satar” olarak değiştirilmiştir.

Biberik: Emek, kapitalizm, sömürü, şehit gibi kelimelerin ağızdan çıkışını engelleyen, ayrıca yanlışlıkla söylendiği anda ağza biber akıtan ağız filtreleri de yeni çıkan önemli teknolojilerdendir.

Yabancılar AKP’den niye bu kadar memnun? – Erol Manisalı

Türkiye yıllık 50 milyar doların üzerinde dış ticaret açığı veriyor. Onlardan gereksiz yere aldığımız mal ve hizmetlere paramız yetmediği için borçlanıyoruz ve bağlanıyoruz.

Sonra, onların kendi iç piyasalarında sermayenin yıllık getirisi yüzde beş dolayında iken paralarını bizim borsamıza getirip dört beş katı havadan kazanç sağlıyorlar. Sağmal inek gibi sağıyorlar. İhtiyaçlarını bol bol tatmin ediyrlar.

Bu kadar değil; piyasamızı onlar gibi korumadığımız ve en serbest piyasayı oluşturduğumuz; makro ve ulusal iktisat politikası izlemediğimiz, neyi yapıp neyi yapmayacağımızı, AB’ye ve IMF’ye bıraktığımız için yerli sanayiciler ya tesislerini kapatıyor ya da yok fiyatına yabancılara terk ediyor. Dev yabancı tekeller mobilyadan, mücevhere, gıdadan reklama, ilteişmden bankalara kadar sanayi ve hizmet sektörünü ele geçiriyor.

Vahşi kapitalizm Türkiye’yi sömürürken işbirlikçi oligarşi de hizmetinin karşılığını alıyor; - şeriatçılar emperyalizmi arkalarına alarak “dinci bir devlet yapısı” kuruyorlar – bölücülerbatı sayesinde ilerliyorlar – Büyük sermaye daha da büyüyor. Yerli sanayi çökerken tarım yokolurken, “dolar milyarderlerimizin” sayısı artıyor.

Savaş ve Maliyetler - Hüseyin Baş – Değişen Dünyadan

ABD’nin ve ölüm tiacetinden milyalar vuran askeri askersel sanayi devlerinin, Bush’lu ya da Bush’suz farketmez, silahlanma yarışının tatlı karlarından, egemenlik alanlarını küresel ölçekte sürekli genişletmekten vazgeçmeleri söz konusu değildir. Wall Street savaşı boşuna sevmez. 2000 yılının durgunluğunda dibe vuran New York Borsası, Irak’ın işgaliyle üç ayda 1000 puanlık tarihi bir artış sağlamıştır. Pentagon’un bütçesi 2000 yılından bu yana her yıl yüzde 5 artarak 2007’de Irak ve Afganistan savaşlarının ek harcamaları hariç, 500 milyar dolarına sınırna dayanmaıştır. Silahlanma yarışının başka bir öldürücü yanını ise gelişmekte olan ülkelerin, sosyal kalkınmalarına ayırmaları gereken paraları silahlanmaya yatırmaları oluşturmaktadır.

1978 yılında yapılan bir araştırmada son otuz yılda 69 ülkenin 119 silahlı çatışmada karşı karşıya geldiği saptanmıştır. Bugünkü savaş ve çatışmaların sayısı, kuşkusuz çok daha fazladır. Yine 1970 sonlarında İsviçreli bilim adamı Jean-Jacques Babel’e göre 5 bin 600 yılda patlak veren 14 bin 500 savaşta , o günkü dünya nüfusu kadar insan ölmüş, 110 milyon insan da sakat kalmıştır. 2. Dünya Savaşı’nın maliyeti 4 trilyon dolardır. Emperyalizmin 20. yüzyılın 68 yılında kundakladığı 32 savaşın maliyeti en az 6 bin 500 trilyon dolar düzeyindedir.

Silah devleri hafif silahlardan da yüklü paralar kazanmaktadır. Bireysel silahların da sayısı 600 binin üzerindedir ve her yıl 500 milyon insanın ölümüne yol açmaktadır...

Silah devlerinin güçlü lobilerinin kırılması için bakalım kaç milyon kişinin daha ölmesi gerekecek?

Manyaksan Gel

Turistlere pandik atma, futbol maçı çıkışı insan tacizi, yılbaşı ve diğer eğlence günlerinde adam yaralama ve alenen cinsel saldırı, oruç tutmayanlara dayak, cami çıkışında bölücü gösteri, tarikat faaliyetleri, kadınları hor görme-tepizleme, yabancı azınlıkları vurma, sınır geçip vatandaş öldürme, töre cinayetleri, ülke varlıklarını talan etme gibi şeyler devletimiz tarafından serbest bırakılmıştır. Manyaklara duyurulur.

6 Ekim 2007 Cumartesi

FossurGama Sunar: Sahanda Yumurta

Hasan oldukça açtır biraz geç kalktığı için. Kahvaltı veren bir lokantada oturmuş, sabırsızlıkla gazetesini okurken sahanda yumurtası gelir Allahtan. Hemen ekmeğinden koca bir parça koparır. Yumurtaya daldıracakken birden bir şey çeker dikkatini. Karnı zil çalarken hiç arzu etmese de başı yana döner ve camın hemen önünde bir tavuğun durduğunu görür. Dikkatle buruşur yüzü. Aman Allahım! Gözünden şapır şapır göz yaşları dökülmektedir hayvanın. Yemeğini öylece bırakır. Hesabı ödeyip paldır küldür dışarı çıkar ve tavuğu kaptığı ve taksiye atladığı gibi kaçıp gider oradan. Onu mutlu etmeyi kafasına koymuştur bundan böyle.

FossurGama Sunar: Şeytan Taşlama

Ön sıralara zorla gelmişti Hamdi bey. İçinde biriken yoğun öfkeye şaşırarak elindeki koca taşı havaya kaldırdı. Tam fırlatacakken kalp krizi benzeri bir kasılmayla durdu çarpılan yüzüyle. Orada belli belirsiz görünen tip ona el sallıyordu “Hamdi bey Hamdi bey, nerdesiniz ya, gözüm yollarda kaldı,” diyerek. Suratı şimdi kıpkırmızı olsa da hemen tanımıştı onu Hamdi bey. Umre için kaldırılan uçakta yanında oturuyordu yolculuk sırasında. İş için gittiğini söylemişti ciddi ciddi ve Hamdi bey, aralarında bir tek onun hacı olmadığını belirtince de pis pis gülmüştü. Ne kadar haklı çıktığını düşünürken yere yığıldı ve arkadaşları başına toplanıp onu çıldırmış kalabalığın içinden çekmeye çalıştı tüm güçleriyle.

DASHIEL HAMMETT

Hammett’ın şişko dedektifi benzersizdir. Bir buldog gibi yapışır olaya ve söküp atmak imkansızdır. Basık vücudu, açılmış alnıyla çirkin ama kuvvetlidir. Yaşını alsa da sertliğinden bir şey kaybetmemiştir. O kadar gerçek bir şekilde vücut bulur ki olayın içinde, hikaye birden canlanır, okuyucu heyecanlı bir belgesele şahitlik ettiğini zanneder. Net ve süssüz bir şekilde yazar Hammett ama öyle şaşırtıcı ayrıntılarla besler ki yaşanmışlığı insan bir kitapta üç dört roman okumuşçasına bir doyumla kapatır kapağı.

Kızıl Hasat, Sırça Anahtar, Kan Götürüyor, Türk Sokağındaki Ev. Mutlaka okunması gereken dört kitap.

Dashiel Hammett. Polisiyeyi façalı tough guy böbürlenmelerinden çıkarıp edebiyatın karmaşık, derin sularına taşıyan adam.

3 Ekim 2007 Çarşamba

Dizi Şeysi: ARKA SOKAKLAR

Ne zamandır, zeka katsayısını düşürmemek için yerli dizi izlememeye çalışsam da arada bir gözü takılıyor insanın gördüğü bir absürdlüğe. Arka Sokaklar dizisinde anlayamadığım şey şu. Bu altı polis niçin her şeyi beraber yapıyor? Beraber sorguya giriyorlar, beraber baskına gidiyorlar, bilgisayara beraber bakıyorlar, adli tıpta hep beraber yorum yapıyorlar; bir de çatışmaya giderken yanlarında baş komiseri götürüyorlar. Oyuncuların belli bir süre görünme anlaşması mı var acaba kontratlarında? Hayır, bunlar yatağa da böyle beraber gidiyorsa işler kötü...

FossurGama Sunar: Canlandırma – Yanlış Peygamber

Gözünüzde iyice bir canlandırın şu sahneyi:

Bir mahalle. Yolda zıplayıp duran, inleyen, bir şeyleri kovmaya çalışan bir deli ve dışarıya dökülmüş, olanları izleyen insanlar var. Delinin kafasının üstünde bir oraya bir buraya kaçan hare, o ne kadar sinek muamelesi yapıp kovsa da gitmek bilmiyor. Çılgınlar gibi koşturup kaçıyor deli sonunda ama pırıl pırıl yanan çember kafasının tam üstünde onu izliyor, bir santim bile geride kalmadan...

Greenpeace - Eylem

15 Ekim'de tüm dünyadan binlerce blogcu tek bir konuda yazacaklar - ÇEVRE
Bu önemli siber eyleme siz de katılın.

FossurGama Sunar: İş Başvurusu

Güvenlik elemanı olarak o büyük şirkete başvuran Selim oldukça heyecanlıdır. Yazılı testi geçmiş, sıra sözlüye gelmiştir. Kendisini çağırdıkları zaman üstünü başını düzelterek ilerler ve besmele okuyup derin bir nefes alarak odadan içeri girer. Hemen önünde, ayakta bir tipin durduğunu görmesiyle, herifin birden öne hamle yaparak iki parmağını gözüne sokması bir olmuştur. Selim kanlar içinde yere yığılır “Ananı!” diyerek ve sağlık ekibi oraya koşturup kendisini apar topar hastaneye götürür, artık zavallı bir kör olarak. Gerekli savunmayı yapamayan daha niceleri gibi... Ama heyhat. Güvenlik olmak da zor iştir nerden baksan...

Nevrotik Düş Kırılması

Küçükken düşsel, naif, steril bir ortamda yetiştiriyoruz çocuklarımızı. Özenle seçilmiş CD’lerde, video animasyonlarda, oyuncaklarda, evin sıcak, anlayışlı ortamında; barış, arkadaşlık, paylaşma, neşe gibi insani değerlerle tanıştırıyoruz onları ve ortaokuldan itibaren değişiyor birden her şey. Sınavlar, rekabet, hırs, para özlemi gibi normlar giriyor işin içine. Ve üniversite sonrası. Kapitalizmin acımasız çarklarında tamamen yalana dönüşüyor dünya. Hedefler değişiyor. Toplumsal statüsüne göre saygı görüyor insanlar, parası evi, arabasıyla hava atıyor, karı götürmekten, çevresindekileri ezmekten başka bir hobisi kalmıyor.

O düşsel hak dünyası çok gerilerde anlamsız bir anıya dönüşürken, insanların yüzde doksanında yaşanan stres, panik atak, depresyon gibi duygusal yıkımların nedeni bu nevrotik kırılmada saklı aslında.

İki döneme ayırabileceğimiz apayrı hayatlardan birisi, toplumsal dengeye kavuşmak için mutlaka değişmeli, bunun başka yolu yok. Ya karanlık tarafta ya aydınlık tarafta olacak herkes. Kandırmaca sona erecek. Masallar, düşler, oyunlar tüketim endüstrisinin satış uğruna pompaladığı bir sahte evren olmaktan kurtulacak. Ve ben bu uğurda ortaokul sonrasının delirip çocukluğuna sarılması için elimden gelen her şeyi yapacağım.

İkinci Cumhuriyetçiler Tam Takım

Şimdi efenim, Cengiz Çandar, Mehmet Barlas, Hasan Cemal, Murat Belge, Etyen Mahcupyan, Orhan Pamuk, Mehmet Altan, Eser Karakaş, Şahin Alpay, Mehmet Ali Birand, Ali Bayramoğlu’ndan oluşan, satıcıların rüya takımı Hikmet ağbimiz tarafından sayılmış bulunuyor. Ben de bir futbol takımının sadece oyuncularla bir anlam kazanmayacağını iyi bilen birisi olarak bazı ekler yapmak istiyorum. Kulüp Başkanı: George Bush, Yönetim Üyeleri: Dick Cheney, Condoleeza Rice gibi uluslararası şirketlerin danışmanı hükümet mensupları, AB’nin küresel yiyiş ortaklarından iki üç başbakan ve Yahudi Lobisi’nden bazı isimler. Teknik direktör: Soros. Takımdan Sorumlu Menajer: Amerikalı Feto. Ve de havlucular, malzemeciler var tabi ak pak.

Güçlü takım. İyi para harcıyor, oyuncularının ve taraftarlarının her türlü ihtiyacını gideriyorlar. Medya ve hakemler üzerinde iyi baskı kuruyorlar. Sol birleşip iyi transferler yapmazsa, emekçi ruhu hatırlamazsa ve bloklar arası mesafeyi daraltmazsa bırak şampiyonluğa oynamayı, küme bile düşebilir.

FossurGama Sunar: Derste Suskun

Necla öğretmen ilkokul dörtlere ilk defa derse girmektedir. “Oturun,” diyerek yerine ilerler. Kitabını açar ve işleyecekleri konular hakkında konuşmaya başlar. O esnada birden arka sıralardan bir çocuk “Sus be!” diye cırtlak bi sesle bağırır. Kalakalır Necla öğretmen şok içinde. Tüm sınıfın da korkuyla önüne baktığını görür sonra. Bir şey demek, bu densize haddini bildirmek üzere ağzını açacaktır ki, çocuğun yanındakinin eline bir şeyler tutuşturup kendisine gönderdiğini görür. Koşturup gelir, masanın üstüne bir kart bırakıp geri döner ufaklık. Eline alır kartı öğretmen. Şöyle bir çevirip bakar. Gözleri kısılır, ağzını büzer ve bu andan sonra da hiç bi şey demeden oturur dersin sonuna kadar. Diğer öğrenciler de susmakta, bir tek kart sahibi çocuk müthiş bir konsantrasyonla x-box oynamaktadır...

2 Ekim 2007 Salı

FossurGama Sunar: Namaz Niyaz

Önüne gelen ara pasa hızlı bir koşuyla yetişir Selim. Gole gitmektedir. Hem heyecan hem gerginlik çullanır üstüne. Ama birden tüm hevesi kaçar. Sıkıntıyla topa basıp durur ve sahadaki herkes de aynı duygularla benzer bir biçimde kalır oldukları yerde. Kaleci önüne seccadesini yaymış, bir güzel namaz kılmaya başlamıştır. “Ulan,” diye söylenir hakem sesli sesli. “Şu maç saatlerini namaza göre ayarlasalar ya artık be, yetti ha...”

Küresel Ayı

Sadaka Cumhuriyeti

İftar çadırlarında şaşaalı şovlar sürüyor. Ramazan boyunca yoksullar saatlerce sırada bekleyip iki lokma yemekle onurlandırılıyor. Peki ramazan bitince ne olacak? İşsizler, yoksullar, ucuz işgücü mağdurları yeni seçimleri mi bekleyecek dört gözle?

Sadakayla değirmen dönmez, diye bir laf doğmalı bu gidişle.

Sevgili Özgen Acar bir çin atasözünü örnek veriyor: Aç insana balık verme, ona balık tutmasını öğret.”

Devlet’in atasözü de faizleri yüksek tut, sıcak parayı çek, ithalatı arttır, uluslararası şirketleri kayır, yerli üretici, çiftçi, sanayiciyi de ez geç. Ulusal bağımsızlığa inanan zavallılar da anasını alsın başka ülkeye gitsin.

1 Ekim 2007 Pazartesi

FossurGama Sunar: Canlandırma - Kediler Şaşırtır

Gözünüzde şunu canlandırmanızı istiyorum bu sefer de:

Kediler bir çember yapıp oturmuşlar, yalanarak bakıyorlar... İnleyen köpek ortada ve üstünde bir kedi, tırnaklarını deriye geçirmiş, asılı kalmış, bir güzel bafiliyor onu...

MUMYA

Bu sabah uyandığımda birisinin beni mumyalamış olduğunu gördüm yine. Zar zor kalkıp, sargıları çıkardım, yıkanıp attım üstümden sıvıyı ve bilgisayarımın başına geçtim iyi bir kahvaltıdan sonra. Geleceğe kalıp kalmama konusunda kararsızım daha...

Karanlık Küre - 2007



Bu kitap Epsilon Gençlik tarafından 2007 yılında basılmıştır. Türü fantastik maceradır.

New Jersey'nin dışında, koca söğütlerle çevrili karalık kilisenin, mozaikli büyük pencereleri ardında, yatılı yetim öğrencilerin çıkardığı büyük gürültüler ve onları denetleyen kalın sesli papazlar vardı.

Ortalıkta tek bir insanın görünmediği o karanlık gecede, birbirine ıspanak yedirmek için iddialaşan Ted ve arkadaşlarının peşine düştüğü bir gölgeyle başladı her şey. Sadece bir gölge; ufuktaki aydınlığı arkasına almış karanlık bir siluet... Ne olduysa oldu ve on üç yaşına yeni basmış bu çocuk, oldukça heyecanlı bir macera ile sihirli dünyanın kapılarını araladı.

FossurGama Sunar: Canlı Yayın

Bakanlıkların önündedir kameraman ve spiker. Az sonra başbakan dışarı çıkacak ve canlı yayın başlayacaktır. Hazırlıklanmak üzere beyaz ayarını gerçekleştiren kameraman vizöre bir kez daha göz attığında, orada spiker kızın yanında bir herifin durup pis pis sırıttığını görür kendisine. Sinirle gözünü kameradan çeker ama, ama, kimse yoktur orada. Bir çabuk eğilip yine bakar sonra. Ve herif el işareti yapar kendisine. Kafası kalkar, gözleri büyür, kalbi deli gibi atmaya başlar. Bu sefer de kimseyi görememiştir. Spiker kız fırçalama modunda üstüne gelir o sırada. “Kerim, nooluyorsun ayol, hadisene, çıkacaklar şimdi,” der. Yüzü kireç gibi, sallanıp dururken o der ki: “Yaa, Nurcan, gel yapmayalım bugün çekim...” Ve böylece sıkı bir fırça yemeyi de başarmış olur. O kameranın önüne, Nurcan da koşturarak yerine döner. Vizörden baktığında herifin oradan hiç ayrılmadığını görür. “Keriiim!” Cırtlak haykırış beynine dolar. Kayda geçmelidir. Elleri zangır zangır titremeye tutulmuştur ve yeni sahne de pek iç açıcı değildir doğrusu: Herif spiker kızdan pandik alıyor gibi yapmaktadır, manyakça bir gülüşle... Kameraman beyni uyuşmuş gibi düşünür: sadece kendi mi görüyordur, yoksa yayına da yansır mı bu iş. Bir uyarı daha, hem de ne biçim... Kayda girer çaresiz. Tam da o sırada herif bir anda kızın içine sızıverir. Kanalda da habere bağlantı gerçekleşir ve birden, kız delice bir kahkahayla gülerek dönüp kıçını açar kameraya. Sonra da yanına gelmiş Başbakan’ın üstüne atlayıp boynunu yalayarak yere devirir ve “Kees, kees!” bağrışlarıyla canlı yayın kesilip ne olduğunu şaşırmış ana haber spikerinin kekeleyen hali verilir ekrana.

Mahalle Baskısı - Bir Kelime Oyunu Daha

Mahalle baskısı lafıyla, kuran kurslarında, mahalle organizasyonlarında, yurtlarda; uluslararası vakıflar, ABD, Arap sermayesi tarafından açıkça beslenen tarikatların para dağıtarak oluşturduğu düzen sanki yurttaşlarımızın bireysel, masum bir seçimiymiş gibi sunuluyor.

Medyanın bu kadar ince hesaplar içinde olması takdire şayan.

Hem şöyle bir kedi kükremesi atıyorlar, hem de toplumu uyutmaya devam ediyorlar.

Mesaj da hafif bir çimdirik dozuyla yerine ulaşıyor. “Aman ha! O arazilerin, o ihalelerin durumu nedir? Bizi de hafife almıyorsunuz, değil mi!”