Genel anlamda endüstri insana, müşteri ve çalışan olarak eğilir. Aynı endüstriyel zihniyet, çalışanlara “akılsal örgütlenme” modeli önerir; onların sisteme uyumu için çaba harcara. Buradan bakıldığında insanlara, hem çalışma hayatında hem de kültür endüstrisi bağlamında “seçme özgürlüğüne” sahip ‘bireyler’ oldukları söylense de, kişiler, “her durumda birer nesne konumundadır.”
İnsan kültür endüstrisince yaratılan bu tekdüzeliğe katılıp katılmama konusunda kimi çelişkilerle de yüz yüze kalır. Ama tekdüzeliğin çekici yapısı, insanları kendi tarafına yaklaştırmayı genelde başarır. Tekrar eden, birbirine benzer arzuları okşayan ve insanları tatmin eden ürünler, müşterisini çemberin dışında konumlanmaktan alıkoyar; dirençlerini kırar. Bir diğer deyişle tüketici haline gelen insan “kurumlarından yakasını kurtaramadığı eğlence endüstrisinin ideolojisine dönüşür. Bu bağlamda kültür endüstrisinin kotardığı “sanat ürünü”yle de, sanat “metalaşır ve pazarlanabilir bir şekle gelir.”
Böylesine bir ortamda, tüm ürünlerin pazarlanıp tüketiciye sunulmasının en önemli yolu (bir süre sonra kendisi de sanata dönüşen) reklamdır. Adorno’nun deyişiyle reklam, “kültür endüstrisinin yaşam iksiridir ve reklamın arkasında, sistemin egemenliği gizlenmektedir; reklam damgası taşımayan her şeye ekonomik açıdan su götürür diye bakılmaktadır”
Adorno, reklamın kültür endüstrisindeki zaferini “tüketicinin sahte olduğu halde, bastırılması zor bir istekle ‘kültür’ metalarını alma ve kullanmaya devam etmesi” biçiminde açımlar. Sonuçta kültür endüstrisi, çemberini tamamlamış ve nesnelerinin (müşterilerinin) kalbini fethetmeyi başarmıştır.
Adorno 1963’te yayımladığı “Kültür Endüstrisine Genel Bakış” adlı makalesinde, “Kültür Endüstrisi” çalışmasına ve buradaki belirlemelere bir kez daha eğilir.
Adorno’ya göre adı geçen endüstrinin yeni diye sunduğu şey, hep aynı olanın kılığının değiştirilmesinden ibarettir: “değişikliğin her yerde gizlediği, kültür üzerinde egemen olduğu günden beri değişmeden kalan kâr güdüsü gibi bir iskelettir.
Kültür endüstirisinin başat etkinliği, kişiye sahte bireysellik sunmasıdır. Ürünler, bir kaçışın yarattığı sığınaktır; ancak bu, bir kaçıştan öte adeta kümelenmeyi ortaya çıkarır. Adorno için kültür endüstrisinin fizyolojisini “verimliliği arttırma, fotoğrafik sertlik ve netlik karışımı; diğer yanda bireyci tortular, hazırlanmış ve rasyonel eğilimli romantizmin ruh hali oluşturur.
Adorno için tüm bunlarını insanları götürdüğü en önemli sonuç, koşulsuz ve bilinçten yoksun “uyumdur”
Kültür endüstrisinde bilincin yerini uyumlu olma hali alır. Zaten dirençten/direnç gösterme ediminden uzaklaştıran yapısıyla kültür endüstrisinin, insanı ulaştıracağı farklı bir durak da söz konusu değildir: Bu durağın en arı ifadesi, “ben zayıflığın teşvik edilmesi ve sömürülmesidir.” Az önce belirtilen bilinç gerilmesi veya yoksunluğu da, bu şekilde ortaya çıkmaktadır.
Kültür ve Yönetim
Kültür ile yönetim arasında bir bağ var mıdır? Adorno, bu soruyu olumlu şekilde yanıtlar. Çünkü ona göre “kültürden söz ediyorsak yönetimden de bilerek ya da bilmeyerek söz ederiz.
Ortaya attığı kültür endüstrisi kavramı ve onun biçimlendirici/birörnekleştirici, yöneten-yönlendiren ve ürünlerini pazarlayan yapısı dikkate alındığında, Adorno kültür konusunda hassas davranır. Ona göre “kültüre özgü olan, yaşamın çıplak zorunluluklarından bağımsız olandır.” Adorno için kültürün “dokunulmaz irrasyonelliğini en açık biçimde dışavurduğu yer, yönetimin kültürel olana yabancılaşmasıdır; kültür en fazla, onun hakkında en az deneyimi olanlara irrasyonel görünür.”
19. yüzyıldan başlayarak (yararlı-yararsız ayrımından hareketle) kültürün gerçek yaratıcılarının, yönetenler tarafından çoğunlukla hoş karşılanmaması veya en azından yöneticilerle tam bir uyum içinde bulunmayışı da gözden kaçmamalıdır. Adorno bu notkada, yönetimin kültürü biçimlendirişiyle bağlantılı olarak Nazileri örnek gösgterir. Onların “özerkliği, bilinçliliği, kendiliğindenliği ve eleştirelliği yok edip” bunlar yerine “biçimlendiriciliği, güçsüz topluluğu ve uyumu” koyduğunu vurgular. Adorno yönetimlerin “doğru kavrama” başlığı altında, “öznenin boyun eğmesi ve körü körüne itaat etmesinin yolunun açıldığını” belirtir. Yönetimin eskiden beri varolan hastalığı, kültür yönetiminde bir kez daha nükseder. Adorno’nun deyişiyle bu, kültürün “kitleleri işleme, propaganda ve turizm aracına dönüştürülmesidir.”
Kültürü kültür kılan, insana özgü varoluş koşullarının kişilere aktarılmasıdır, bunun eksik kalması kültürün kök salamamasına; bir anlamda kütürlenmenin gerçekleşememesine neden olur. Adorno, bu belirlemelerin ardından, bir kültür politikasının nasıl olması gerektiği üzerine ipuçlarını da verir: “Eleştirel düşünceyi dışlamayan ve yönetim organının bir işlevi olmakla kalmayan bir kültür politikasıdır bu.” Böylesine bir politika, kültürün tüketim nesnesi haline getirilmesine ve insanların baskı altına alınmasına engel olacak niteliktedir.
Şimdinin kültür endüstrisi, insanları daha çok tüketmeye, yalnızlaştırmaya; onun ancak toplum içinde birey ve bireysel özne olabileceği gerçeğini unutturup, bağlarından koparmaya çalıştığı da bir var olan. Aynı zamanda ürünleriyle, daha sarsılmaz bir fetişizm yaratıp kişinin, bundan doğan yeni cemaatler içinde yer almasını da sağlamakta…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder