(1944’te Theodor W. Adorno tarafından kaleme alınmış “Kültür Endüstrisi” isimli makale Ali Bulunmaz’ın yerinde yorumlarıyla yeni, medyatik kültür şaklabanlığına neden katlanamayacağımızı çok güzel ortaya döküyor.)
“Hakikatin yalan, yalanın da hakikat gibi göründüğü bir dönemeçteyiz şimdi. (…) Her düşünce, dhaa önce kültür endüstrisinin merkezlerinde biçimlendirilmiş olarak geliyor bize. Böyle bir ön biçimlendirmenin izini taşımayan şeylerse, inandırıcılıktan yoksun bulunuyor.”
Adorno’nun “kültür endüstrisi” kavramlaştırmasını anlamak için, öncelikle zeminde yer alan “araçsal akıl” belirlemesi çözümlenmelidir. Modern Batı dünyasında aklın araçsallaşması, kişinin aklıyla doğa üzerinde hâkimiyet kurması, onu dönüştürmesi biçiminde açıklanabilir. Kapitalist üretim şeklinin (kâr ve tüketim amaçlı üretimin) yaygınlaşması, bireye de bu gözlükle bakılmasını sağlamış ve yararlılık ilkesi, bireyin değerlendirilmesinde önemli rol oynamıştır. Bu da bir kölelik şeklidir, ancak söz konusu kölelik dolaylı bir niteliği sahiptir. İşte tam bu nokta, kültür endüstrisi ve ürünlerinin gündem gelişini imler.
Kültür endüstrisi tüketici olan, tüketmek için üreten, tüketmek adına yaşayan ve kısıtlı serbest zamana sahip “bireyleri”, ürünleriyle bütünleştiren ve mekanik-karmaşık hayatı çekilir kılan bir “alan” sunar. Bir diğer deyişle adı geçen endüstri ve ürünleri, tüketicileri birörnekleştiren ve tek boyutluluğu hızlandıran bir yapıdadır. Buradaki temel amaç ise, estetikten yoksun (seri olarak üretilen kötü kopya-kitch) ürünler aracılığıyla tatmin sağlamaktır.
Bir sektöre dönüşen “kültür” ve ürünleri, belirli çizelge ve müşteri kimliğine uygun şekilde piyasaya sürülür. Bunun dışındakiler, “yabancı” veya “işlevsiz” (getirisi olmayan) biçiminde nitelenir. Böylelikle kültür endüstrisi, birörnekleştirme harekatı başlatır ve kitle toplumunun yaratılmasına kapı aralanır. Kitle toplumu denen şey, nesne (salt tüketici) durumundaki ve davranışları önceden belirlenmiş bireylerden oluşur. Adorno bunu şöyle resmeder:
“Herkes kendiliğinden, önceden birtakım göstergelere göre belirlenmiş düzeyine uygun davranmalı ve belli başlı tüketici tipleri için üretilmiş kitlesel üretim kategorilerinden kendine denk düşene yönelmelidir. Tüketiciler, araştırma kuruluşları tarafından çizilen ve propaganda amacıyla kullanılanlardan ayırt edilemeyen haritalarda kırmızı, yeşil ve mavi alanlarla değişik gelir gruplarına göre ayrılarak birer istatistik malzemesine dönüşür.”
Bir başka deyişle tüketici, her an endüstrinin ürettiklerine bağımlı olan/olması beklenen sahte (pseudo) özneler biçiminde konumlanır. Tüketici de tüketecekleri de (ve bunun zamanı da) zaten bellidir.
“Kültür endüstrisinin ürünleri insanlar perişan halde olsalar bile canlı bir biçimde tüketilecektir. Bu ürünlerin her biri, ister iş saatlerinde ister onun benzeri dinlence saatlerinde herkesi ayakta tutan dev ekonomi çarkının bir modelidir.”
“Taklit olanı, mutlak olanın yerine koyan” kültür endüstrisi, daha da ileri giderek, taklidin çoğaltılması ve pazarlanmasını üstlenir. Endüstriyi oluşturan tekeller, sunup pazarladıklarıyla ilintili olarak bedeni özgür bırakıp ruha saldırmaktadır. Adorno, Tocqueville’in yardımıyla şu belirlemeyi yapar: Hükümdar (Adorno’ya göre günün kültür tekelleri –A.B) benim gibi düşünmeli ya da ölmelisin, demez. Benim gibi düşünmemekte özgüsün; yaşamın malın mülkün sende kalacak, ama bugünden itibaren aramızda yabancısın biçiminde seslenmektedir.”
Bir başka deyişle, uyumsuz olan dışlanır; yoksun kılınır. Buradaki temel kural çarkın dönmesidir. Kültür tekelleri, hem üretimi hem tüketimi belirler; denenmemiş/piyasanın çerçevesinin dışındaki herhangi bir şeye şüpheyle yaklaşır. Her şey, piyasanın kuralları içinde/izin verildiği ölçüde, sürekli değişmeli ve üretim-tüketim dengesi devam etmelidir. Ancak bu şekilde kültür tekellerince çizilen sınırın dışına çıkılmayacağının güvencesi elde edilmiş olur.
Kültür endüstrisinin temel amaçlarından biri de, hafif sanat (eğlence) ile yüksek sanatı uzaklaştırmak, iç içe geçirmek ve nihayet birbirine dönüştürmektir. Böylece tüketicinin “gereksinimi” karşılanırken, bir yanda da eğlenmesi sağlanmaktadır. Eğlence Adorno’ya göre “geç kapitalizmde çalışmanın uzantısıdır.”
Bu bağlamda çalışma zamanının dışındaki vakit, kültür endüstrisi tarafından doldurulur. Başkaca söylenecek olursa saf (kişinin rahatladığı, ama tüm çağrışımlara açık olduğu) eğlence,kültür endüstrisinin eğlence anlayışınca ötelenir.
Burada esas olan hazzın kamçılanmasıdır. Arzu nesneleri yaratılarak, tüketici onlara yönlendirilir. Bu anlamda kültür endüstrisi, “yüceltmeden çok, baskı kuran” bir niteliğe bürünür.İnsan denetim alıntan alınırken yaşamdan kaçırılır da;
“… Bugün sistem içinde belirleyici olan şey, tüketicinin iplerini elden bırakmama, bir an olsun direnişin mümkün olduğunu sezdirmeme gerekliliğidir. Endüstriyel kültürün ilkesi, bir yandan tüm tüketici gereksinimlerinin kültür endüstrisi tarafından giderileceğini göstermek, öte yandan da bu gereksinimleri insanın hep bir tüketici, sadece kültür endüstrisinin bir nesnesi olarak yaşamasını sağlayacak biçimide düzenlemektir. (…) Kültür endüstrisi ve onun tüm dalları gündelik yaşamdan kaçış vaat eder.”
Adorno’ya göre külütr endüstrisi “düşünmemekle eşdeğer bir eğlenceyi” dayatır, bu da bir kaçıştır, “direnme güdüsünden uzaklaşma”dır. Fakat bunun arkasından gelen “Halk ne ister?” sorusuyla, “öznellikleri yok edilmeye çalışılan insanlara, “düşünen özneler” olarak seslenilir. Sorunun yanıtı bir “karşı çıkış” içerse bile, kültür endüstrisinin “insanlara aşıladığı ve tutarlı hale gelen dirençsizlik kolayca söküp atılamaz.”
1 yorum:
Bu yazıyı bende cumhuriyet kitap ekinde okuudum. Çok güzel bir yazı. Öz ve ana konuyu veriyor. Sizi de bizi bu yazıyla buluşturduğunuz için teşekkür ederim. Çalışmalarınızda başarılar diler, yazının 2. kısmını beklediğimi bildiririm... kolay gelsin.
Yorum Gönder