İhsan Oktay Anar’ın “Suskunlar” kitabından alınmıştır:
“Böylece cüce, Bayram’a ilkin, daha çok Hüseyin Hilmi Efendi’yi esas alarak aptest almanın püf noktalarını öğretti: Her şeyden önce helâya sol ayakla girmek ve aptest aldıktan sonra sağ ayakla çıkmak gerekiyordu. Ayrıca, güneşe ve aya karşı aptest almak mekrûh sayılmaktaydı. Helâda tahâretlenirken kıble sağ ya da sol tarafa alınmalıydı. Bu esnada bir kişinin kıbleye önünü ve arkasını dönmesi tahrimen mekrûhtu. Eğer üste başa necâset bulaşmış ise su ile tahâretlenmek edepti. Buna göre, necâset bir dirhemden azsa yıkanmak sünnetti. Ama öyle değil de dirhem miktarı ise yıkanmak vâcipti. Yok eğer dirhem miktarından fazlaysa o zaman yıkanmak farz olurdu. Aynı zamanda, ibriğin ağzı kıbleyi göstermeliydi. Bu, kendisinden sonra helâya girecek kişiye kıbleyi göstereceği için sevabı çok olsa gerekti. Aptesti bozan bir şey de, parmağın makata sokulup çıkarıldığında nemli olmasıydı, ama kuru çıksa bile yine aptesti tazelemek icap ederdi. Diğer taraftan, basur illetinden mustarip kişiler basur memelerini elleriyle içeri iterlerse, hem oruç hem de aptest bozulmuş olurdu. Dahası, sülüğün haddinden fazla kan emmesi yine aynı sonuca yol açardı. Ayrıca, idrar kaçırmamak için, erkeklerin tenâsül uzuvlarının ucuna bir pamuk fitil koymaları caiz sayılırdı. Ama idrâr, bu fitilin dışta kalan ucuna kadar yayılırsa tekrar aptest almak gerekirdi. Öbür yandan, temizlik imândan gelirdi. O halde dişler temizlemek için misvak da şartı. Ancak bunun da âdâbı vardı. Misvak sağ elin baş ve serçe parmağıyla alttan, diğer üç parmakla da üstten tutularak ağıza sokulmalı, sağ ve sol yanlardaki dişlere de üçer kez sürtülmeliydi. Bu arada, edep yeri de kimseye gösterilmemeliydi. Meselâ namaz esnasında Fesübhânallah sözünü üç kez tekrar etmek ne kadar vakit alıyorsa, edep yeri de işte bu süreden fazal göründüğünde namaz bozulurdu. Kısacası aptest almak, hiç de göründüğü kadar kolay sayılmaszdı. Meselâ başın meshedilmesi şöyle olurdu: Eller ıslatıldıktan sonra, baş ve işâret parmakları haricindeki diğer üçer parmakla baş, diğerlerini değdirmeden önden arkaya doğru meshedilirdi. Derken bu kez avuç içleriyle baş, yan taraflar boyunca, arkadan öne meshedildikten sonra, başparmakların iç tarafı ile kulak arkası, nihayet dört parmağın dış tarafları ile ense sıvazlanırdı. Ayak yıkamanın da bazı kaideleri yok değildi: Meselâ sol elin serçe parmağıyla, önce sağ ayağın küçük parmağından başlayarak sola doğru, her ayak parmak arası temizlenip istihlâl edilmeliydi. Buna ilaveten namazda, rükûda iken eller parmakları açık olmak üzere dizlere konulmalı ve sağ ayak dik olmalı, ayrıca sol ayağın parmakları paramakalrı sağa dönük olmalıydı. Öte yandan “Ettehiyâtu” duâsı okunduğu sırada, “Lâ îlahe...” lâfzı söylenirken sağ elin işâret parmağı kalkmalı, “...illallah” denildiğinde de indirilmeliydi.”
1 yorum:
İhsan Oktay Anar ustaca yaptığı benzetmeler, iç içe geçirmeler, zamansız – mekansız anlatımlar hem düşündürüyor, hem zevk veriyor. Bende kitaplarını merakla okudum.
Makamlar, enstrümanlar, karakterler ve olaylar, geçmiş ve geleceğin şimdiki zamanda anlatımı, akıllıca.
Asım ve Cüce bana bir çok noktada, Hz. Ali ve Hz. Muhammed’e atfedilmiş gibi geldi.
Zahir Hazretleri ( Hz. İsa ) ve Davut ( Mehdi ) geliyorlar ve Asım'ın ( Hz. Ali'nin ) itibarını kurtarıyorlar.
Cüce’nin yazdığı, Zahir Efendi’nin Davut’a verdiği Sonata Reminör nedir acaba? Veda Hutbesi olabilir mi?
fatih1247@hotmail.com
Yorum Gönder