Geçen gün evde oturuyordum. Sıkıntı üstüme çullanmış, beynimi iyice boşaltmıştı. Önümdeki saate bakmaya başladım istemsizce. 1001, 1002, 1003... Geçip gidiyordu bir şeyler. Çocukluğumu yiyen pislik bilinmeyen bir diyara doğru dört nala koşturuyordu. Kaybettiğim şeylerin resmi geçidinde derin bir nefes saldım efkar dolu ve Dursun, dedim birden içimden. Sonra büyük bir ihtirasla yineledim aynı lafı. Bu sefer oldukça sesli. “DURSUN!” Ve durdu saat o anda! Gözlerim büyüyerek dikildim. Bir süre, belki tekrar işlemeye başlar diye baktıktan sonra hemen cebimden telefonu çıkardım. O da durmuştu. İçeriye koşturdum vakit geçirmeden. Bilgisayarın saati de takılıp kalmıştı elimdekiyle aynı dakikada. Hayretle başımı salladım. Rüyada falan mıydım acaba? Kendini çimdikleme muhabbeti beni hep güldürmüştür. Onun yerine bir yumruk attım mideme. İki büklüm olduktan sonra aklıma başka bir şey geldi. Öne atılıp pencereyi açtım hemencecik ve insanların öylece durduğunu gördüm kaldırımda. İşte bu esnada, saçlarım dikildi, tüylerim ayağa kalktı. Korku gelip yerleşiverdi mideme, ağlayacak gibi oldum ve o an, yeniden canlandı hayat. Bir daha da ne kadar denesem olmadı aynı şey. Korkmak her şeyi mahvetmişti. Denemelerime o korku ket vuruyor, son konsantrasyonu sağlamama engel oluyordu muhakkak. Ama bu işi böyle bırakmayacağım. Salakça bir korkunun bana neler kaybettirdiğinin çoktan farkına vardım. Psikiyatristle bilinçaltına inip durduracağız hayatı. Tabi o da tırsmazsa. Kendisini soyup soğana çevireceğimi düşünmezse...
http://saykolog.blogspot.com/2007/10/saykolodelik-vii.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder