Ben: Kötü şans için gölgenin senin üstüne basması gerekir.
Murat: Ama bak, kafa bölümünün üstünde duruyorum. Bu sadece algı kayması mı yoksa zamandan üç saniye kadar ilerde gittiğim için mi acaba..?
Ben: Bence bu sorun değil. Özellikle azınlık haklarıyla ilgili bir sorun değil çünkü hepimizin de çok iyi bildiği gibi gölge sayısıyla insan sayısı eşittir.
Murat: Hımm... Bu arada sen benden de ilerdesin. Gölgen en az üç metre arkanda kalmış. Vee, sorularıma cevap verirken ağzın oynamıyor. Yani ya kıçınla konuşuyorsun ya da...
Ben: Gelecek yanlış adımlarımızı doğrulamak için bizim tarafımızdan yaratılan yapay bir olgu. Geçmiş ve gelecek şimdiki zamanın yanlış anlaşılmasından başka bir şey değil. Yani psikolojik.
Murat: Benimle konuşan sen değilsin. Zaman tortusu çöplük bir görüntü bu. Gölgeni yakalamaktan başka bir çarem yok gerçeğe ulaşmak için.
(İleriden bir kahkahayla sarmalanmış iğrenç sesim havaya yayılır.)
Ben: Ha ha haa. Büyük bir yanlış bu. Gölgem eline yapıştı işte. Güneş ve ay birlikte ortaya çıkmadıkça sen de dışarıya çıkamayacaksın artık.
Murat: Hayır, yalan bu. Nereye gitsem peşimden geleceksin bundan böyle. İşte gerçek.
Ben: Güneş bedenlere arkadan çarpar ve sen de benim önümde olursan başka bir çarem yok ama unutma, en sadık şeydir bir gölge. Bana dönecektir tam da gerektiği anda.
Murat: Aman tanrım. Benimle konuşan gölgenmiş. Hem de sarhoş bu.
Ben: Ha ha ha. Bir insanın her zaman gölgesidir sarhoş olan. Bedenime, buruş buruş olmuş suratıma bak. Şu anda dünyanın çözülmemiş çözümlerini bir çözüme kavuşturmakla meşgul.
Murat: Buldum. Atlamalıyım bu kabustan kurtulmak için. Evet, güç damarlarımdaki asil kanda mevcut. Şimdi.
(Murat müthiş bir sıçrayışla Kazancı yokuşunu aşıp İstiklal’e konar. Yanıma vardığı anda gölgem üstüme dolanır ve sarhoşluk beynime vurur. Delice kıkırdayıp omuzuna bir şaplak atarım Murat’ın.)
Ben: Naaber bilader. Aslanım’a gidelim mi?.
Murat: Tabi lan. Hadi yürü.
Ben: Şu işe bak gölgelerimiz köşeyi döndü bile.
Murat: Keyifleri bilir. Sarhoş olacak onlar. Biz bir şehir düşleyip oraya göç etmekle uğraşacağız.
Ben: Sadece göç etmekle kalmayacağız. Bir de yaşanmaz hale getireceğiz orayı.
Murat: Evet.
(Ve yürümeye çalıştık bundan böyle. Ama bu çizgiromanda gölgemiz olmadığı için sadece uçabiliyorduk ve bundan yararlanıp Paris’e St Michel’de bir kahvenin üstüne inip havada garsondan iki bira alıp geriye döndük. Gölgelerimizin Kapadokya’ya tatile gittiğini duyunca da sıkılıp yine Paris’e geçtik. Ve yemin ederiz ki NotreDame’ın kamburunu çan kulesinde melez bir kıza bafi yaparken gördük. Hem seyrettik hem içtik ondan sonra. Belki on beş yıl...)