1 Ekim 2010 Cuma

Gerçeğin Boşalması


Beyne nesne temsilleri, sanıldığının aksine uyararak değil, bastırarak yerleşir. Ağaç levha üzerine kabartma yazı kazımaya benzer bu. Nasıl harflerin ortaya çıkabilmesi için, çevrelerinin kazınması gerekirse, beyne herhangi bir nesneyle ilgili uyarı geldiğinde de, uyarıyı alan döngülerin etrafındaki hücrelerin aktif olarak bastırılması gerekir.
Bunun için nesneden uyarının tekrarlayıcı biçimde alınması gerekir ki, beyinde temsille ilgisiz sahalarda yeterli baskılama, ilgili sahalarda da yeterli kabarma oluşturulabilsin. Eğer nesneler sağlam bir temsil oluşturmaya yetecek sayıda, kişinin zihniyle karşılaşma imkanı bulamazsa (diyelim hapishane koşullarında ya da çok korunup kollanarak büyütülen çocuklarda) kendilerini beyinde kesin çizgilerle temsil ettirme gücü kazanamazlar. Gerçeğin beyne o ya da bu nedenle zayıf doldurulması, onun zihinden erken boşalmasına da neden olur, zayıf temsil uzun süre canlı tutulamaz çünkü. Temsillerin zayıf kodlanması, beynin nispeten sabit ve yönü belli bir yapı içinde gelişememesi (şizofrenojenik beyin yapısı) sonucunda da olabilir. Bu durumda, aynı nesneyle her karşılaşmada aynı sinir döngülerinin uyarılamamsı söz konusu olur. Bu durum kodlama kaymasına neden olmakta, nesne her defasında beyinde farklı iz bırakarak, bulanık bir temsil yaratmaktadır.
Zayıf temsil nedeniyle zihinden gerçeğin zaman içinde hızlı ve kolay biçimde boşalması (nesnelerden geri çekilmek) zhinin, gerçeğin kırıntılarından fantastik bir dünya (hayal âlemi) üretmesini kolaylaştırır.
Gerçeğin boşalması işlemi, yalnızca yukarıda sayılan psikopatolojik nedenlerle olmaz, ekonomik nedenlerle de olur. Eğer ekonomik yapı, teknolojik gelişim ve gelir bölüşümünde dengesizlik nedeniyle  doğayı, yaşamın araçlarını insan için nesne olmaktan çıkarmışsa, zihnin güçü temsiller alacağı dış dünya ortada yok demektir. Bu durumda toplumda, çoğu zihinden gerçeğin boşalması kaçınılmazdır. O zaman gerçeğin kırıntılarından türemiş “fantastik bir gerçeğin” peşine düşmek birlikte yürünen tek yol olur.
Bugünkü çocuklar fantastik öğelere sanıldığından fazla bağlıdır, çünkü zihinleri, gerçeğin boşalttığı alanalarda çatılmış sayısız hayali imgeyle doludur. Yeni neslin gerçek bir hedef için mücadele etmesi o yüzden pek olası değildir. Gerçeklik algısının zorunlu olarak genişlemeye başladığı ergenlik döneminde, gerçeğin ağır yapısını, zhinin zayıf yapısıyla taşımak güçleşmekte ve çoğu zihin, kişinin kendisi tarafından bile isteye boşaltılmaktadır.
Nesnenin veya nesneyi algılayacak düzeneğin yokluğu sonunda oluşan, izafi beyin boşluklarının komşu hücrelerce, gerçeğin kırıntılarının tetiklemesiyle doldurulması, öncelikle bunlar üzerinde var olan fantastik baskının kaldırılmasıyla mümkündür. Baskı kalktıkça sinir hücrelerinin bu boşluklarda saçaklaşmasını sağlayarak yavaş biçimde yeni örgüler kurulur. Bunlar bir kez kurulduktan sonra, nesne uyarısı sağlıklı biçimde tekrar alınmaya başlar ve yeni örgüler aniden işlevsel potansiyel kazanırlar. Beyni de, zihni de sadece nesnelerin içindeki işlevleri güçlü kılar. Onun için zihnin, küçük yaşalrdan itibaren işlev kazanmasının önünü açmak, diyelim her karşılaştığı sorunu çocuğun kendinin çözmesini sağlamakla olur; benzer biçimde, gerçekten bağımsız fantastik dünya içinde kalmış kişilerin rehabilitasyonu da önlerine bir tutam gerçek konularak başlar.
Gerçekle bağlarını yitirmiş toplumları, yeniden somut sorunların içinde tutmak, sağlıklı nesne ilişkisi kazanmak için gereklidir. Yoksa boşalmış zihinlerin içine, gerçekle dengede durmayan yoğunlukta fantastik öğe alma tehlikesinin bulunduğunu unutmamamız gerekiyor. Bugün insanın beynine, kötülüğün her fantezisi girip serbestçe oturmaktadır, halbuki doğada, bugün hayatta olanından çok daha az kötülük vardır; insanların tatilini neden kedilerin mutlu olduğu yerde geçirmek, oturdukları, çalıştıkları yerde de neden kedileri mutlu yapmak istediğini sanıyorsunuz?
Beden, kendine nakledilen organı atma yeteneğine sahipken, nesnesizliğin yarattığı fanteziyi zihninden çıkartmak yeteneğini kaybetmiştir beyin. Boşluk, ayırt etmeden ve tepkisiz biçimde benimser çünkü. Nesneden alnına uyarının kesilmesi, beyin kabuğunun (korteks) telafi çabasından çok, kabuk altının (subortikal) çabasını önümüze getirir. Kabukaltı, filogenetik kaynaklı, dürtüsel davranış yüklüdür. Dolayısıyla nesne yoksunluğunun, vahşi davranışla doldurulması kaçınılmazdır. Boş boş bakan, nesne yoksunu insan değil mi bugün dünyanın her yerinde gördüğümüz saldırgan...

Aylak Bilgi – Tahir M. Ceylan

Hiç yorum yok: