Pascal: “İnsan, doğuştan gelen ve bağışlama olmaksızın ortadan kalkması olanaksız yanılgıyla dolu bir özneden başka bir şey değildir. Hiçbir şey gerçeği göstermez ona. Her şey yanıltır onu. Gerçekliğin iki kaynağı olan us ve duyular, ikisinin de içtenlikten yoksun olmaları bir yana, aldatırlar birbirlerini…”
Vauvenargues: “Kendilerine övgüler yağdırmak, insanlara hakaret etmektir bazen, çünkü değerlerinin sınırlarını belirler bu övgüler; pek az insan kendisinin beğenilmesine üzlmeksizin katlanacak kadar alçakgönüllüdür.”
Vauvenargues:“Olağanüstü şeyler söylemeye çalıştığı zaman, pek az doğru şey söyler insan.”
Vauvenargues: “Başkalarının mutsuzluğunu hazırlayanların alışılmış bahaneleri, onların iyiliklerini istemeleridir.”
Vauvenargues: “Başkalarının mutsuzluklarından acı çeker gönül yüceliği, sanki onların sorumlusu kendisiymiş gibi.”
Vauvenargues: “Kötülüğe dönüşlerimizden ve mutsuzluklarımızın bile kusurlarımızı düzeltemediğini görmekten dolayı üzgünüz.”
Comte de Lautréamont, Maldoror’un Şarkıları kitabından seçkiler
Anagram
30 Nisan 2010 Cuma
Kusur Hesaplaşması
“Kusurlarımız olmasaydı başkalarının kusurlarını görmekten bunca zevk almazdık.
La Rochefoucault
La Rochefoucault
29 Nisan 2010 Perşembe
Selam
Günün kaderini bir avuç kum gibi yumruklarının arasında taşıyanlara selam olsun.
Dış Kapının Sesi'nden bir replik...
Dış Kapının Sesi'nden bir replik...
Yergi Ustalarından Gazeteciliğe Bakış
Arnold Bennett (Romancı-eleştirmen)
"Gazeteciler doğru olmadığını bildikleri bir şeyi söylemekten asla çekinmezler, kırk kere söylersek doğru olur umuduyla."
Thomas Jefferson (ABD'nin ilk dışişleri bakanı ve üçüncü başkanı. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi'nin taslağında Benjamin Franklin ve John Adams'la birlikte üçüncü imzaya sahiptir.) .
"Bir gazetenin en yanlışsız sayfaları ilan sayfalarıdır."
Oscar Wilde (Romancı-oyun yazarı-eleştirmen)
"Eskiden işkence aletleri vardı, şimdi gazeteler var."
George Bernard Shaw (Yergi Yazarı=
"Görünen o ki, gazeteler bir bisiklet kazsıyla uygarlığın çöküşünü birbirinden ayırt edemiyor"
Joseph Pulitzer
"Ahlak ilkelerini bile bile çiğneyen, yalnızca kendi çıkarını gözeten, halk avcısı, fırsat düşkünü bir basın, önünde sonunda kendisi kadar alçak bir halk yaratır."
Celal Üster'in "Yeryüzü Kitaplığı" köşesinde Enrico Morresi'nin Haber Etiği kitabının tanıtımından seçilerek alıntılanmıştır.
"Gazeteciler doğru olmadığını bildikleri bir şeyi söylemekten asla çekinmezler, kırk kere söylersek doğru olur umuduyla."
Thomas Jefferson (ABD'nin ilk dışişleri bakanı ve üçüncü başkanı. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi'nin taslağında Benjamin Franklin ve John Adams'la birlikte üçüncü imzaya sahiptir.) .
"Bir gazetenin en yanlışsız sayfaları ilan sayfalarıdır."
Oscar Wilde (Romancı-oyun yazarı-eleştirmen)
"Eskiden işkence aletleri vardı, şimdi gazeteler var."
George Bernard Shaw (Yergi Yazarı=
"Görünen o ki, gazeteler bir bisiklet kazsıyla uygarlığın çöküşünü birbirinden ayırt edemiyor"
Joseph Pulitzer
"Ahlak ilkelerini bile bile çiğneyen, yalnızca kendi çıkarını gözeten, halk avcısı, fırsat düşkünü bir basın, önünde sonunda kendisi kadar alçak bir halk yaratır."
Celal Üster'in "Yeryüzü Kitaplığı" köşesinde Enrico Morresi'nin Haber Etiği kitabının tanıtımından seçilerek alıntılanmıştır.
Furio Scarpelli'nin Vedası
Bunun Adı Zaten Konuldu, Kıvırtmayın
"Kavram olarak "dünya ekonomisi", "emperyalist sistem" denilmesi daha doğru. Dünya zaten küresel. Küreselleşmiş bir hizmet yok! İdeolojik düzlemde sistemin adının saygınlaştırılması hastalıklı bir yaklaşımdır. En doğrusu emperyalist sistemdir...
Korkut Boratav
Korkut Boratav
Kapitalizmin Altın Çağı Bitti 1
Şükran Soner'in Korkut Boratav'la Söyleşi'sinden Alıntılar
1970'ler... İşveren talepleri belirleyici rol oynadı, bölüşüm operasyonu gündeme taşındı. Sol saflaşma, askere yansıyan iç hesaplaşma, dünya gidişatına uymuyordu.
Milliyetçi Cephe aslında bir sınıf cephesidir. Şiddetin kaynağı faşist akımlar derin devlet ağırlıklıydı. sol sağa ayrı kefedeydiler. geleneksel CHP, artı sol solsyal demokrat işlev üstleniyor, kendi solunun gelişmesinin önünü açıyordu. Sağın koyduğu zorla sol izole ediliyordu...1980 egemen sınıfın solu tehdite olarak algılamasıdır. Sendikalar, halk kesimleri 24 Ocak'a razı değillerdi. Dünya ekonomisine uyum sağlanamaıyordu. Kriz ortamına girilmişti. Halk sınıflarına ağır maliyet yüklemeden krizden çıkmak olası değildi.
AB sosyal demokrasisinin dağılmata olduğu bir tarihle çakışma söz konusuydu. Krizi sol söylemle, aşırı sınıf işbirlikleriyle çözmeye çalışıyorlardı. Ecevit'e destek vermediler. Almanya sosyal demokrasisi, Türkiye'yi kendi camiası içinde görmüyordu. Sorumluluğu üstlenmedi. Yoksul 3. Dünya ülkesinin bu sınavında tarihi görev üstlenmek istemedi, el uzatarak destek vermediler.
Batı'da sosyal demokrasi emperyalizme yatkındır.
Askeri Rejim Modeli'ne duyulan gereksinim: Model içinde fiyat kontrolleri kalktı, faiz yükseldi, emek üceretleri, köylü gelirleri baskı altına alındı. Baskı altında olunmadan, sendikal, demokratik örgütlülüklerin dinamiklerinde sistem yürütülemezdi. Ana amaç ihracata dönmek, açık ekonomi yaratmak. Ücretleri uzun süreçli etkin, baskı altında tutmak.. 12 Eylül'ün baskısı lazım.. Sayısız belge sermaye sınıfı ile kurulmuş iletişimi ortaya koyuyor. 12 Mart'ın vitrin yaklaşımı 12 Eylül'de yok. Reformcu vitrine ihtiyaç yok.
1970'ler... İşveren talepleri belirleyici rol oynadı, bölüşüm operasyonu gündeme taşındı. Sol saflaşma, askere yansıyan iç hesaplaşma, dünya gidişatına uymuyordu.
Milliyetçi Cephe aslında bir sınıf cephesidir. Şiddetin kaynağı faşist akımlar derin devlet ağırlıklıydı. sol sağa ayrı kefedeydiler. geleneksel CHP, artı sol solsyal demokrat işlev üstleniyor, kendi solunun gelişmesinin önünü açıyordu. Sağın koyduğu zorla sol izole ediliyordu...1980 egemen sınıfın solu tehdite olarak algılamasıdır. Sendikalar, halk kesimleri 24 Ocak'a razı değillerdi. Dünya ekonomisine uyum sağlanamaıyordu. Kriz ortamına girilmişti. Halk sınıflarına ağır maliyet yüklemeden krizden çıkmak olası değildi.
AB sosyal demokrasisinin dağılmata olduğu bir tarihle çakışma söz konusuydu. Krizi sol söylemle, aşırı sınıf işbirlikleriyle çözmeye çalışıyorlardı. Ecevit'e destek vermediler. Almanya sosyal demokrasisi, Türkiye'yi kendi camiası içinde görmüyordu. Sorumluluğu üstlenmedi. Yoksul 3. Dünya ülkesinin bu sınavında tarihi görev üstlenmek istemedi, el uzatarak destek vermediler.
Batı'da sosyal demokrasi emperyalizme yatkındır.
Askeri Rejim Modeli'ne duyulan gereksinim: Model içinde fiyat kontrolleri kalktı, faiz yükseldi, emek üceretleri, köylü gelirleri baskı altına alındı. Baskı altında olunmadan, sendikal, demokratik örgütlülüklerin dinamiklerinde sistem yürütülemezdi. Ana amaç ihracata dönmek, açık ekonomi yaratmak. Ücretleri uzun süreçli etkin, baskı altında tutmak.. 12 Eylül'ün baskısı lazım.. Sayısız belge sermaye sınıfı ile kurulmuş iletişimi ortaya koyuyor. 12 Mart'ın vitrin yaklaşımı 12 Eylül'de yok. Reformcu vitrine ihtiyaç yok.
Çürüme Bataklığından Çıkış - 1 Mayısa Doğru
1 Mayıs - Ergin Yıldızoğlu
....
Otuz yıl önce başlayan "restorasyon"un iflası, 2007'de patlak veren mali krizle birlikte, pratikte ve ideolojik olarak tamamlandı. En temell varsayımları bizzat bu restorasyonun özneleri, sermayenin sözcüleri tarafından sorgulandı, medyada günah çıkarma seansları yaşandı, yaşanıyor. Bundan sonrası artık yalnızca çürümedir!
Otuz yıl önce sermayenin "Başka seçenek yok!" sloganıyla başlayan saldırısının ideolojik ifadesi neo-liberalizm, küreselleşmecilik oldu. Bu restorasyon döneminde, emekçi sınıfların çoğu kazanımları ellerinden alındı. Gelişmekte olan ülkelerin, klasik sömürgecilikten çıkarken geliştirdikleri "ulusal projeleri" tasfiye edildi, ekonomileri uluslararası sermayenin serbest kullanımına açıldı. Sonra, Afganistan ve Irak'ta sömürgecilik geri geldi. Böylece kapitalist sınıfın özgürlükleri tümüyle restore edildi, egemenlikleri pekişti.
Bu dönemde siyasal eşitliğin yerini, piyasa eşitliği aldı. Demokrasi insanlığın eşitçe, özgür "konuşma", irade beyan etme, özyönetim hakkı olmaktan çıkarak genel seçimlere, özgürlük de tüketim özgürlüğüne indirgendi. Bu dönemde insanlığın ortak yaşam kaynakları sermaye tarafından acımasızca mülksüzleştirildi.
Kültürel yaşamımız ise bir taraftan, her türlü evrensel hakikat düşüncesini yadsıyan, haz odaklı, egoist postmodern öznelliklerle, bedenin hazlarını yadsıyan, intihar eğilimli (bedeninin kurban ederek yeni bir yaşama geçmeyi arzulayan) teolojik öznellikler arasındaki çatışmaya sıkıştı. Bu dönemde sermayenin dinin içini boşaltarak metalaştırdığını, kolonize ederek kendi özgün baskı araçları, beden kontrol mekanizmaları arasına kattığını gördük.
Bu dönemin nasıl acımasız bir sınıf saldırısı, mülksüzleştirme süreci olduğu, neo-liberalizmin devletin içindeki demokratik kalıntıları tasfiye ettiği artık açıkça gözler önüne serilmiştir. Restorasyon döneminde faiz/rant üzerinden büyük birikimleri gerçekleştiren mali sermaye, mali kriz patlak verince, ABD başta olmak üzere birçok ülkede devlete el koydu, kendi "yönetim komitesine" çevirdi. Çalışanlar işlerini, evlerini, ömür boyu biriktirdikleri güvenlik akçelerini kaybederken hükümetler bankalara devasa kaynaklar aktardılar. Böylece sermaye kurtarılırken oluşan devasa kamu borçları, gelecek kuşakların gelirlerini daha şimdiden sermayeye transfer etmiş oluyordu.
Şimdi, dönemin en gebe olgusu, "devletlerin sermayeyi kurtarırken üstlendikleri mali krizleri"dir. Devletler bu mali krizi aşabilmek için, emekçilerin gelirlerine ve haklarına yüklenecekler. Bu krize ilişkin, sermayenin porojesinden farklı tüm diğer olasılıkları, restorasyon döneminde ağızlarına almadıkları "toplumsal çıkar" adına bastıracak, farklı seçeneklerin gündeme gelemsini engellemeye çalışacaklar.
Emekçiler kriz süresinde yaşananları görmüş olmanın kızgınlığıyla yükün üzerlerine yıkılmasını kabul etmeeycekler; İspanya'dan Portekiz'e Yunanistan'a Kırgızistan'a, Çin'e kadar, hatta Fransa'da İngiltere'de direnecekler, direnmeye başladılar. Tekel işçileri, Tariş işçileri de bu yükselmekte olan dalganın bir parçası...
Şimdi, bir başka toplumsal yaşamın kurulabileceğine, "servet eşitsizliği"nin toplumdan ayrı, onun üzerinde bir baskı aracaı olarak yaşayan asalak bir devletin aşılabileceğine, tüm bunların bir gün gerçekleşeceğine ilişkin hiçbir güvence aramadan, inanma cesaretini gösteren öznelere büyük görevler düşüyor. Örneğin, restorasyon döneminin, bir önceki sermaye birikim modelinin, emekçi yaşamlarının ve öznelliklerinin tasfiye edilmesi sürecinde bizi sermayesinin saldırısına ortak eden sahte "değişim" gevezeliği teşhir edilmelidir. İkincisi, gözünü sermayenin ufkunun ötesine dikmiş gerçek bir değişim düşüncesinin konuşulmasının koşullarını yaratmak için mücadele edilmelidir. Üçüncüsü, herm emekçi sınıf eyleminin ülke içinde, hatta ulsulararası düzeyde evrenselleşmesine, "direniş ırmaklarının" birleşerek güçlü nehirler oluşturmasına çabalamak son derece önemli olacaktır...
....
....
Otuz yıl önce başlayan "restorasyon"un iflası, 2007'de patlak veren mali krizle birlikte, pratikte ve ideolojik olarak tamamlandı. En temell varsayımları bizzat bu restorasyonun özneleri, sermayenin sözcüleri tarafından sorgulandı, medyada günah çıkarma seansları yaşandı, yaşanıyor. Bundan sonrası artık yalnızca çürümedir!
Otuz yıl önce sermayenin "Başka seçenek yok!" sloganıyla başlayan saldırısının ideolojik ifadesi neo-liberalizm, küreselleşmecilik oldu. Bu restorasyon döneminde, emekçi sınıfların çoğu kazanımları ellerinden alındı. Gelişmekte olan ülkelerin, klasik sömürgecilikten çıkarken geliştirdikleri "ulusal projeleri" tasfiye edildi, ekonomileri uluslararası sermayenin serbest kullanımına açıldı. Sonra, Afganistan ve Irak'ta sömürgecilik geri geldi. Böylece kapitalist sınıfın özgürlükleri tümüyle restore edildi, egemenlikleri pekişti.
Bu dönemde siyasal eşitliğin yerini, piyasa eşitliği aldı. Demokrasi insanlığın eşitçe, özgür "konuşma", irade beyan etme, özyönetim hakkı olmaktan çıkarak genel seçimlere, özgürlük de tüketim özgürlüğüne indirgendi. Bu dönemde insanlığın ortak yaşam kaynakları sermaye tarafından acımasızca mülksüzleştirildi.
Kültürel yaşamımız ise bir taraftan, her türlü evrensel hakikat düşüncesini yadsıyan, haz odaklı, egoist postmodern öznelliklerle, bedenin hazlarını yadsıyan, intihar eğilimli (bedeninin kurban ederek yeni bir yaşama geçmeyi arzulayan) teolojik öznellikler arasındaki çatışmaya sıkıştı. Bu dönemde sermayenin dinin içini boşaltarak metalaştırdığını, kolonize ederek kendi özgün baskı araçları, beden kontrol mekanizmaları arasına kattığını gördük.
Bu dönemin nasıl acımasız bir sınıf saldırısı, mülksüzleştirme süreci olduğu, neo-liberalizmin devletin içindeki demokratik kalıntıları tasfiye ettiği artık açıkça gözler önüne serilmiştir. Restorasyon döneminde faiz/rant üzerinden büyük birikimleri gerçekleştiren mali sermaye, mali kriz patlak verince, ABD başta olmak üzere birçok ülkede devlete el koydu, kendi "yönetim komitesine" çevirdi. Çalışanlar işlerini, evlerini, ömür boyu biriktirdikleri güvenlik akçelerini kaybederken hükümetler bankalara devasa kaynaklar aktardılar. Böylece sermaye kurtarılırken oluşan devasa kamu borçları, gelecek kuşakların gelirlerini daha şimdiden sermayeye transfer etmiş oluyordu.
Şimdi, dönemin en gebe olgusu, "devletlerin sermayeyi kurtarırken üstlendikleri mali krizleri"dir. Devletler bu mali krizi aşabilmek için, emekçilerin gelirlerine ve haklarına yüklenecekler. Bu krize ilişkin, sermayenin porojesinden farklı tüm diğer olasılıkları, restorasyon döneminde ağızlarına almadıkları "toplumsal çıkar" adına bastıracak, farklı seçeneklerin gündeme gelemsini engellemeye çalışacaklar.
Emekçiler kriz süresinde yaşananları görmüş olmanın kızgınlığıyla yükün üzerlerine yıkılmasını kabul etmeeycekler; İspanya'dan Portekiz'e Yunanistan'a Kırgızistan'a, Çin'e kadar, hatta Fransa'da İngiltere'de direnecekler, direnmeye başladılar. Tekel işçileri, Tariş işçileri de bu yükselmekte olan dalganın bir parçası...
Şimdi, bir başka toplumsal yaşamın kurulabileceğine, "servet eşitsizliği"nin toplumdan ayrı, onun üzerinde bir baskı aracaı olarak yaşayan asalak bir devletin aşılabileceğine, tüm bunların bir gün gerçekleşeceğine ilişkin hiçbir güvence aramadan, inanma cesaretini gösteren öznelere büyük görevler düşüyor. Örneğin, restorasyon döneminin, bir önceki sermaye birikim modelinin, emekçi yaşamlarının ve öznelliklerinin tasfiye edilmesi sürecinde bizi sermayesinin saldırısına ortak eden sahte "değişim" gevezeliği teşhir edilmelidir. İkincisi, gözünü sermayenin ufkunun ötesine dikmiş gerçek bir değişim düşüncesinin konuşulmasının koşullarını yaratmak için mücadele edilmelidir. Üçüncüsü, herm emekçi sınıf eyleminin ülke içinde, hatta ulsulararası düzeyde evrenselleşmesine, "direniş ırmaklarının" birleşerek güçlü nehirler oluşturmasına çabalamak son derece önemli olacaktır...
....
28 Nisan 2010 Çarşamba
Nedir bu iyi vatanseverlik?
Nedir bu iyi vatanseverlik, kimse açıklamaz. İyi vatanseverlik, çoğunun dediği üzere, işgalci olmayabilir ama işgalci olmayanı bile, ister istemez alıkoymaya yöneliktir; yani insanlar zaptettiklerini alıkoymak isterler. İşgalsiz kurulan tek bir ulus yoktur ve işgal de sadece şiddet ve cinayetle becerilebilir.
Leo Tolstoy - Vatanseverliğe Karşı - 1896
Leo Tolstoy - Vatanseverliğe Karşı - 1896
Tolstoy'un 3 Günlüğü
Tolstoy'un üç günlüğü vardı, birini ortalıkta bırakıyordu, evdekiler okuyup feyz alsın diye. Bir de güya gizli günlüğü vardı ama aile efradı ona da ulaşabiliyordu. Ve bir de süper gizli bir günlük tutuyordu. Sofya onu bulduğunda dananın kuyruğu koptu...
Michael Hoffman - Tolstoy'u anlatan Son İstasyon filminin yönetmeni
Michael Hoffman - Tolstoy'u anlatan Son İstasyon filminin yönetmeni
27 Nisan 2010 Salı
26 Nisan 2010 Pazartesi
Kim bu John Lennon?
Jim Tarbuck (Komedyen, John Lennon'ın ilkokul arkadaşı ve ömür boyu dostu) : ...Sessiz sedasız biri değildi, bir münakaşa varsa mutlaka içindeydi. Yoko Ono'yla takılmaya başlayınca pasifist oldu, ama kabadayı bir tarafı vardı. Kavgaya girmekten çekinmezdi. Yaşı kemale erdiğinde âlemci oldu. Bir partide içkime gizlice speed hapı attı, dört gün boyunca tavşan gibi dolaştım. Kıyak oğlandı, tam bir takım oyuncusuydu.
Rod Davies (Lennon'ın 1956'da kurduğu grubu Quarrymen'in gitaristi. Gruba Paul Mc Cartney katılınca ona yol gözüktü.): Aramızdaki en iyi solist John'du, fakat hiçbirimiz ondaki müzikal kabiliyetin farkında değildik. O zamanlar göze çarpan kabiliyeti karikatüristliğiydi. "Daily Howl" adını verdiği karikatür defteri okulda elden ele dolaşırdı. Öğretmenler odasında bile kahkahalara sebep olurdu. Kural tanımaz bir öğrenciydi, sınırlara riayet etmezdi.
Bill Harry (Lennon'ın Liverpool Sanat Akademisi'ndeki yakın arkadaşı. Liverpool'un ilk rock'n roll dergisi Mersey Beat'in kurucusu, editörü.): O zamanlarki favorisi Just William serisinin yazarı Richmal Crompton'dı. Ama bir numaralı kitabı Alis Harikalar Diyarında'ydı. Bana Amerikalı sanatçı Steinberg'i hatırlatırdı, çizgisi çok kıvraktı. Ama çok asiydi. Bir keresinde hoca "bir tersane çizeceksiniz" dedi. O ödevde John sınıf sonuncusu oldu. Çünkü herkes vinçler, işçiler filan çimzişti, John ise sadece bir ayak çizmişti.
Rod Davies (Lennon'ın 1956'da kurduğu grubu Quarrymen'in gitaristi. Gruba Paul Mc Cartney katılınca ona yol gözüktü.): Aramızdaki en iyi solist John'du, fakat hiçbirimiz ondaki müzikal kabiliyetin farkında değildik. O zamanlar göze çarpan kabiliyeti karikatüristliğiydi. "Daily Howl" adını verdiği karikatür defteri okulda elden ele dolaşırdı. Öğretmenler odasında bile kahkahalara sebep olurdu. Kural tanımaz bir öğrenciydi, sınırlara riayet etmezdi.
Bill Harry (Lennon'ın Liverpool Sanat Akademisi'ndeki yakın arkadaşı. Liverpool'un ilk rock'n roll dergisi Mersey Beat'in kurucusu, editörü.): O zamanlarki favorisi Just William serisinin yazarı Richmal Crompton'dı. Ama bir numaralı kitabı Alis Harikalar Diyarında'ydı. Bana Amerikalı sanatçı Steinberg'i hatırlatırdı, çizgisi çok kıvraktı. Ama çok asiydi. Bir keresinde hoca "bir tersane çizeceksiniz" dedi. O ödevde John sınıf sonuncusu oldu. Çünkü herkes vinçler, işçiler filan çimzişti, John ise sadece bir ayak çizmişti.
24 Nisan 2010 Cumartesi
Türkiye'den İnsan Manzaraları - Fatih Yonca
2009 yılının Aralık ayının başlarıydı...
Teröristler Tokat'ın Reşadiye ilçesinde bir askeri aracı pusuya düşürerek 7 askeri şehit ettiler.
Yüzsüz yalancılar salt orduyu yıpratmak için "Eylemi Ergenekoncular Yaptı" diyecek kadar ahlaksızlaştılar.
Oysa acı, salt 7 askerin şehadetinde değildi, o erlerin göğsünde sallanan künyenin öbür yüzü büyük dramlar saklıyordu!..
Şehit erlerden biri Hataylı Fatih Yonca'ydı... Onun dramı, yoksulluğun ölüm kadar acı olabileceğini de çok güzel anlatıyordu.
Subaylar şehitle ilgili haberi ailesine vermek için Hatay'ın İskenderun ilçesi kırsalında bir köye gittiler. Köüyün dağlık kesiminde iki odalı, briketten yapılma, kapısı naylonla kapatılmış, sıvasız derme çatma bir evle karşılaştılar!
Subayların acısı karşılaştıkları manzara karşısında daha da büyüdü. Anne Gülsüm Yonca subayları gördüğünde ağıt boğazına yapıştı ve yoksulluğunu her zerresinde hissettiği bedeni dermansız kaldı!..
Gülsüm, eşinin kendisini boşayarak dört çocuğuyla birlikte terk ettiğini, Fatih'in ise askere gitmeden önce hem okuyup hem de evin geçimini sağlamaya çalıştığını anlattı. Talihsiz kadının daha sonra söyledikleri ise kimilerinin yüzüne bir şamar olacaktı:
"Fatih askere gittikten sonra da 39 lira 14 kuruşluk onbaşı maaşını bana gönderiyordu. Kaymakamlığın verdiği gıda ve kömür yardımları ile komşuların desteği bizi ayakta tutuyordu...
(Mehmet Faraç'ın Terör ve Toplum köşesinden alınmıştır.)
Teröristler Tokat'ın Reşadiye ilçesinde bir askeri aracı pusuya düşürerek 7 askeri şehit ettiler.
Yüzsüz yalancılar salt orduyu yıpratmak için "Eylemi Ergenekoncular Yaptı" diyecek kadar ahlaksızlaştılar.
Oysa acı, salt 7 askerin şehadetinde değildi, o erlerin göğsünde sallanan künyenin öbür yüzü büyük dramlar saklıyordu!..
Şehit erlerden biri Hataylı Fatih Yonca'ydı... Onun dramı, yoksulluğun ölüm kadar acı olabileceğini de çok güzel anlatıyordu.
Subaylar şehitle ilgili haberi ailesine vermek için Hatay'ın İskenderun ilçesi kırsalında bir köye gittiler. Köüyün dağlık kesiminde iki odalı, briketten yapılma, kapısı naylonla kapatılmış, sıvasız derme çatma bir evle karşılaştılar!
Subayların acısı karşılaştıkları manzara karşısında daha da büyüdü. Anne Gülsüm Yonca subayları gördüğünde ağıt boğazına yapıştı ve yoksulluğunu her zerresinde hissettiği bedeni dermansız kaldı!..
Gülsüm, eşinin kendisini boşayarak dört çocuğuyla birlikte terk ettiğini, Fatih'in ise askere gitmeden önce hem okuyup hem de evin geçimini sağlamaya çalıştığını anlattı. Talihsiz kadının daha sonra söyledikleri ise kimilerinin yüzüne bir şamar olacaktı:
"Fatih askere gittikten sonra da 39 lira 14 kuruşluk onbaşı maaşını bana gönderiyordu. Kaymakamlığın verdiği gıda ve kömür yardımları ile komşuların desteği bizi ayakta tutuyordu...
(Mehmet Faraç'ın Terör ve Toplum köşesinden alınmıştır.)
Muhafazakarlık ve Sapıklık Arasında Düz Orantı
Siirt'te ikisi kardeş dört kız çocuğuna kraker ve gofret karşlığı aylarca tecavüz edildi. Şimdi yayın yasağı var. Kimbilir kimler saklanmaya çalışılıyor kamuoyundan. Siirt halkı susuyor.
Mardinli Katibe'nin 13 yaşındaki kızı Remziye evlenme vaadiyle kaçırılıp fuhuş mafyasının tuzağına düşürüldü. O kıza yatılı bölge okulu, nüfus müdürlüğü, belediye çalışanları, hatta Yeşil Kart alma uğruna gittiği Ömerli Hükümet Konağı'nın hizmetlisinin de aralarında bulunduğu 50'den fazla insan tecavüz etti.
Mehmet Faraç soruyor:
Niye bu rezaletler muhafazakarlığın, şıhlığın, tarikatçılığın, gericiliğin egemen olduğu, feodalitenin ve aşiretçiliğin tüm çarpıklığı ve acımasızlığıyla hüküm sürdüğü coğrafyalarda yaşanır?
Ve niçin namus ve töre uğruna silaha sarılmaktan çekinmeyenler bu ahlaksızlıklar karşısında sessiz kalıp başlarını kuma gömer?
Mardinli Katibe'nin 13 yaşındaki kızı Remziye evlenme vaadiyle kaçırılıp fuhuş mafyasının tuzağına düşürüldü. O kıza yatılı bölge okulu, nüfus müdürlüğü, belediye çalışanları, hatta Yeşil Kart alma uğruna gittiği Ömerli Hükümet Konağı'nın hizmetlisinin de aralarında bulunduğu 50'den fazla insan tecavüz etti.
Mehmet Faraç soruyor:
Niye bu rezaletler muhafazakarlığın, şıhlığın, tarikatçılığın, gericiliğin egemen olduğu, feodalitenin ve aşiretçiliğin tüm çarpıklığı ve acımasızlığıyla hüküm sürdüğü coğrafyalarda yaşanır?
Ve niçin namus ve töre uğruna silaha sarılmaktan çekinmeyenler bu ahlaksızlıklar karşısında sessiz kalıp başlarını kuma gömer?
23 Nisan 2010 Cuma
Ölünün sandığı bahane, maksat rom
Robert Louis Stevenson'ın Define Adası romanında bir denizci şarkısı geçer:
Fifteen man on a dead man's chest
...Yo-ho-ho, and a bottle of rum!
Drink and the devil had done for the rest--
...Yo-ho-ho, and a bottle of rum!"
On beş tayfa tünemiş bir ölünün sandığına
Hey anam hey
Diktin mi romu kafaya olursun zilzurna
Hey anam hey
Önceleri "rumbillion" adı verilen, 1660'lardan sonra kısaca "rom" denmeye başlanan bu içki, Amerikan kolonilerinin köle ticaretinde de azımsanmayacak bir rol üstlenmiştir. Afrika'dan getirilen köleler Batı Hint Adaları'nda şekerkamışı melasıyla değiştirilir, alınan melas New England'da roma dönüştürülerek Afrika'dan yeni köle alımında kullanılırmış.
Besinlerle alınan C vitamininin yetersizliği yüzünden ortaya çıkan beslenme bozukluğu, iskorbüt, 15. yüzyılın sonlarına doğru uzun yolculuklara çıkan denizcilerde görülen ölüm ve güçsüzlüklerin başlıca nedeniydi. Gerek donanmadaki denizciler, gerek korsanlar, iskorbüte yakalanmamak için "grog" denen bir içki içerelrdi. Şekerli su, limon suyu ve romun karışımından oluşan bu ünlü denizci içkisi, tayfalara günlük tayın olarak verilirdi. İçilebilir su bitmek bilmeyen yolculuklarda kolaylıkla ve kısa zamanda kirlenebildiği için de, gemilere sudan çok şarap ve roma alınırdı nerdeyse...
(Celal Üster'in Yeryüzü Kitaplığı köşesinde, Bacardi kitabı tanıtımından alınmıştır.)
Fifteen man on a dead man's chest
...Yo-ho-ho, and a bottle of rum!
Drink and the devil had done for the rest--
...Yo-ho-ho, and a bottle of rum!"
On beş tayfa tünemiş bir ölünün sandığına
Hey anam hey
Diktin mi romu kafaya olursun zilzurna
Hey anam hey
Önceleri "rumbillion" adı verilen, 1660'lardan sonra kısaca "rom" denmeye başlanan bu içki, Amerikan kolonilerinin köle ticaretinde de azımsanmayacak bir rol üstlenmiştir. Afrika'dan getirilen köleler Batı Hint Adaları'nda şekerkamışı melasıyla değiştirilir, alınan melas New England'da roma dönüştürülerek Afrika'dan yeni köle alımında kullanılırmış.
Besinlerle alınan C vitamininin yetersizliği yüzünden ortaya çıkan beslenme bozukluğu, iskorbüt, 15. yüzyılın sonlarına doğru uzun yolculuklara çıkan denizcilerde görülen ölüm ve güçsüzlüklerin başlıca nedeniydi. Gerek donanmadaki denizciler, gerek korsanlar, iskorbüte yakalanmamak için "grog" denen bir içki içerelrdi. Şekerli su, limon suyu ve romun karışımından oluşan bu ünlü denizci içkisi, tayfalara günlük tayın olarak verilirdi. İçilebilir su bitmek bilmeyen yolculuklarda kolaylıkla ve kısa zamanda kirlenebildiği için de, gemilere sudan çok şarap ve roma alınırdı nerdeyse...
(Celal Üster'in Yeryüzü Kitaplığı köşesinde, Bacardi kitabı tanıtımından alınmıştır.)
20 Nisan 2010 Salı
Sihirbaz Hakem
Bugün Kosovalı Serkan arkadaşımla rıhtımda geyik yaparken, sihirbaz bir hakemin olaya bayağı bir renk katabileceğini düşündük.Oyunun ortasında kaleleri yok etmesi mesela... Futbolcuların nasıl da şap gibi kalacağını tahayyül edin. Para atışında futbolcu eline parayı beklerken paranın kuşa dönüşerek uçup gitmesi, kötü tezahüratta şak diye tribünleri ortadan kaldırması, sarı kartı ağzından ya da futbolcunun kulak arkasından çıkarması, futbolcu penaltı noktasına konan topu teptiğinde bir tavşana vurduğunu anlaması. Ve falan filan...
19 Nisan 2010 Pazartesi
Kötü İnsanların Yeri Hazır
Hayat bir tiyatro gibidir, en kötü insanlar en iyi yerlerde oturur.
Aristofanes.
Aristofanes (Aristophanes), İsa'dan Önce 456 - 386 yılları arasında yaşamış bir komedya yazarıdır.
(Sabri Karaoğlu'na teşekkürler)
Aristofanes.
Aristofanes (Aristophanes), İsa'dan Önce 456 - 386 yılları arasında yaşamış bir komedya yazarıdır.
(Sabri Karaoğlu'na teşekkürler)
18 Nisan 2010 Pazar
Soyuttan Somuta
Nasıl ki dünya soyutlamalar yoluyla felsefe haline gelmişse felsefe de somutlaşarak dünya haline gelecektir.
Marx
Marx
İstatistik Bilimi
İstatistikler mini etek gibidir; çok fazla şey gösterir ama esas gösterilmesi gereken şeyi göstermez.
Ferguson
Ferguson
17 Nisan 2010 Cumartesi
Ayakkabıcılar
"Ne ilginçtir ki, her zanaat onu uygulayan zanaatkârlarda kendine özgü bir karakter, belirli bir mizaç geliştir. Kasap genelde ciddi ve kendini beğenmiştir, boyacı pervasız ve gamsızdır, terzi cinsel hazza düşkün, bakkal aptal, hamal meraklı ve geveze, son olarak ayakkabı tamircisi de diline doladığı şarkı il neşeli, hatta yaşam doludur. Beğenilerinin sadeliğine karşın, yeni ayakkabı yapan, eskilerini tamir eden bu insanlar her zaman huzursuz, bazen de saldırgan bir ruh hali içindedirler. Çok konuşmaya duydukları büyük eğilimle diğerlerinden ayrılırlar. Bir isyan mı var? Kalabalıktan bir konuşmacı mı çıkıyor? Hiç şüphesiz, bu konuşma yapmaya gelmiş bir ayakkabı tamircisidir."
M. Sensfielder, Historie de la cordonnerie (Paris 1856)
M. Sensfielder, Historie de la cordonnerie (Paris 1856)
16 Nisan 2010 Cuma
Köy Enstitülerinden Manzaralar
15 Nisan 2010 Perşembe
Vera Çeykovska - Şiirler
İNSAN ve KAPI
İnsan
Kapıyı kapattığı zaman
Çabucak ve gürültüyle
Kapatır
Cam
Ahşap
Demir
Gövdesi
Ardında
Sayısız
Görüntüler
Sözler
Yansımalar
Ölü doğalar
Canlı anılar
Bırakarak
Fakat kapı
Kendiliğinden kapandığı zaman
Son derece yavaş
Kapanır
Saydam olmayan
Gövdesi ardında
Ölü bir alan
Bırakarak
KUTU
Aşınmış incileri
kesilmiş halkaları
kopmuş gerdanlıkları
mücevher
kutusuna
koyuyorum
Sonra da kutuyu
çekmecelere
sandıklara
dolaplara atıyorum
Unutuyorum
Dil ve gözkapakları
yorgun düşünce de
kendiliğinden
çıkıyor ortaya
açılıyor
iyileştirilmiş incileri
birleştirilmiş halkaları
eklenmiş gerdanlıkları
bana geri veriyor
Bakıyorum:
kutunun içi
karanlık ve verimli
MOZAİK
Kırılan yalınlığımızın
Rengârenk parçacıklarını
Birleştirerek
Bütün hâline getiriyoruz
Suretimizi
Hareketsiz dudaklarımızın üzerine
Donmuş sözcükler
Yerleştiriyoruz
Buğulu
Gizli gözler
Belirsizliğimizin
Siyah perçemlerini
Kararsızlığımızın
Solgun yüzünü
Taşlaşmış adımlarımızı
Arıyoruz kendimizi
Ne kadar belirli
Olsa bile
O taşlaşmş ifade
Yitiriyor anlamını
Orada olmayan gökyüzünün
Parçacıkları altında
Vera Çeykovska - 16 Ekim 1954 yılında Üsküp'te dünyaya geldi. Üsküp Doğa Bilimleri ve Matematik Fakültesi Uygulamalı Fizik Bölümü'nden mezundur.
Fizikle iç içe yaşayan-yaratan Vera Çeykovska'nın şiirini okurken, dil-fizik, şiir-fizik etkileşiminden geçmiş, çağcıl şiir deneyleri içinde oluşmuş kendine özgü şiir yaratıcılığıyla karşı karşıya olduğumuzu unutmamalıyız. Bir bakıma Kuantum Kuramı'nın özünde yatan doğanın, yani evrenin, yani dünyanın, yani insanın bir bütün içinde ele alınması gereğini esas alan şiir deneylerini gerçekleştirebilmek uğruna çoğu zaman şiirin sınırlarını olabildiğince zorladığını da. Kuşağının değerli şairlerinden Sande Stoyçevski'nin yaptığı bir söyleşide "kuantum mekaniği", pek çok psikanalizci ve filozof tarafından zerk edilen belirlenimci karanlığı kovsun diye, insan ruhuna büyük miktarda aydınlık dökmektedir" diyen şair, şiir yaratıcılığında "kuvantum mekaniği"nin makro kosmos-mikro kosmos ilişkisinin" var olma olasılığına dikkat çekmektedir.
Cevat Çapan'ın Cumhuriyet Kitap'taki Şiir Atlası köşesinden alıntılanmıştır.
İnsan
Kapıyı kapattığı zaman
Çabucak ve gürültüyle
Kapatır
Cam
Ahşap
Demir
Gövdesi
Ardında
Sayısız
Görüntüler
Sözler
Yansımalar
Ölü doğalar
Canlı anılar
Bırakarak
Fakat kapı
Kendiliğinden kapandığı zaman
Son derece yavaş
Kapanır
Saydam olmayan
Gövdesi ardında
Ölü bir alan
Bırakarak
KUTU
Aşınmış incileri
kesilmiş halkaları
kopmuş gerdanlıkları
mücevher
kutusuna
koyuyorum
Sonra da kutuyu
çekmecelere
sandıklara
dolaplara atıyorum
Unutuyorum
Dil ve gözkapakları
yorgun düşünce de
kendiliğinden
çıkıyor ortaya
açılıyor
iyileştirilmiş incileri
birleştirilmiş halkaları
eklenmiş gerdanlıkları
bana geri veriyor
Bakıyorum:
kutunun içi
karanlık ve verimli
MOZAİK
Kırılan yalınlığımızın
Rengârenk parçacıklarını
Birleştirerek
Bütün hâline getiriyoruz
Suretimizi
Hareketsiz dudaklarımızın üzerine
Donmuş sözcükler
Yerleştiriyoruz
Buğulu
Gizli gözler
Belirsizliğimizin
Siyah perçemlerini
Kararsızlığımızın
Solgun yüzünü
Taşlaşmış adımlarımızı
Arıyoruz kendimizi
Ne kadar belirli
Olsa bile
O taşlaşmş ifade
Yitiriyor anlamını
Orada olmayan gökyüzünün
Parçacıkları altında
Vera Çeykovska - 16 Ekim 1954 yılında Üsküp'te dünyaya geldi. Üsküp Doğa Bilimleri ve Matematik Fakültesi Uygulamalı Fizik Bölümü'nden mezundur.
Fizikle iç içe yaşayan-yaratan Vera Çeykovska'nın şiirini okurken, dil-fizik, şiir-fizik etkileşiminden geçmiş, çağcıl şiir deneyleri içinde oluşmuş kendine özgü şiir yaratıcılığıyla karşı karşıya olduğumuzu unutmamalıyız. Bir bakıma Kuantum Kuramı'nın özünde yatan doğanın, yani evrenin, yani dünyanın, yani insanın bir bütün içinde ele alınması gereğini esas alan şiir deneylerini gerçekleştirebilmek uğruna çoğu zaman şiirin sınırlarını olabildiğince zorladığını da. Kuşağının değerli şairlerinden Sande Stoyçevski'nin yaptığı bir söyleşide "kuantum mekaniği", pek çok psikanalizci ve filozof tarafından zerk edilen belirlenimci karanlığı kovsun diye, insan ruhuna büyük miktarda aydınlık dökmektedir" diyen şair, şiir yaratıcılığında "kuvantum mekaniği"nin makro kosmos-mikro kosmos ilişkisinin" var olma olasılığına dikkat çekmektedir.
Cevat Çapan'ın Cumhuriyet Kitap'taki Şiir Atlası köşesinden alıntılanmıştır.
3 Kemaller!
"Yaşar Kemal’mi? Düşünün bir, beni aradığının bilinmesi için vaktini öldürmek zorunda kalmış. Zeki bir insan, gerçek bir kurnaz! Zaman zaman aramızdaki buzları eritmek için böyle davranıyor. Dedim ya, içedönük biri değil, atılgan ama hesabi..
Hem yetenekli romancı, hem güçlü bir girişim ruhuna sahip ticaret adamı. Beni biraz can sıkıcı buluyorsa da, bana karşı dostça duygular besliyor, sanırım. Ne de olsa, el el üstüne amacına ulaşanlardan biri. Ama yolumun dikenlerle sarıldığı bir gün ve beni kurtarmak için yalnızca bir tek yol kaldığında, el uzatmaktan çekinecektir. O’nu Adana’dan beri iyi tanırım”
“Kemal Tahir de kim? Dağ gibi bir yazar olan Yaşar Kemal’le kıyaslanabilir mi? Bunu düşünmeyiniz bile. Ah, ne acınacak bir durum! Birtakımları, adlarımızı, böyle çağına ayak uyduramamış, kavgasız ve halkını hor gören Kemal Tahir’i, bizim görüşümüzle oluşturarak “üç Kemaller”e çıkarmışlar. Ne anlamsız tanım!”
(Yusuf Kenan Karacanlar’ın “ Orhan Kemal” adlı 1974 baskılı eserinden)
Hem yetenekli romancı, hem güçlü bir girişim ruhuna sahip ticaret adamı. Beni biraz can sıkıcı buluyorsa da, bana karşı dostça duygular besliyor, sanırım. Ne de olsa, el el üstüne amacına ulaşanlardan biri. Ama yolumun dikenlerle sarıldığı bir gün ve beni kurtarmak için yalnızca bir tek yol kaldığında, el uzatmaktan çekinecektir. O’nu Adana’dan beri iyi tanırım”
“Kemal Tahir de kim? Dağ gibi bir yazar olan Yaşar Kemal’le kıyaslanabilir mi? Bunu düşünmeyiniz bile. Ah, ne acınacak bir durum! Birtakımları, adlarımızı, böyle çağına ayak uyduramamış, kavgasız ve halkını hor gören Kemal Tahir’i, bizim görüşümüzle oluşturarak “üç Kemaller”e çıkarmışlar. Ne anlamsız tanım!”
(Yusuf Kenan Karacanlar’ın “ Orhan Kemal” adlı 1974 baskılı eserinden)
14 Nisan 2010 Çarşamba
Önce doğruyu bilin
Önce doğruyu bilmek gerekir, doğru bilinirse yanlış da bilinir ama önce yanlış bilinirse doğruya ulaşılmaz.
Farabi
Farabi
Duyuru
Kendini benim yerime koy, onun yerine koy gibisinden karşıdakinin ruh halini sezinleme anlamına gelen kullanımın bundan böyle moda adı empati olmuştur. Kullananların çok müthiş bir şey söylediklerini düşünerek coşkuya kapıldıkları, yabancı da tam lafını bulmuş be, helal olsun dedikleri bilinmektedir.
Türkiye'de belli bir kavramı-duyguyu dile getiren cümleleri tek kelimeye indirecek kuruluşun bir an önce açılmasında şiddetle fayda bulunmaktadır. Bu iş çevrelerinde normal şeyleri farklı kavramlarla dile getirip hava atmaya çalışan güruhu engelleyip tek silahlarını ellerinden almak için şiddetle gerekmektedir.
Türkiye'de belli bir kavramı-duyguyu dile getiren cümleleri tek kelimeye indirecek kuruluşun bir an önce açılmasında şiddetle fayda bulunmaktadır. Bu iş çevrelerinde normal şeyleri farklı kavramlarla dile getirip hava atmaya çalışan güruhu engelleyip tek silahlarını ellerinden almak için şiddetle gerekmektedir.
13 Nisan 2010 Salı
Göründüğün gibi ol, lafına bakış
Önerme:
Sevgide güneş gibi ol
Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol
Hataları örtmede gece gibi ol
Tevazuda toprak gibi ol
Öfkede ölü gibi ol
Her ne olursan ol ya olduğun gibi görün
ya göründüğün gibi ol.
Çözümleme:
Sevginin güneşe benzetilmesi yıkıcılığını göstermektedir, karşıdaki fazlasına maruz kalırsa bundan zarar görebilir.Ve muhattabının kapasitesine göre algıda çeşitliliğe de açıktır.
Akarsu benzeri bir dostluk ise, sele dönüşüp karşısındaki insanı süpürebileceğinden, bu benzetmede de dostluğu gösteren kişinin sınırları ve ruhsal kapasitesi önem kazanmaktadır.
Gece korkular, kuşkular ve bilinmezlikle gelir. Bu da hata yapan kimseyi korkutacak, tedirgin edecek sinir bozucu bir davranış yapısını ortaya koymak anlamına gelmektedir. Hatalar halı altına süpürülürken bu hatayı yapan kişide tedirginlik ve vicdan azabı yaratmak esastır.
Öfkede ölü gibi olmak, insanı duygu bütünlüğü bağlamında pasifleştiren bir öneridir Diğer önermelerin içine sızmış enerji patlamaları ve güç akışıyla anlamsızca bir uyumsuzluk göstermektedir.
Mevlana bu kadar iddialı bir girişle temel insani iletişim biçimleri konusunda şöyle ol böyle ol dedikten sonra birden şaşırtıcı bir manevrayla ne olursan ol, demekte ve insanın değişemeyeceğini kabul edip, olduğun gibi görün lafıyla tüm önermeleri yerle bir etmektedir.
Bu özlü söz yumağı içinde saldırı-alay-yıkım gibi alt metinler barındırmakta, hap şeklinde felsefelerle hayatını değiştirmek isteyen insanoğlunun suratına tokat gibi inmektedir.
Yine de bu sözleri açımlarken Mevlana'nın ulaştığı bütünlük ve derinlikte, normal psikolojik davranış yapılarını tiye alacak bir mertebeye vardığını gözardı etmemiz yanlış olacaktır.
Olduğu gibi görünecek ya da göründüğü gibi olacak basit insanın ulaşması gereken en önemli özellik şekil-nitelik dengesini allak bullak etmiş derin kişilerin dokundurduğu lafları göz ardı edip günlük yaşamlarına dört elle sarılmaktır.
Sevgide güneş gibi ol
Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol
Hataları örtmede gece gibi ol
Tevazuda toprak gibi ol
Öfkede ölü gibi ol
Her ne olursan ol ya olduğun gibi görün
ya göründüğün gibi ol.
Çözümleme:
Sevginin güneşe benzetilmesi yıkıcılığını göstermektedir, karşıdaki fazlasına maruz kalırsa bundan zarar görebilir.Ve muhattabının kapasitesine göre algıda çeşitliliğe de açıktır.
Akarsu benzeri bir dostluk ise, sele dönüşüp karşısındaki insanı süpürebileceğinden, bu benzetmede de dostluğu gösteren kişinin sınırları ve ruhsal kapasitesi önem kazanmaktadır.
Gece korkular, kuşkular ve bilinmezlikle gelir. Bu da hata yapan kimseyi korkutacak, tedirgin edecek sinir bozucu bir davranış yapısını ortaya koymak anlamına gelmektedir. Hatalar halı altına süpürülürken bu hatayı yapan kişide tedirginlik ve vicdan azabı yaratmak esastır.
Öfkede ölü gibi olmak, insanı duygu bütünlüğü bağlamında pasifleştiren bir öneridir Diğer önermelerin içine sızmış enerji patlamaları ve güç akışıyla anlamsızca bir uyumsuzluk göstermektedir.
Mevlana bu kadar iddialı bir girişle temel insani iletişim biçimleri konusunda şöyle ol böyle ol dedikten sonra birden şaşırtıcı bir manevrayla ne olursan ol, demekte ve insanın değişemeyeceğini kabul edip, olduğun gibi görün lafıyla tüm önermeleri yerle bir etmektedir.
Bu özlü söz yumağı içinde saldırı-alay-yıkım gibi alt metinler barındırmakta, hap şeklinde felsefelerle hayatını değiştirmek isteyen insanoğlunun suratına tokat gibi inmektedir.
Yine de bu sözleri açımlarken Mevlana'nın ulaştığı bütünlük ve derinlikte, normal psikolojik davranış yapılarını tiye alacak bir mertebeye vardığını gözardı etmemiz yanlış olacaktır.
Olduğu gibi görünecek ya da göründüğü gibi olacak basit insanın ulaşması gereken en önemli özellik şekil-nitelik dengesini allak bullak etmiş derin kişilerin dokundurduğu lafları göz ardı edip günlük yaşamlarına dört elle sarılmaktır.
Sahtenin sahtesi
Para ve insan arasındaki ilişki söyledir:İnsan paranın sahtesini yapar,para da insanın.
Benjamin Franklin
Benjamin Franklin
11 Nisan 2010 Pazar
NINSDOL - Vivienne Westwood - Organize Yalancılık
Yeni tasarladığınız tişörtlerden birinde NISDOL yazıyor. Manası ne?
NINSDOL evrensel müsekkkinimiz: Nationalist Idolatry. Non-Stop Distraction and Organised Lying. (Ulusal putperestlik. Kesintisiz Dikkat Dağıtıcılığı ve Organize yalancılık) Mesajı şu: Bugünkü dozunuzu aldınız mı?
NINSDOL evrensel müsekkkinimiz: Nationalist Idolatry. Non-Stop Distraction and Organised Lying. (Ulusal putperestlik. Kesintisiz Dikkat Dağıtıcılığı ve Organize yalancılık) Mesajı şu: Bugünkü dozunuzu aldınız mı?
Aktif Direniş Manifestosu - Vivienne Westwood
(Vivienne Westwood'un Aktif Direniş Manifestosu'ndan Seçmeler)
Güzel Kölekız:.... Daha büyük bir mutluluğa doğru ilerlerken varacağımız yer bizden uzaklaşır hep. Bu iyi bir şeydir, çünkü cennete vardığımızda hepimiz ölmüş oluruz.
.....
Aristo: Olay örgüsünün parçaları olan hadiseler öyle düzenlenmelidir ki, aralarından biri çıkarıldığında bütünlük bozulacaktır. Bir hadisenin varlığı veya yokluğu kayda değer bir değişiklik yartmıyorsa, o hadise bütünün bir parçası değildir.
.....
Anlatıcı: ... Peki ya soyut sanat? Hiçbir nesneyi temsil etmeyen bir soyutluk! Ve öznelliğin içinde bir haz. Her şey zihindedir, ressamın zihninde. Eser bize ipucu vermez. Maalesef herkes niyet okuyucusu değil. O sanatçı evrenin sırrını keşfettiğini düşünebilir. Keşfini mezara götürecektir.
.....
Pinokyo: Yabancılaşma! Ağır bedel! Hayal gücünü denetlemenin yolu bizatihi hayal gücünden geçer. Ya da, daha doğrusu onun en iyi tarafından, etik boyutundan geçer. Etik tahayyül bir iç sağlamadır. Ortada bir kural yoktur. Her birey kendi başına karar vermelidir. Etik tahayyül sezgiseldir. Hakikate içgörüyle ulaşılır. Ve pratikle. Sanat eserleriyle gerçek hayatı kıyaslayarak. Genelde, gerçek santaçı sanatına sadıktır. çakma sanatçı kendini düşünür, kendi fikirlerini, kendi teorsinin, kendi egosunu parlatır. Sanat, hayal gücümücü denetlediğimiz ölçüde hayat bulur. Onu başıboş bırakrsak her şeyi ıskalarız.....
....
Güzel Kölekız:.... Daha büyük bir mutluluğa doğru ilerlerken varacağımız yer bizden uzaklaşır hep. Bu iyi bir şeydir, çünkü cennete vardığımızda hepimiz ölmüş oluruz.
.....
Aristo: Olay örgüsünün parçaları olan hadiseler öyle düzenlenmelidir ki, aralarından biri çıkarıldığında bütünlük bozulacaktır. Bir hadisenin varlığı veya yokluğu kayda değer bir değişiklik yartmıyorsa, o hadise bütünün bir parçası değildir.
.....
Anlatıcı: ... Peki ya soyut sanat? Hiçbir nesneyi temsil etmeyen bir soyutluk! Ve öznelliğin içinde bir haz. Her şey zihindedir, ressamın zihninde. Eser bize ipucu vermez. Maalesef herkes niyet okuyucusu değil. O sanatçı evrenin sırrını keşfettiğini düşünebilir. Keşfini mezara götürecektir.
.....
Pinokyo: Yabancılaşma! Ağır bedel! Hayal gücünü denetlemenin yolu bizatihi hayal gücünden geçer. Ya da, daha doğrusu onun en iyi tarafından, etik boyutundan geçer. Etik tahayyül bir iç sağlamadır. Ortada bir kural yoktur. Her birey kendi başına karar vermelidir. Etik tahayyül sezgiseldir. Hakikate içgörüyle ulaşılır. Ve pratikle. Sanat eserleriyle gerçek hayatı kıyaslayarak. Genelde, gerçek santaçı sanatına sadıktır. çakma sanatçı kendini düşünür, kendi fikirlerini, kendi teorsinin, kendi egosunu parlatır. Sanat, hayal gücümücü denetlediğimiz ölçüde hayat bulur. Onu başıboş bırakrsak her şeyi ıskalarız.....
....
10 Nisan 2010 Cumartesi
Serseri Aşıklar
Patricia (Jean Seberg): Mutsuz olduğum için mi özgür değilim, yoksa özgür olmadığım için mi mutsuzum?
Michel (Jean Paul Belmondo): Mutsuzluk ile hiçlik arasında bir tercih yapacak olsam, hiçliği tercih ederim. Daha iyi değil, ama mutsuzluk taviz vermektir bir çeşit.
Michel (Jean Paul Belmondo): Mutsuzluk ile hiçlik arasında bir tercih yapacak olsam, hiçliği tercih ederim. Daha iyi değil, ama mutsuzluk taviz vermektir bir çeşit.
Zayıf
Güçlü olan, zayıf yanını herkesten iyi bilendir; daha güçlü olan ise zayıf yanına hükmedebilendir.
Konfüçyus
Konfüçyus
Aynı Şeyleri Düşünmek
Herkes aynı şeyi düşünüyorsa,hiç kimse fazla bir şey düşünmüyor demektir.
W.Lippmann (1889-1974 -- Amerikalı yazar, siyaset yorumcusu)
W.Lippmann (1889-1974 -- Amerikalı yazar, siyaset yorumcusu)
8 Nisan 2010 Perşembe
Sonraki Gün
Sonraki günü,
boğulmaya yakın, denizde çırpınırken, yani ölmeden hemen önce Fatiha okumak isteyip de ağzına su dolan ve sadece gala gulu sesler çıkarmayı başaran adamın kahrıyla yaşayacağım.
boğulmaya yakın, denizde çırpınırken, yani ölmeden hemen önce Fatiha okumak isteyip de ağzına su dolan ve sadece gala gulu sesler çıkarmayı başaran adamın kahrıyla yaşayacağım.
Öbür Gün
Öbür günü,
yolda yürürken bir polis iyi günler dileyince bayılıveren tipin o bomboş, acizlik dolu rüyasında bir kafede oturup, garsonun devamlı yanlış şey getirmesine sinirlenerek geçireceğim.
yolda yürürken bir polis iyi günler dileyince bayılıveren tipin o bomboş, acizlik dolu rüyasında bir kafede oturup, garsonun devamlı yanlış şey getirmesine sinirlenerek geçireceğim.
Yarın
Yarını
karşısında süklüm püklüm otururken patronu caaart, diye osurunca naapacağını bilemeyen bir müdürün çaresizliğiyle yaşayacağım.
karşısında süklüm püklüm otururken patronu caaart, diye osurunca naapacağını bilemeyen bir müdürün çaresizliğiyle yaşayacağım.
Bugün
Bugünü,
pastanın içinden büyük bir coşkuyla fırlayıp,
partinin dağıldığını, ortalıkta kimsenin kalmadığını gören bir dansözün hüsranıyla yaşayacağım...
pastanın içinden büyük bir coşkuyla fırlayıp,
partinin dağıldığını, ortalıkta kimsenin kalmadığını gören bir dansözün hüsranıyla yaşayacağım...
Bir Sır
Bütün Dünya yıkılıp giderken ayakta kalmanın sırrı:
Hayallerini somutlaştırıp üstünde durabilmek...
Hayallerini somutlaştırıp üstünde durabilmek...
6 Nisan 2010 Salı
Bonne Justice
İnsanlarda tek sıcak kanun,
üzümden şarap yapmaları,
kömürden ateş yapmaları,
öpücüklerden insan yapmalarıdır.
İnsanlarda tek zorlu kanun,
savaşlara, yoksulluğa karşı
kendilerini ayakta tutmaları,
ölüme karşı yaşamalarıdır.
İnsanlarda tek güzel kanun,
suyu ışık yapmaları,
düşü gerçek yapmaları,
düşmanı kardeş yapmalarıdır.
Hep var olan kanunlardır bunlar,
bir çocukcağzın tâ yüreğinden başlar,
yayılır, genişler, uzar gider
t"a akla kadar.
Paul ELUARD
Çeviren : A. KADİR
üzümden şarap yapmaları,
kömürden ateş yapmaları,
öpücüklerden insan yapmalarıdır.
İnsanlarda tek zorlu kanun,
savaşlara, yoksulluğa karşı
kendilerini ayakta tutmaları,
ölüme karşı yaşamalarıdır.
İnsanlarda tek güzel kanun,
suyu ışık yapmaları,
düşü gerçek yapmaları,
düşmanı kardeş yapmalarıdır.
Hep var olan kanunlardır bunlar,
bir çocukcağzın tâ yüreğinden başlar,
yayılır, genişler, uzar gider
t"a akla kadar.
Paul ELUARD
Çeviren : A. KADİR
5 Nisan 2010 Pazartesi
Ying Yang
Yaşanan her şey içinde mutlulukla acıyı aynı anda barındırır.
Mutluluk dolu bir anın geçip gidişi, yaşanan güzelliklerin anılara gömülmesi
ve acıyla yoğrulmuş bir hatıranın zamana batışındaki ferahlama
Ying Yang budur işte.
Duygular tersini de içinde barındırır ve bundan kaçmak imkansızdır.
Mutluluk dolu bir anın geçip gidişi, yaşanan güzelliklerin anılara gömülmesi
ve acıyla yoğrulmuş bir hatıranın zamana batışındaki ferahlama
Ying Yang budur işte.
Duygular tersini de içinde barındırır ve bundan kaçmak imkansızdır.
2 Nisan 2010 Cuma
Çan Eğrisi
3 yaşında başarı...
Donuna işememektir.
10 yaşında başarı...
Arkadaş bulabilmektir.
15 yaşında başarı...
Otomobil kullanabilmektir.
20 yaşında başarı...
Seks yapabilmektir.
30 yaşında başarı...
Para kazanabilmektir.
40 yaşında başarı...
Para harcayabilmektir.
50 yaşında başarı...
Para kazanabilmektir.
60 yaşında başarı...
Seks yapabilmektir.
70 yaşında başarı...
Otomobil kullanabilmektir.
75 yaşında başarı...
Arkadaş bulabilmektir.
80 yaşında başarı...
Donuna işememektir.
“Çan eğrisi”dir bu.
(Yılmaz Özdil'in yazısından alıntılanmıştır.)
Donuna işememektir.
10 yaşında başarı...
Arkadaş bulabilmektir.
15 yaşında başarı...
Otomobil kullanabilmektir.
20 yaşında başarı...
Seks yapabilmektir.
30 yaşında başarı...
Para kazanabilmektir.
40 yaşında başarı...
Para harcayabilmektir.
50 yaşında başarı...
Para kazanabilmektir.
60 yaşında başarı...
Seks yapabilmektir.
70 yaşında başarı...
Otomobil kullanabilmektir.
75 yaşında başarı...
Arkadaş bulabilmektir.
80 yaşında başarı...
Donuna işememektir.
“Çan eğrisi”dir bu.
(Yılmaz Özdil'in yazısından alıntılanmıştır.)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)