Kapı hafifçe gıcırdayarak açıldı. Gece bire yaklaşıyordu saat. “Baba, baba,” diye fısıldadı bir ses. Karanlıkta yataklarında doğrulduğu belli oldu birilerinin. Işık açıldı. Orada, kapıyı arkasından çekmiş duruyordu uzunca bir oğlan. Fahri. Yirmibir yaşında olsa da sivilcelerle doluydu hala yüzü.
“Nooldu oğlum?” diye onun gibi fısıldadı annesi de oğlunun yüzündeki dehşet ifadesini farketmiş olarak.
“Hırsız galiba,” dedi Fahri. “Tıkırtılar geliyor salondan.”
“Hay Allah,” diyerek yataktan fırlayıverdi Çetin bey. Terliklerini ayağına geçirip ilerledi kaşlarını çatarak. “Siz burada durun.”
Koridora çıkınca boynu omuzlarına geçti hemen, ayaklarının ucunda ilerledi. Mutfağın oraya gelince kafasını uzatıp baktı salona doğru. Kulağına bir şey gelmiyordu. Ayakkabı çekeceğini aldı eline. Aralığın ışığını yaktı. Yine ses yok. Birden daldı içeri. Dört bir yanı hızla taradı kalbi delice atarken ve o anda da yatışıverdi. Kimse yoktu etrafta. Dikildi. Suratı garip bir hal aldı. Hızla odaya döndü. Kapıyı açıp girince Fahri’nin yatağa uzanmış mışıl mışıl uyuduğunu gördü.
“Şşşt, uyudu,” dedi karısı.
Sinir içinde kafasını salladı Çetin bey. “Bir gün sopayı kapıp eşşek sudan gelircesine dövücem, anlıycak o zaman uyumayı.”
“Çetincim, lütfen,” dedi yine karısı. Yüzü öylesine vıcık vıcık bir anlayışla kaplıydı ki. “Korkmuş çocuk.”
“Eşşeoğlueşşek,” diyerek Fahri’nin odasına yöneldi Çetin bey. “Koca herif oldu, her seferinde ayrı bir numara.”
Yan tarafa doğru dönmüş, bir süre stresli bir şekilde babasının söylenmelerini dinledikten sonra gözlerini bu sefer gerçekten yumup huzur dolu bir uykuya gömüldü Fahri…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder