Dr Sayko’yla deniz kıyısında takılıyoruz. Bir simidi bölüşmüşüz, yanına da soğan kırmışız. Üstüne de sülfürik asit içiyoruz arada bir...
“Simitleri böyle daire şeklinde yemek Türk halkını kısırdöngüye sokuyor olabilir,” diyor Sayko.
“Nasıl olmalı?”
“Mantıksız ve kaotik olmalı. Belli bir şekli olmamalı. Her açıdan değişik görünmeli.”
“Yerken normal olacak ama di mi?”
“Çok da normal olmamalı.”
“Anladım.”
“Bazen tatsız tuzsuz olsa, bazen de hindi etine benzese tadı mesela. Evet. Bu fena değil... Bazı yerleri katı, bazen de krema gibi...”
“Fiyatı ne olacak?”
“Aynı.”
Bir süre konuşmuyoruz. Psikolojik olarak herhalde, çiğnediğim lokma biftek tadı bırakıyor dilimin üstünde. Yere bakıyorum. Ve şöyle diyorum: “Şurada birden bir delik açılsa girer misin bilader içeriye?”
O da bakıyor benim baktığım yere. “Bilmem ki,” diyor sonra. “Götüm yemez herhalde.”
“Risk almazsın yani... Belki süper bir yere açılacak.”
Düşünüyor... “Iıh, almam...”
“Sizin evin oraya çıkabilir mesela. Bu yolu kullanırsın artık eğlendikten sonra. Deliğe atladığını ve iki saniye sonra Sarıyer’deki bahçeden dışarı çıktığını düşün.”
“Kesin bir ibnelik olur o işte. Otobüs sıkıcı falan ama garantili...”
“Zaten delik falan açılmaz. Hayat çok düz.”
“Açılsa da girmeyeceğim için sorun yok...”
Bakıyoruz bir süre daha yere. Göz yanılsaması olabilir. Açılacak gibi oluyor bir şey. Küçücük. Bir farenin anca çıkabileceği kadar. Ama refleksiv olarak gözümü kırpıp tekrar açtığımda topraktan başka bir şey görmüyorum orada.
Hoparlörün hoparlör olduğunu anlamamış, bir anda ayı gibi anırıyor müezzin. Camiye kalkıyor gözlerimiz.
“Bilader,” diyor Sayko. “Şöyle bir istatistik olsa. Her gün beş vakit camiye gidenler daha çok iş alıyormuş, kazançları diğer halktan en az üç kat daha fazlaymış. Namaza başlar mısın?”
“Camiye gider çıkarım beş vakit, namaz kılmam.”
“Abicim lafı kıvırma, anladın işte.”
“Anlar bilader tanrı. Kimi kandırıyosun sen. Çıkar için oraya gittin mi babayı alırsın.”
“Abicim, bu adamların yarısı çıkar için, hava atmak için camiye gidiyor. Yalan mı?”
“Doğru da, üç kat fazla da kazanmıyorlar...”
“Kazansalar diyorum...”
“Çıkar güderek ibadet edenler kazanamayacak işte yine... Diğerleri kazanacak...”
“Tamam bilader tamam. Bir şey söylemedim say.”
Gevrekten bir ısırık daha alıyorum. Bu sefer çiğköfteye benziyor tadı. Yanımda hızlı hızlı, garip bir hırıltıyla soluk aldığını duyabiliyorum Sayko’nun. Dönüyorum nahoş bir suratla.
“Kızma karde...” Şaşkınlıkla yanımda oturan sakallı, iri yarı, gözleri kaymış gitmiş tipe bakıyorum. Tüylerim diken diken oluyor. Dönüp bir zaman atlaması mı yaşadım, ya da uyuya mı kaldım diye çevreme de göz atıyorum hızla. “Pardon,” deyip ayağa dikiliyorum sonra...
“Nooldu abicim?” diye soruyor Dr Sayko.
Bakıyorum. Orada oturuyor Dr... Yine aynı yerde. Benim sağımda.
“Bir şey mi oldu?”
“Yok, yok bişey,” deyip votkadan koca bir yudum alıyorum banka çöker çökmez. Elim hafif titriyor.
“Yenen yemek kitabı yapsalar tutar mı sence abicim,” diye soruyor o şak diye. “Sayfada hangi tarif varsa onun tadında olduğunu düşün.”
Dikkatim hemen bu konunun üstüne atlayıp yoğunlaşıyor. Çağrışımlar beynimde göbek atıp oynamaya başlıyor... “Yaprakları kıvrılıp puro olan kitap da olabilir...”
“Evet. On sayfadan bir puro çıktığını varsayalım. Oraya kadar okuması ödüllendirilmiş olur insanların...”
“Arkadaşım siktirip gitsene şurdan,” diyor birden bir ses. Gözlerim pörtleyiveriyor hemen. Yarım metre geriye kaçıp dehşet içinde bakıyorum. “Kafamı siktin lan saçmalıklarınla,” diye devam ediyor iri yarı, şekli şemali kaymış herif. “Deliliğini siktiricen şimdi ama...”
Ayağa atıyorum kendimi. “Pardon,” derken uzaklaşıyorum yavaştan... “Ben kalkıyordum zaten... Çok özür dilerim...” Bir adım daha ve birden, orada, on dakika önce gözlerimi dikip baktığım yerde bir delik açılınca içine düşüyorum!
Aaah!
Sadece iki metre ama... Donk, diye kalakalıyorum sızlayan tabanlarımın üstünde.
Tepemde belirip “Allah Allah!” diyerek bakıyor Dr Sayko. “Harbiden açıldı lan delik!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder