8 Kasım 2010 Pazartesi

Zamansız Adamın Anıları

Yaklaştığımı görünce, hevesle bana doğru meyillenip elime bir reklam broşürü tutuşturmaya çalışıyor kızın biri. İstemediğimi belirtmek için başımı salladığımda suratı hüsranla buruşuyor; iki damla yaş yanaklarına akarken alnını aşağıya eğerek çaresizce sallanıyor yerinde. Duruyorum ben de, şaşkın. Çekip alıyorum elinde artık iğreti duran kağıdı. Abartılı bir neşeyle kameraya gülen bir adam var orada. Şişeyi ufacık bir kedi yavrusu gibi yanağına bastırmış. Benim o! Altımda büyük beyaz harflerle “Ölmüş babasını arayan adam Arko kullanıyor,” yazıyor.
Büyük bir öfkeyle doluyorum ansızın. İki elimle broşürün kenarına yapışıp yırtarken birden büyük bir acıyla kalakalıyorum. Gözlerime yaşlar yürürken belimi tutuyorum bir elimle. Soluksuz, çöküyorum yere ve kağıda bakıyorum o sırada. Böğrüme kadar yırtıldığını görüyorum. O da, gevşek gülüşünü bırakmış, şişeyi elinden düşürmüş acıyla bana bakıyor artık…

Yorgunum. En son ne zaman uyudum hatırlamıyorum. Bir an kapatıyorum gözlerimi. Açtığımda avucuma ne zaman kim tarafından konduğunu bilmediğim şişeye bakıyorum bomboş. Sıkmaktan parmak boğumlarıma kan oturmuş. Ağzımda bir tat. Geçmişten çıkıp gelen bir sürpriz sanki… O güne kadar içtiğim hiçbir şeyle çakışmıyor. Daha yoğun. Yaşadığım bir şeylerin tadı. Anne sütü geliyor aklıma. Öyle olsa anlar mıydım? Hatırlar mıydım onun damağımda bıraktığı lezzeti?
Düşüyor elimden şişe o anda. Kırıklar dört bin yana saçılıyor. Yanıyor herkesin canı biraz, sırf ben doğduğum için…

 Zamansız Adamın Anıları aynı isimli blogda. Macera devam ediyor...

Hiç yorum yok: