28 Mayıs 2008 Çarşamba

Küreselleşmenin İkinci Evresi… Peki Türkiye Nerede?

İlk kez BRIC sözcüğüyle karşılaştığımızda sanıyorum 7-8 yıl önceydi. Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’den oluşan BRIC ülkelerinin nasıl hızla ve stratejik bir şekilde büyüdüklerine dikkat çekiliyordu. Hatta o dönemde bizim ülkemizden birçok uzman Türkiye’nin de adının kısa süre içinde BRIC ülkelerinin yanında arzı endam edeceğinden dem vuruyordu. Olmadı… BRIC’ler beklendiği gibi hızla yükseldiler. Türkiye ise yüksek cari açık, kronik işsizlik, IMF’ye bağlı sürdürülen bir ekonomi politikası ve devasa boyutlara gelen borç yükü nedeniyle hâlâ olduğu yerde sayıyor… Üstelik o dönemlerde Brezilya ve Rusya’nın mali tablosu Türkiye’den çok daha kötü iken…
Fransız Le Monde gazetesi 20 Mayıs tarihinde “Kapitalizmin Yeni Şampiyonları Güneyden” başlığıyla attığı manşette uluslar arası danışmanlık şirketi Ernst & Young’ın 2008 raporunda son 7 yıl içinde dünya borsalarında ilk 1000’e giren şirketler arasında gelişmekte olan ülkelerin yüzde 5 olan oranının yüzde 19’a çıktığını yazdı.
Brezilya’nın çelik devi Gerdau, Hindistan’ın petro-kimya şirketi Reliance Industries, Çin’in bilişim şirketi Lenova ve Rusay’nın enerji devi Rosneft başta olmak üzere yoksul Güney’in şirketleri bugün zengin Kuzey ile amansız bir rekabet içindeler…
İşin ilginci, Ernst & Young yetkililerinin “Artık küreselleşmenin ikinci evresi içindeyiz. Gelişmekte olan ülkeler, artık ne yazık ki Avrupalı, ABD’li ve Japon şirketler için yalnızca bir yatırım alanı değil, aynı zamanda küresel birer rakipler” tanımlamasını yapmaları.
2000 yılında gelişmekte olan ülkelerin dünya borsalarında faaliyet gösteren şirketlerinin sayısı 100 kadar idi, bugün bu sayı 221. Bunların da önemli bir kısmı BRIC ülkelerinden. Kapitalist dünyanın ilk 20 şirketi arasında 8’i, gelişmekte olan ülkelerden… Araştırmanın bir diğer boyutu da bu şirketlerin Batılı ya da Japon rakiplerine kıyasla çok daha hızlı büyüdükleri ve çok daha verimli oldukları yönünde.
ABD’li yatırım bankası Goldman Sachs’ın bir araştırmasına göre, küreselleşmenin bu yeni aktörlerinin en fazla ilgisini çeken sektör, enerji. Bu da son derece anlaşılabilir, zira hızlı büyüme enerjiye talebi arttırırken kaynakların da çeşitlenmesini gündeme getiriyor…
Sonuçta küreselleşmenin bu ikinci evresinde Brezilya, Çin, Hindistan ve Rusya gelişmekte olan ülkeler arasında başı çekkiyor. Onları bu noktaya getiren ortak nokta ise doğru stratejiler saptayıp belli politikalarla adım adım hedefe doğru yol almaları. Bizim devlet büyüklerimizin avurtlarını ! şişire şişire söyledikleri “2010 yılında Türkiye Avrupa’nın en büyük ekonomisi olacak” şeklindeki “içi boş büyük hayal” değil onlarınki…
Nereye odaklanacağını bilmek, kaynaklarını doğru kullanmak ve en önemlisi, sistemi doğru kurmak…
Küreselleşmenin ikinci evresi ise gerçekten önemli. Bilinen ezberlerin dışında bir boyut ve açılım sunuyor; kaynaklarını doğru ve akılcı kullananın kazanabildiği bir sistem bu.
Kaynaklar ise yalnız para ile sınırlı değil tabii ki. Önemli olan, insan gücü başta olamak üzere, disiplinlerarası ağ mekanizmalarını doğru koymak ve aralarında sinerji yaratmak… Kısaccası ulusal bir strateji belirleyebilmek.
Bunu başarabilen kazanıyor, başaramayan ise küresel rüzgarlarda savrulup duruyor… Her şeyi satılığa çıkarıyor, madenlerini, arazilerini, limanlarını, koylarını, devlet kurumlarını… Değerleri paraya çevirip duruyor. Eline geçen parayı ise borç faizi ödemelerinde kullanıyor… Hem de “Yabancı sermayeyi ne güzel çekiyoruz,” diye övünerek.
Son bir söz daha… Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde düzenlenen Irak Fuarı’na çok sayıda Çinli firmanın katılmasına da çok şaşırmış Devlet Bakanımız…
Sahi, küreselleşmenin ikinci evresinde Türkiye ne yapıyor? Bir övünüp bir şaşırıyor. Daha ne yapsın!
ÖZLEM YÜZAK / BİLGİ TOPLUMUNA DOĞRU

Hiç yorum yok: