12 Ocak 2011 Çarşamba

Babası ve O

Dvanov vücudunun bütününü duyumsayabileceği şekilde büzüştü ve kıpırtısız kaldı. Gözlerinin önünde, yorgunluğun dağılışı gibi bir çocukluk günü canlanıverdi yavaş yavaş - yılların karmakarışık derinliğinde değil, sesi kesilmiş, tekinsiz, kendi kendisine eziyet eden vücudun derinliğinde. Loş akşam güzünün içinden seyrek gözyaşları gibi yağmur damlıyordu memleketinin köy mezarlığına; kilise bekçisinin geceleyin saati kuleye tırmanmadan çalmasına yarayan ip rüzgârda sallanıyordu; alçaktan, ağaçların üzerinden doğum yapmış köy kadınlarını andıran buruşuk bulutlar geçiyordu. Küçük çocuk Saşa öz babasının mezarı başında hışırdayan son yaprakların altında dikiliyordu. Kil tepecik yağmurlardan erimişti, gelip geçenler ölümüne eziyorlardı onu ve gömülen babası kadar ölü yapraklar düşüyordu üzerine. Saşa boş torbası ve kendisini uzun yola uğurlayan Prohor Abramoviç'in armağan ettiği bastonuyla dikiliyordu.
Babasından ayrılışına anlam veremeyen çocuk, bir vakitler onun cenaze gömleğini çekiştirdiği gibi mezarın toprağını yokluyor ve yağmurun ter koktuğunu sanıyordu, Mutevo gölünün kıyısında babasının sıcak kucağında geçirdiği o tanıdık hayat kokusunu. Sonsuz olduğu söylenen o yaşantı şimdi dönmüyordu geri ve çocuk bilemiyordu: Şaka mıydı dönmeyişi, yoksa ağlamalı mıydı? Küçük Saşa kendisinin yerine bastonunu bırakıyordu babasına, mezarın tepeceğine gömüyordu onu, üzerine ise yakınlarda ölen yaprakları diziyordu ki bilsin babası Saş'nın tek başına yürümekten nasıl da sıkıldığını, her zaman ve her yerden buraya döneceğini, bastonunun ve babasının yanına.
Dvanov'un içi ezildi ve o bastonu babasından hâlâ almadığı için ağladı rüyasında. Oysaki babası kayığa binmiş geliyor ve beklemekten bitap düşen oğlunun korkusuna gülümsüyordu. Kütükten yapılma eğreti kayık her bir şeyden sallanıyordu - rüzgârdan, kürekçinin nefesinden - ve babasının özel, her daim muammalı yüzü, âlemin bir yarısına uysal ama tutkulu bir acımayla bakıyordu; diğer yarısını ise bilmiyor, kafa yoruyordu ona baba, belki de nefret ediyordu ondan. Kayıktan inerken babası sığ suyu okşuyor, otların uçlarına incitmeden tutunuyor ve çocuğa sarılıyordu sonra; yakınındaki dünyaya bir dostuna, kimsenin görmediği tek düşmanıyla savaşında kendisine eşlik eden mücadele arkadaşına bakar gibi bakıyordu.
.....

Çevengur - Andrey Platonov

Hiç yorum yok: