27 Temmuz 2012 Cuma

Miyazaki Works - A Castle In The Sky

 The story is about true friends, Pazu and Sheeta, and their quest for a floating castle







Miyazaki Works - Sprited Away

 Story is about a young girl, Chihiro, trapped in a strange world of spirits








Miyazaki Works - Howl's Moving Castle

 Exciting adventures of a young girl Sophie who was turned into an elderly by a spell of a vengeful witch and how Sophie found her true love.
 





Miyazaki Works - Kiki's Delivery Service

 The story is about a young witch, Kiki, and her journey into a large city to undertake challenges for maturity & spiritual growth





Miyazaki Works - Porko Rosso


Porco Rosso ~ The adventures of a valiant WWI flying ace, Porco Rosso, whose face was turned into a pig by a mysterious spell 





Miyazaki Works - Nausicaa

Nausicaa Of The Valley Of The Wind ~ The story is about the courageous Princess Nausicaa who led her people in restoring the bond between humanity & Earth a thousand years after a global war.





26 Temmuz 2012 Perşembe

Kanıtlardan Biri

Türkiye'de terör nasıl günlük hayata sokuldu ve 12 Eylül'e nasıl sürüklendik.. - Sabri Gürses

Free Energy For All

Mutluluğu Paylaş!

Şehit ailesine mutluluk paylaştıran gerizekalılar. - Moronic authority who shares happiness with a family of a martyr murdered by PKK. Note: "Share The Happiness" is a slogan of a ice cream company Panda which writes on a Parasol above the lamenting family.

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Kimse Söyleyemez

Bu güne kadar yaşadığın her şeyi tek tek söyle yine de sana kim olduğunu söyleyemeyim.

Tam Kadro Muppet


Kapitalizm Kadına Karşı

AKP döneminde demokratik hak ve özgürlükleri sınırlamaya yönelik uygulamalar öncelikle kadınları hedef alarak ilerliyor. Yeni “disiplin rejimi”, “estetik rejimi” topluma kadınların toplumsal konumunu değiştirebildiği ölçüde giriyor. Bu tespit doğruysa, “kadın hakları” (buna bağlı, olarak “cinsel özgürlükler”), savunulması gereken en önemli mevzi konumuna yükselmiştir. Bu mevzi kaybedilirse toplum siyasal İslamın “toplumsal mühendislik” projesi karşısında tümüyle savunmasız kalacaktır... Bu saldırı dalgası, bir taraftan kadına yönelik şiddet olaylarının, günlük yaşamda erkek egemenliğinin “mikrofaşist” müdahale ve tacizlerinin baş döndürücü bir hızla artmasıyla, öbür taraftan AKP seçkinlerinin, siyasal İslamın entelektüellerinin kılık kıyafet, tecavüz, evlenme yaşı gibi hassas konularda açıklamalarıyla ilerliyor. Bu “de facto” saldırı giderek sezaryen, kürtaj, “ertesi günü hapı” vb. alanlarda yasalarla “de jure” olmaya başladı. Türkiye nüfusunun neredeyse yüzde 99’u Müslüman. AKP’ye gelene kadar süreç ağır aksak da olsa kadın haklarının, cinsel özgürlüklerin gelişmesinden yana işledi. Öyleyse bu saldırıyı halkın dini duyarlılıklarıyla doğrudanilişkilendirmek doğru olmayacaktır. Ben “kadın sorununun” bugün ilk savunulması gereken mevzi konumuna yükseldiğini düşünmeye, “Bu saldırı neden AKP döneminde..” sorusuna cevap ararken başladım. İlk dikkatimi çeken, kadın haklarına yönelik saldırıları adeta gölge gibi işçi haklarına yönelik saldırıların izlemesiydi. Kürtaj, sezaryen tartışmaları gündeme girerken aynı anda kıdem tazminatını fiilen kaldırmayı amaçlayan tartışmalar başladı. Kadına yönelik şiddet olayları artarken “Kürt açılımı” hızla yerini KCK tutuklamalarına bıraktı. Kadının üzerinde iki baskı birden olduğu hep söylenir: Erkek egemenliği ve sermayenin baskısı. Ama bu ikisinin arasındaki ilişki üzerinde pek durulmaz. Liberalizmin etkisiyle, sermayenin, erkek egemenliğine gereksinim duymadığı, kapitalizmde erkek egemenliğinin ortadan kalkabileceği dahi düşünülür. Bir sembiyoz ilişkisi Hem yakın hem de uzak tarihe ilişkin gözlemler, bu iyimserliği desteklemiyor. Kadınların özgürleşme sürecinde, kapitalizmin, “1950-70” arasındaki büyüme döneminde feminist atılımlar, yapısal krizin derinleşmesiyle birlikte, yerini kadın bedeninin giderek daha küçük yaşlardaki kızları kapsayacak biçimde metalaşmasının hızlanmasına, kadını çocuksulaştıran, çıplaklığını daha çok kullanan reklamcılığa, porno endüstrisindeki patlamaya bıraktı. Karşıt dalga,“yumuşak” pornografinin sıradanlaşmasına, nihayet Germain Greer’in bir keresinde vurguladığı gibi “kadın bedeninin daha erişilebilir kılınmasına” açıldı. Kapitalizmle erkek egemenliği arasındaki “sembiyoz” ilişkisini “uzak tarihe”, kapitalizmin doğuş dönemi Avrupası’na, Silvia Federici’nin, (Caliban and the Witch – Women The Body and Primitive Accumulation) çalışmasının ışığında baktığımızda da görebiliyoruz. Feodalizmin uzun krizi sırasında, birçoğuna kadınların liderlik ettiği ya da geniş bir biçimde katıldığı “protokomünist”, din karşıtı halkçı köylü/proleter hareketlerin yaygın biçimde patlak verdiği görülüyor. Federici’nın bulgularıkapitalizmin, kilisenin, aristokrasinin ve tüccar sınıfların, bu isyanları bastırmak, serveti, ayrıcalıkları korumak, birikimini yeniden düzenlemek için başlattıkları karşı saldırı içinden doğduğunu gösteriyor. Bu anlamda kapitalizmin doğuş süreci feodalizme, mülkiyete karşı yükselen isyanları, kadın özgürlüğü, cinsel özgürlük dalgasını, bastıran bir “karşıdevrim” işlevi görüyor. Bu ittifak, isyanları bastırmanın, emeği ucuzlatmanın, nüfusu artırmanın yollarını arıyor. Ortak kullanılan toprakların özelleştirilmesi, yeni mülksüz, ama çalışma koşullarını kabul etmektense, serseriliği, eşkıyalığı seçen bir nüfus oluşturmaya başlıyor. Yeni kapitalist sınıf, yeni işçiler kuşağını üretemiyor. Bunun için kadının eve kapatılması, ücreti ödenmeyen ev emeği gerekiyor. Böylece, bugün bize hiç yabancı gelmeyen yasalar gündeme gelmeye başlıyor. Zaten tarihsel, dini kökleri olan kadın düşmanlığı körükleniyor; erkeğin sisteme olan tepkisi, öfkesi kadına yönlendiriliyor. Böylece işçi sınıfı daha doğarken bölünüyor. Kadına yönelik şiddet, hatta tecavüz, özellikle halk sınıflarının kadınları söz konusu olduğunda meşrulaştırılıyor, zorunlu evlilikler teşvik ediliyor. İtiraz eden, çocuk doğurmayı reddeden, sorgulamada ağlamayan kadın, cadı mahkemelerinde yargılanıyor, işkencelerle idam ediliyor. Kadının cinselliği, bedeni hızla disiplin altına alınıyor: Kürtaj, doğum kontrolü, evlilik dışı cinsel ilişki ölümle cezalandırılabilecek suçlar arasına katılıyor. Çocuk yapmaya yönelik olmayan cinsel ilişkileri, içki içmeyi, çıplaklığı cezalandıran yasalar çıkarılıyor. Yükselmekte olan kapitalist sınıf bu dönemde, meyhaneleri, eğlence yerlerini, halkın bir araya geldiği mekânları kapatmaya çalışıyor. AKP’nin başarısı tanımlanırken yükselmekte olan yeni bir kapitalist sınıfı temsil ettiği hep vurgulanır. Kadınları, cinsel özgürlükleri hedef alan saldırı, bence öncelikle bu sınıfın sermaye birikimi, emek disiplini gereksinimlerinden kaynaklanıyor. Öyleye, bu hakları öncelikle savunmak gerekiyor! Bugünün En Önemli Sorunu - Ergin Yıldızoğlu

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Kapitalist Uygarlık Titanic’e Benziyor - Ergin Yıldızoğlu

Bir dönemin sonunu simgeleyen Titanic faciasının 100. yıldönümündeyiz. Titanic’in bir buz dağına çarparak battığı dönemle günümüz arasında birçok benzerlik bulmak olanaklı. Küreselleşme, teknolojik gelişmeler, ekonomik kriz, hızla değişmekte olan uluslararası dengeler, büyük göç dalgaları, derinleşen gelir dağılımı uçurumu, yoğunlaşan sınıf mücadeleleri, emperyalizm… Ama, gündemdeki savaş tehlikesine, kazanılmış haklara, en önemlisi kadınların ve çalışanların haklarına yönelik saldırıları, günlük yaşamda sıklaşan, yaygınlaşan “mikro faşizan” gelişmeleri izlerken benim aklıma daha çok büyük, bütünsel bir felaket hızla gelirken, iktidar ve servet biriktirme ihtiraslarının ne kadar boş ve anlamsız olduğunu anımsatan “Titanic’in güvertesinde şezlong kapma yarışı” deyimi geliyor. Geçen hafta, okuduğum, birbiriyle yakından ilişkili bir seri haber ve bir araştırma, tam da bu deyime uygun bir duruma işaret ediyordu. Haberler Amerika’daki kuraklığın gıda fiyatları üzerindeki etkilerine, araştırma da küresel ısınmayı önleme çabalarındaki başarısızlığın dünyayı hızla, kararlı bir biçimde sürüklemekte olduğu felakete ilişkindi. Yeni bir gıda krizi gündemde... Dünya piyasalarında, mısır, soya fasulyesi, buğday ihracatının yaklaşık yarısını gerçekleştiren ABD’yi etkisi altına alan, 1956’dan bu yana görülmemiş şiddetteki, ekim ayına kadar sürmesi beklenen kuraklık gıda fiyatlarını hızla artırmaya başladı. Perşembe günü, mısır ve soya fasulyesi fiyatları beş haftada yüzde 50 artarak, 30 ülkede ayaklanmalara yol açan 2007-08 gıda krizinde ulaştıkları tepe noktaları geçtiler. Buğday fiyatları henüz 2007-8 döneminin üst düzeylerine ulaşmamış olmakla birlikte artmaya devam ediyor. (Financial Times 20/07/12). Rabobank gıda stratejisti David Nelson’a göre, bugün durum 2007-08 krizinden daha vahim. Çünkü “bu kez fiyatları heç fonların spekülatif hareketleri değil gerçek, üretimden kaynaklanan baskılar artırıyor”. Oxfam politika danışmanı Ruth Kelly, “ABD’de mısır rekoltesini düşüren sıcak dalgası ve biyoyakıta (mısırdan yapılıyor-E.Y.) olan büyük talep temel gıda fiyatlarını gittikçe daha yüksek düzeylere çektiğine” dikkat çekiyor. ABD Tarım Bakanlığı’ndan Richard Volpe, “Bu fiyat artışlarından ilk önce sığır ve tavuk eti, süt, yumurta fiyatları etkilenecektir” diyor (The Guardian 20/07/12). Bu yıl Muson yağmurlarındaki aksamalar da gıda krizine katkıda bulunuyor. Hindistan gazetesi Mint’in aktardığına göre iklim değişikliği krizi Hindistan’ı da etkiliyor. Muson yağmurlarında bu yıl, kimi bölgelerde yüzde 40 oranında bir azalma yaşanıyormuş. Bu azalmanın etkilerinin çapı 10-15 güne kadar belli olur diyen yetkililerin, iç göç dalgasına yol açan buğday, un fiyatları, içme suyu sıkıntısı artmaya devam ederse Hindistan’ın buğday ihracatını kısıtlamaya başlamasından korkuluyor. Bu durumda dünya gıda fiyatlarının daha da artması kaçınılmaz görünüyor. Gelirinin yüzde 75’inden fazlasını gıda harcamalarına ayıran yoksul ülkelerin halk sınıflarını yeni bir açlık dalgası bekliyor. Küresel ısınma krizi ağırlaşıyor Rolling Stone dergisinin 2 Ağustos sayısında çıkmak üzere, cuma günü web sitesine konan “Küresel ısınmanın dehşete düşüren yeni matematiği” (Global Warming’s terrifying new math) başlıklı araştırma yazısı, bu yıl sıcaklıkların yine rekor düzeylere ulaştığına, ABD’de yaşanan kuraklığa değindikten sonra küresel ısınma sorununun artık önlenemez düzeylere ulaşarak gezegendeki yaşamın geleceğini tehlikeye soktuğunu gösteren verileri aktarıyor, özellikle üç sayıya (2°C, 565 gigaton ve 2.795 gigaton) dikkat çekiyordu. Küresel ısınmayı engellemeye ilişkin ilk Küresel İklim Konferansı BM bünyesinde Paris’te 1995’te yapılmıştı. O günden bu yana 17 toplantı yapıldı, on sekizincisi kasım ayında Katar’da yapılacak. O günden bu yana bir gelişme olmadığı gibi son Kopenhag zirvesi, toplam Co2 emisyonunun yüzde 40’ından sorumlu ABD ve Çin arasındaki anlaşmazlıklardan dolayı büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı. Dahası Kopenhag zirvesinde alınan “toplam küresel ısı artışı 2°C’nin altında kalmalıdır” kararı, dünyanın en ünlü ilkim uzmanı NASA’dan James Hansen’e göre, modern zamanlarda gerçekleşen 0.8°C artışın yarattığı etkiye bakınca, çok yetersiz bir hedef, uzun dönemde de bir felaket reçetesi anlamına geliyor”. İkinci önemli sayı 565 gigaton. Bilimsel araştırmalar, 2°C sınırının altında kalabilmek için atmosfere bırakılabilecek ek Co2 miktarının toplam 565 tonu aşmaması gerektiğini söylüyor. Yazar, modern uygarlığın ortalama küresel sıcaklığı çoktan 0.8°C artırmış olduğuna, bundan böyle atmosfere hiç Co2 gazı salınmasa bile yüzyılın ortasına kadar ısının bir o kadar daha artarak Kopenhag hedefinin 3/4’üne ulaşacağına işaret ediyor. Uluslararası Enerji Ajansı’nın Baş Ekonomisti Fatih Birol da, bugün egemen trendler üzerine son verilerle ilgili olarak “Bunlar yaklaşık 6 derecelik bir ısınmaya işaret ediyor. Bu da adeta kurgubilimlerdekine benzer bir gezegen yaratacak gibi görünüyor” diyormuş. Üçüncü ve de yazara göre en korkutucu sayı 2.795 gigaton. Çünkü bu sayı, halen varlığı kanıtlanmış petrol ve gaz rezervlerindeki toplam Co2 stokunu temsil ediyor. Özel ve devlet şirketlerinin envanterlerindeki bu stok, 565 gigatonluk limitten beş kat daha fazla. Bu rezervlerin yüzde 80’inin henüz yeraltında olması bir şey değiştirmiyor. Enerji şirketlerinin hisselerinin değeri, kredi alma kapasiteleri, bu stokların kullanılmasıyla oluşacak kâr/rant varsayımı üzerinden oluşuyor. Bu 2.795 gigaton karbon içeren rezervlerin toplam değerinin 27 trilyon dolara ulaştığı hesaplanıyor. Kısacası bu şirketler bu petrol ve gazı çıkarmaya, satmaya kararlı. Piyasalar da, yapılan yatırımlara karşılık gaz ve petrolün çıkarılmasını, tüketilmesini bekliyor. Aksi yönde, bu petrol ve gazın çıkarılmayacağına ilişkin bir açıklama bu şirketlerin hisselerinin değerlerini bir anda çökertir. Bu şirketlerin, eğer müdahale edilmezse bu rezervleri kullanmaya devam etmesi kaçınılmaz görünüyor. Bir kez daha vurgularsak, bu varsayımlar, 2°C’nin altında kalabilmek için gerekli maksimum Co2 sınırının beş kez aşılacağı anlamına geliyor. ABD halkının büyük çoğunluğunun Co2 üretimini sınırlamaktan yana olmasından hareketle, yazar, eğer bu sorunun çözümü vatandaşların iradesine bırakılsa, hızla ilerleme kaydedilebileceğini vurguluyor. Ama gezegenin kaderini saptama gücü bugün yüzde 99’un değil, yüzde 1’in elinde olduğundan, bu yüzde bir kısa dönemde servetini iktidarını, korumaya öncelik verdiğinden (Titanic’in güvertesinde şezlong kapma yarışı) orta dönemde tüm insanlığın geleceği tehlikeye giriyor. Titanic buz dağına doğru adeta artık değiştirilemez olmaya başlayan rotada seyrine devam ediyor...

9 Temmuz 2012 Pazartesi

The Raconteurs - Carolina Drama

Öpücükten doğan öpücük, ter damlasının göz kırpışı, içine koca bir nefes çekince pörsüyen oda, kendini içip öksüren sigara, inatla duvarı kazan keman, günün akışını izlerken kendine konulmasını istediği ismi söylemek için ıkınan bebek, suyun kapının önünde volta atışı, bir bardak dolusu viskinin içli bir şarkıyla partnerine seslenişi ve onun gelişi birden... O işte. Aynı odaya binlerce kez gelip aynı şeyleri yapan ve mutlu olan adamın...

The Raconteurs - Broken Boy Soldier

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Bir Kuşun Resmini Yapmak İçin / Jacques Prévert

Önce bir kafes resmi yaparsın
Kapısı açık bir kafes
Sonra kuş için
Bir şey çizersin içine
Sevimli bir şey
Yalın bir şey
Güzel bir şey
Yararlı bir şey
Sonra götürür bir ağaca
Asarsın bu resmi
Bir bahçede
Bir koruda
Ya da bir ormanda
Saklanır beklersin ağacın arkasında
Ses çıkarmaz
Kımıldamazsın
Kuş bazen çabuk gelir
Ama uzun yıllar bekleyebilir de
Karar vermezden önce
Yılmayacaksın
Bekleyeceksin
Yıllarca bekleyeceksin gerekirse
Resmin başarısıyla hiç ilişiği yoktur çünkü
Kuşun çabuk ya da yavaş gelmesinin
Geleceği olup da geldi mi kuş
Çıt çıkarma yok
Kafese girmesini beklersin
Girdi mi kafese fırçanla
Usulcacık kapısını kaparsın
Sonra kuşun bir tüyüne dokunayım demeden
Bütün kafes tellerini teker teker silersin
Yerine bir ağaç resmi yaparsın
Dallarının en güzeline kondurursun kuşu
Tabii ne yapraklarının yeşilini unutacaksın
Ne yellerin serinliğini
Ne de yaz sıcağındaki böcek seslerini
Otlar arasında.
Sonra beklersin ötsün diye kuş
Ötmezse kötü
Resim kötü demektir
Öterse iyi olduğunun resmidir
İmzanı atabilirsin artık
Bir tüy koparırsın usulca
Kuşun kadından
Ve yazarsın adını resmin bir köşesine.

Çeviren: Sabahattin Eyuboğlu