26 Ekim 2011 Çarşamba

Size 68 Kuşağını Anlatayım - Soner Yalçın

Mahir Çayan’ın şair olduğunu bilir misiniz; “Güneşi batmayan bir ada/Ben ne şuralıyım, ne buralıyım/Adalıyım… Adalıyım.”
Eşi Gülten Çayan atletti; 400 metrede milli takım seviyesinde bir koşucuydu. Yakın arkadaşı erkekler 400 metre koşan atlet ise bugünün tanınmış gazetecisi Osman Saffet Arolat’tı.
Hüseyin Cevahir edebiyat eleştirmenliğine Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde başladı. Şiir de yazdı. Tunceli Alevi Dedesi torunu Hüseyin Cevahir, Rolling Stones dinlemeyi de çok severdi. SBF’nin en çalışkan öğrencisiydi; “devrimci başarılı olmalıdır” diyordu hep arkadaşlarına. Dürbünlü silahla hedef alınarak öldürüldüğünde 26 yaşındaydı.
İstanbul Hukuk'un efsanevi hocalarından Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, derslerinden hep tam not alan Cihan Alptekin’i yakından tanımak için evine davet etti. “Laz uşağı” Cihan yaşasaydı belki önemli anayasa profesörlerinden biri olacaktı. Öldürüldüğünde 25 yaşındaydı.
Tunceli’de yakalanıp işkenceyle öldürülen İbrahim Kaypakkaya’nın elinden; Varlık, Papirüs, Soyut, Türk Dili gibi edebiyat dergileri düşmezdi. Türk dilinin yapısını, sözcük hazinesini, şiirdeki gücünü ve müzikalitesini araştıran şair Kaypakkaya öldürüldüğünde sadece 24 yaşındaydı.

ODTÜ’NÜN DONLARI

1971 darbesinde Sansaryan Han’daki işkenceler sırasında polisler önemli bir delil buldu; devrimcilerin hemen çoğunda aynı tip mavi ya da kırmızı külot vardı.
Sordular; “bu donların anlamı ne; mavi ile kırmızının farkı ne; bunlar THKO’nun rütbeleri mi?”
İşkencedeki sporcu gençler gülmemek için kendini zor tuttu, “bunlar” dediler; “ODTÜ Spor Kulübü’nün donları!”

Futbolu severlerdi kuşkusuz…
Devrimci Öğrenciler Birliği’nin tümü Beşiktaşlı’ydı. Çarşı’nın devrimciliği nereden geliyor sanıyorsunuz?
68’lilerden futbol takımı kurulsa Deniz Gezmiş ilk 11’e mutlaka alınırdı.
Deniz’in ayrılmaz parçası Cihan Alptekin de…
Mahir Çayan ise kesin teknik direktör; çok sevdiği futboldan iki bacağına takılan platin çubukları nedeniyle erkenden koptu.
Deniz Gezmiş sahada kesin hakemi kandırmaya çalışırdı. Onun mizahçı yönü bilenmeden Deniz Gezmiş portresi yazılabilir mi? Beyaz at üstünde ODTÜ yurdunda kız arkadaşına serenat yapan bir romantikti o. İdam edildiğinde henüz 25 yaşındaydı.
Aşkı da yaşadılar doyasıya…
Sevgilisini son bir kez daha görmek için saklandığı evden çıkan ODTÜ’lü Koray Doğan, sırtından yediği polis kurşunuyla sevgilisinin evinin önünde can verdi.
O da 25 yaşındaydı.
O kuşak 1 kişiyi bile öldürmedi; ama tam 43 can verdiler.
Oysa…
Okul koridorlarında gazoz kapağıyla futbol oynayan bir kuşaktı onlar.
Sanmayın ki fasulyesine poker ya da blöflü pişti oynamadılar?
Sanmayın ki kolalı votka içmediler? Ya da rakı?
Emel Sayın konserine gitmediklerini mi düşünüyorsunuz?
Muhammed Ali, Joe Frazier’e yenildiğinde üzülmediklerini mi sanıyorsunuz?
Ya da hiç küfür etmediklerini mi? En güzelini de bir ağız dolusuyla Deniz Gezmiş ederdi. Ve yine Deniz Gezmiş her fırsatta en sevdiği türküyü söylemez miydi: “Ne ağlarsın benim zülfü siyahım/ Bu da gelir bu da geçer ağlama/ Göklere erişti feryadım ahım/Bu da gelir bu da geçer ağlama…”

DİLLERİNDEKİ ŞARKI; IMAGINE

Delikanlıydılar. İdealisttiler. Devrimciydiler.
Bozulmamış saf bir kuşaktı onlar.
Kızıldere’de katledilen Kazım Özüdoğru gibi, “halka inmeyi” ayakkabı boyacılığı yapmak sanıyorlardı.
İşten atılan Çorumlu belediye işçileri için yürüdüler.
Kürtler için de yürüdüler; Kürtçe slogan atıp, Kürtçe şiirler okudular. Varto Depremi nedeniyle kan bağışı kampanyası düzenlediler. Azgın Zap Suyu’na köprü inşa ettiler.
Pancar, tütün, fındık, haşhaş mitingleri yaptılar. Tam bağımsızlık için “Mustafa Kemal Yürüyüşü” düzenleyip Samsun’dan Ankara’ya yürüdüler. Atatürk heykelleri tahrip edilmesin diye geceler boyu nöbet tuttular.
68’li kızlar da vardı bu eylemlerde; hem de mini etekleriyle.
Hippiler yok muydu? “Özel okullara hayır” yürüyüşünde, uzun saçlı genç üniversiteli, sarışın kız arkadaşıyla hem sarmaş dolaş yürüyor hem de slogan atıyordu. O hippi; Kızıldere katliamından tek sağ kurtulan Ertuğrul Kürkçü’ydü.
Hayalleri vardı; dillerinde ise John Lennon’un “Imagine” şarkısı...

SBF’NİN DANS PARTİLERİ

Mahkemedeki savunmaları sırasında, Mevlana resmi çizip altına “Ben İnsanım” yazıp, hakime gönderecek kadar bu ülke değerlerine inanan bir kuşaktı.
Resimden, edebiyattan gelmişlerdi.
Ellerinden kitap düşmedi hiç. Nice yazarlar çıkarmaları boşuna değil. ODTÜ İnşaat’tan “Balık Memet” yani yazar Mehmet Eroğlu’nu okumayanınız var mı?
Dans da ettiler: SBF yatılı öğrencilerinin Salı ve Cuma akşamları 18.45-20.00 arası dans partileri vardı.
Carmina Burana’nın Türkiye’deki ilk bale gösteriminde harikalar yaratan balet Aydın Erol unutulabilir mi? Ya da; onca işkenceye rağmen cezaevinin soğuk koğuşunda bale yapan 20 yaşındaki balerin kız Ayşe Emel Mestçi?
Anadolu türkülerini, Dadaloğlu’ndan Aşık Veysel’e şehre getiren 68’liler değil mi?
Tiyatro da yaptılar; Uluslararası Üniversite Tiyatroları Festivali’nde üçüncü oldular.
FKF ilk başkanı İzzet Polat Ararat’ın DTCF tiyatro bölümü öğrencisi olması tesadüf mü?
ODTÜ Sosyalist Kültür Kulübü üyeleri Ali Artun ve Yılmaz Aysan’ın bugünün tanınmış sanat galerisi Nev’in sahipleri olması, o dönem birikiminin ürünü değil mi?
Dağcılık kulüplerini üniversitelerde ilk kimler kurdu sanıyorsunuz? Türkiye’de bu sporun gelişiminde 68’li Fikret Gürbüz, Tuncer Gürdil, Uçmaz Sungur, Sönmez Targan ve nicelerinin katkıları unutulabilir mi?
Ardı ardına şampiyon olan efsanevi İTÜ basketbol takımının temelini TMTF İkinci Başkanı Cavit Savcı atmadı mı?
Maratoncu Mehmet Yurdadön ülkeye madalyalar kazandırmadı mı?
ODTÜ’lü Ömer Gürcan cezaevine sokulmasaydı, idam edilen babası Fethi Gürcan gibi ülkemizi binicilikte birincilik kürsüsüne çıkarır mıydı?
SBF’nin tanınmış milli güreşçileri Necati Sağır, Mustafa Aynur aynı zamanda THKP-C’li değil miydi?
Bugün judo ve karate de madalya alanlar, bu sporun gelişmesinde büyük emeği olan Murat Özdabak’ı anımsar mı? Peki ya boksörler milli sporcu Taşkın Konuralp’in adını duymuş mudur?
ODTÜ Motor Kulübü’nün kurucularından Tayfur Cinemre motosikletiyle kimleri taşımadı ki; Ulaş Bardakçı, Yusuf Aslan, Cihan Alptekin…
Fenerbahçe takımında yelken yapan Taner Türkantöz Mahir Çayan’ın en yakın yoldaşıydı.
Hangisini yazayım?
68 kuşağı bu özellikleriyle neden anlatılmaz?
Oysa…
Toplumsal bir gelecek hayali kuranlar bu mirası her yönüyle bilmelidir.

24 Ekim 2011 Pazartesi

21. Yüzyıl Yazar Adaylarına Kritik Öğütler

1- Sen bir projesin. İlk bunu kabullenmekle başla yazın hayatına. Bu projenin akışının sana bağlı olmadığını da... Yerinde bir başkası da olabilirdi. Tarihe kalacak hiçbir kitabın içinde yan karakter bile olamayacak bir tiplemenin bu projenin ulaşacağı son nokta olacağını düşünmezden gelmeye çalış. Herkesin bir şekilde bambaşka boktan projelerin yan ürünleri olduğu gerçeği yüreğine su serpebilir... Belki.
2- Mesleğe giriş önemlidir. Ülkemizde her iş gibi edebiyat sektörünün de çıraklık müessesine dayandığını unutma. Mümkünse liseyi bitirir bitirmez büyük bir yayınevinde alt seviyede bir işe gir ve yüzüne bir manken sırıtışı yerleştirerek en az beş yıl mutlu ve aşırı istekli görün. Edebiyat dergilerinde hikaye-şiir köşen hazır olacaktır. Gerisi ise senin saygı-yalakalık potansiyeline uygun olarak gelişir. En zorunun yetenekli, Allah kahretsin bir de idealist olup, hayatının temeline çalışmayı oturttuktan ve tüm zamanını eserine vakfettikten sonra yayınevlerinin karşısına yazar kişiliğinle çıkmak olduğunu aklına iyice yerleştir. Sadece yazar olmak bir yazarın yapabileceği en büyük hatadır. Dikkat! Bu maddenin temel kurallarını uygulamaya geçirmeden ödüllü edebiyat yarışmalarına başvurmaya kalkışma!
3- Yayınevlerinin görevinin yeni yazarları ortaya çıkartmak, dünya edebiyatına sunmak olduğuna dair aşırı yanlış inanışı beyninden sil at. İşleyiş şöyledir: Birinci sırada medya şöhretleri gelir. Editörler koşa koşa onların ayaklarına gider, hatalarla dolu metinleri büyük bir iştahla düzeltmekten gocunmaz, aferimi kaparlar. İkinci sırayı, televizyon simaları, mesela dizi oyuncuları kapar. Gazete veya televizyon köşelerinde tanıtımlarının hazır olması en büyük kozlarıdır. Üçüncü sırayı bir şekilde sisteme yanaşma olmayı başarmış eski yazarlar alır. Bunlar, politik gündemin ana konularını iktidar lehine biçimlendirmekte, tarihe ya da günümüze bu gözle bakmakta ustadırlar. İdeolojik çarpıtmacı biatçı gençlik birle dördüncü sıra arasında gidip gelebilir. Midesiz ısmarlama tür yazarlarının da şansı kuvvetlidir. Normal, genç, yaratıcı bir yazar sıralamada yoktur. İşi önce ailesinin tanıdıklarına sonra Allaha kalmıştır. Dosyasının okunup sağlıklı bir şekilde değerlendirilme olasılığı olasılıksızlık dahilindedir.
4- Yayınevleri dünyada tutan ve burada da zevkle okunan türleri Türk yazarlarının denemesine asla izin vermeyecektir, bunu aklından çıkarma. Klasikler, olay örgüsünü sade bir dille mi anlatıyor, Türk yazarın zorunluluğu her cümlesi şiir kokan abartılı bir dil kullanmaktır. Fantastik mi gözde, peynir ekmek gibi kapışılıyor mu, yazarımız aşk yazmalıdır. Genelde edebiyat sektörü çevresinin birbirini okuduğu bu dünyada en makbul tür, şair olamamış, romancı da olamamış, felsefeci hiç olamamış romancıların geliştirdiği entelektüel şiirsel bunalımdır. Mizah-komedi karikatür dergilerine sevk edilmiş, getireceği ağır politik-düşünsel yükümlülükten kurtulunmuştur. Yazarlarımızın yatkın olduğu yeni gerçekçi, büyülü devrimci, tarihi-macera, halkçı akımlar aforoz edilmiş, polisiye geleneğin yanından bile geçmeyen, bir tane akıllı cinayet işlendiği görülmeyen ülke zorla polisiye edebiyata, çoğunlukla da aşk-bunalım-polisiye melez sentezine boğulmaya çalışılmaktadır. Seni şaşırtan bir başka şey de yayınevlerinin bu minvalde oluşturduğu “tür-dizileri” ve o diziler çerçevesindeki şaşmaz kararlılıkları olacaktır. Kendilerine bir başyapıt dahi sunulsa, bir diziye ait değilse asla ilgilenmeyecek, kapağını bile açmayacak olmaları... Sonuçta, okurlara yüzde yetmişin üstünde çeviri edebiyat dayatan sektör, pompaladığı uluslararasısatarları kendi yazarlarının denemesine karşı çıkmakta, yazmış olanları da yok saymaktadır. O halde bir yazar adayı, öncelikli görevinin yapmasına izin verilen tarzı anlamak, benimsemek ve ortalama okuyucunun rahatça anlayacağı bir dilde yazmak olduğunu iyi bilmelidir.
5- Kendini bir menejerin güvenli kollarına bırakmak için gerekirse kapısında yat, yalvar. O, yayınevlerine gidip, medya büyüklerimizle konuşup, politi-magazinel gündemi koklayıp bu ülkede bir yazardan neler istendiğini iyice öğrenecek, seni de ona göre yoğuracaktır. Ismarlama işlere hazır ol. Menejerlerin en önemli işlevi bildiğin en yoz en gereksiz promosyonlara büyük bir iştah beslemeni, delice bir arzu duymanı sağlamak olacaktır. “Sonuçta bir yazar olamayabilirsin ama emin ol ki, okunacaksın,” paradoksuna ulaşmanın yolu bir menejer bulmaktan geçer. O, kapsamlı yazar yaratma projesinde, ilgili kişiyi kapitalist tüketim standartlarına indiren beyin yıkama makinesidir. Karşılığında seni uluslararası toplantıların beş kişilik torpilli gençleri arasına sıkıştırmayı, yabancı dile çevrilecek ahbap kalemlerin arasında özel bir kontenjan ayarlamayı başaracaktır. Az şey değil!
6- İlişki kurmanın, gece gündüz bağlantı düşünmenin, çıkarcı bir zihin yapısını entellektüel ve vurdumduymaz bir görünümle bağdaştırmanın yazmaktan çok daha önemli olduğu gerçeğini beyin dokularına iyice yedir. Bugünlerde kalitesi edebi çeteler ve medya haydutları tarafından tescillenmiş bir yazara ait günlük çalışma haddi iki saati aşarsa ortada bir sorun var demektir.
7- Yeteneğin, üretim ya da kalite gibi, bu topraklarda hiçbir zaman bir önemi, ağırlığı olmadı. Hedefe ulaşmada ilk ona bile girmeyecek bir özellik için canını sıkma, kendini projenin tüm gün mesaisinin hayhuyuna bırak. Beynini boşaltabildiğin kadar boşalt. Medya seni sahiplendiyse yeteneklisin, bunu unutma Herkes pür dikkat, roman konusunda en ufak bir fikri olmayan, ‘ağır toplukla!’ onurlandırılmış gazetecilerin yüksek müsaadesini bekliyor. Bu kesimle iyi geçinmeye çalış.
8- Unutma. Artık senin dostun yok. Okurun mantık bıyıkları kesildi, yozlaştı, tüketim insancığına dönüştü, düşünme-yargılama-eleştirebilme yetisini kaybetti, onay bekleyen bir otomattan farksız... Eskilerde kaldı, kitapçılarda mesai harcayan, eser keşfeden, beğendiğini paylaşan, fiskos gücüyle kıyıda köşede kalmaya mahkum yetenekleri dünyaya mal eden güzel insanlar. Eleştirmenlere gelirsek; yumuşadılar! Reklam aldıkları yayınevlerini arsızca kollayan kitap eklerinde, önlerine konulan eserler için, anlayışlı, nazik, halden anlar yazılar döşerken, tek görevlerini, bir yazarı-eseri keşfedip edebiyat dünyasına sunma sorumluluklarını unutayazdılar. Kafaları, yayınevlerinin kıçlarını kurtarmak için biner biner piyasaya saldığı sürüm bombardımanından karmakarışık. Yazarlar, dar burjuva çevrelerinin huzurlu sınırlarına tıkılmış, yem peşindeki tavuklardan farksız, para kazanamayacaklarını bilseler de, şöhrete aşık, önlerine konulan saçmalığı eşelemeye devam ediyor. Birleşme, paylaşma, örgütlenme duygularından yoksunlar. Eskinin onurlu yazarları mücadele için bir araya gelirlerdi, uyum sağlamak, cemaatlerinin saflarını sıkı tutmak için değil. Stok tutan, iyi yazarı kollayan, okuyucuyu kaliteye yönlendiren kitapçılar da kalmadı. Sana biçecekleri rafta kalma süresi anca iki gün. Bir kelebek kadar ömrün. Uzun sözün kısası, şunu iyice belle, sistemin çaresiz aktörleri var karşında, dost değil. İçeriye adım atmadıkça biri bile senin farkında olmayacak, karar senin...
9- Belki farketmişsindir, günümüzde yazarlar sadece yazar değil artık, bir “şovmen”. İyi bir yazar olmak için diksiyon dersleri almanda belki de estetik yaptırmanda fayda var. İş gerçekten ağır. Kültür sanat, magazin, kadın programlarında, sabah haberlerinde boy göstermeli, konferanslar, okuma günleri, üniversite sohbetleri, panellere katılmalı, ahkam kesmelisin. İlginç çıkışlar yapmalı, şık görünmelisin. İşi garantiye almak için televizyonda çalışmak, gazetelerde köşe kapmak da fena fikir değil. Gerçek olan, bugünlerde ortalıkta görünmeyeni, şarlamayanı, gündem yaratmayanı kimse sevmiyor. Alçakgönüllü olmayı aklından bile geçirme.
10- Lobilerin gücünü hafife alma. Ortalık güç odağı kaynıyor. Cemaatler, azınlıklar, vakıflar, gizli istihbarat örgütleri, biatçılar, bunalımlı eski solcular, masonlar, eşcinseller... Birisini seç, safını tut, gücün nerede olduğunu iyi belirle, sağlam yeri bul, sok kafanı. Topu topu bir iki ezberlenmiş açıklamadan, haksızlıklar karşısında dut yemiş bülbül taklidi yapmaktan, yeteneksiz de olsa lobidaşını kollamaktan fazla bir yük getirmeyecek, karşılığında photoshopla oynanmış bilboardların metro duvarlarını süsleyecektir. Şu kadarcık demagoji işi ağır geliyorsa, en iyi seçim liboşlara kaynamaktır. Bazı şeylerden memnuniyetsiz gibi görünüp, zararsız çıkışlarla günü kurtarırken, önünde secdeye geldiğin güç odağına çaktırmadan hizmet etmek de ummadık yararlar getirebilir.
11- Okumayı azalt. Kaliteli şeylerden uzak dur. Kendini kandırmanı engelleyecek derin, emek isteyen yayınları ortadan kaldır. Kazuo Ishiguro, Umberto Eco, Haruki Murakami, Stanislav Lem, Strugatski Kardeşler, Tolkien, Dashiel Hammett, Andrey Platonov, İhsan Oktay Anar, J. M Coetzee, James Joyce, Kurt Vonnegut gibi yazarları ya görmezden gel ya da sıkıcı olmakla suçla. Bol bol televizyon dizisi izle. Fantastiğin ucuzunu, polisiyenin cafcaflısını, tarihi romanın aşk soslusunu, edebiyatın gösterişçisini yücelt. Klişeyi sev, menejerinin sezgilerine güven.
Not: İdealist yayınevleri, kitapçılar, eleştirmenler yok mu, var tabii, ama bir elin parmaklarından az olmaları bir yana, bu maddeleri uygulamayan bir yazardan ne farkları var? Ablukaya alındılar.. Zayıflar. Eve ekmek götürmelerinin bile büyük bir şans olduğunu düşünüyorlar. Sistemi değiştirecek, hele ki bir başkasını kurtaracak güçleri kalmadı. Kamplara bölünmüş, kutuplara ayrılmış, düşmanlaşmış bu toplumda öfkeli ve yalnızlar. Sonuçta şunu bil küçük insan, küçük yazar. Tek başınasın. Deliysen şu dar, iki tarafı uçurum patikada ilerlemeye devam et. Güçsüz ve korkaksan diğer yola gir. Muhteşemliğe uzanan kocaman bir otoyol. Gözlerin öylesine kamaşacak ki geriye gittiğinin farkında olmayacaksın.

21 Ekim 2011 Cuma

Cautiously

I'd wish to create a screen that everyone could see a different story watching carefully. In reality it would be only a wall, nothing else...

20 Ekim 2011 Perşembe

Dışarısı Sıcak İçerisi Soğuk

Dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyasında kaybolur, içeriye bakan uyanır, kendini keşfeder.
Carl Gustav Jung

Harold Gaze



 



Gavin Worth




Sıkışmış Kalmışlık'ın Tarifi

ABD yönetimi, İran'ı kendi ülke sınırları içinde Suudi elçisine suikast planlamakla suçlarken, Türkiye'nin manevra alanının nasıl da kısıtlandığı üzerine Ergin Yıldızoğlu'nun saptamaları:

Sıfır sorunpolitikası, ABD desteği, stratejik derinlik”, Türkiyenin bölgesinde güç yansıtma kapasitesini, manevra alanını, daha önceki dönemlerde görülmemiş düzeyde arttıracaktı.
Şimdi, Türkiye, hem Suriye hem de İsraille kavgalı olmayı başardığı, Füze Kalkanı Projesi’ne, Suriyedeki rejim değişikliği sürecine katılarak, kullandığı enerjinin yaklaşık yüzde 70ini ithal ettiği iki ülkeyle, Rusya ve özellikle İranla ilişkilerinin geleceğini tehlikeye soktuğu bir noktada duruyor. Filistin Yönetiminden gelen, İsraille ilişkilerin düzelttavsiyesine, Hamas-İsrail tutuklu değiş tokuşunda, devre dışı kalma durumuna bakarak, AKP dış politikasının kumlara saplandığınısöyleyebiliriz.
Bu noktada AB üyeliği artık bir fantezi bile olmaktan çıkmıştır; Doğu Akdeniz enerji rekabeti, Kıbrıs üzerinden, AB ile yeni sorunlar açmaya, İsrail ile çatışma çıkartmaya adaydır. Türkiyenin adeta ABD ve İngiltereden başka destekçisi kalmamış gibidir.
Bu sırada, İstanbulun büyük otellerinin birinde yapılan kapalı bir toplantıda, Kissinger, Kofi Annan, Council on Foreign Relationsın Başkanı Richard Haass, Tony Blair, eski Kolombiya Devlet Başkanı Uribe, eski İsrail Merkez Bankası Başkanı ve halen J.P Morgan Başkanı Frankel gibi tiplerin, bazı Türkiyeli şahsiyetlerle bir araya gelerek Türk kimliği ve yeni dış politika başlığı altında bir şeyler konuştuğunu öğreniyoruz (Çandar, 15/10).
Çandarın aktardıklarından, AKP hükümetinin özgüven ve başarı sarhoşluğuna kapılarak ölümcül sonuçlar verebilecek yanlışlıklar yapmaktan kaçınması, Türkiyenin uluslararası sistemde elde ettiği gücü görmezden gelen, 1980lerin, 1990ların tedavülden çoktan kalkmış bakış açısı ile analiz yaparak iktidarı yıpratmayı hesaplayan muhalefetin de -Ankaradan Kandile- hesaplarını gözden geçirmesi gerekiyormuş Kısacası, ABD askeri-mali kompleksi, kendini bir şey sanıp zorluk çıkartma, sana söyleneni yapmesajını vermiş.
Boratav Hocamızın ekonominin dış kaynak dengelerinin bozulduğuna, gündemde sert bir ekonomik daralma olduğuna (“Kötü Haberler Başlarken”, soL.org), Mustafa Sönmez dostumuzun AKP rejiminin vergi, zam, işsizlik, angarya ile sokağın sabrını taşırmak için ne lazımsa yaptığına ilişkin saptamalarına bakınca, AKP hükümetinin manevra alanının iyice daraldığını, pek bir seçeneğinin kalmadığı görünüyor. Bakalım bu seçeneksizlik ülkeyi nerelere sürükleyecek!..

17 Ekim 2011 Pazartesi

Grand Island


A Band From Norway, Oslo, formed in 2004. We are expecting to see bands like them. Perfectly timing progressive style. An affective, surprising vocal.
Eirik Iversen - Bass
Inge Brodersen - Bass (2004–2008)
Nils Brodersen - Drums / Perc
Jon Iver Helgaker - Keys / Vocals
Espen Gustavsen- Vocals / Guitar
Pål Gustavsen - Banjo / Guitar / Vocals

Eve Dönüş

Camille Henrot