12 Mayıs 2017 Cuma

Yazar Notları: Boş Sahne Açmazı

Romanda-sinemada sahne yazarken ‘an'a  kimliğini kazandırmak ve onu eser içi kast sisteminden kurtarmak yaratıcı için en önemli sorunsallardan birisidir.



Her sahne biriciktir ve hem yazar, hem karakter hem de seyirci için diğer sahnelerle aynı önemde görülmelidir. Dolgu malzemesine dönüşemez. İçsel anlamı tüm eseri etkileyecek bir enerjiyle titreşmelidir.
Geçiş sahnelerinin hepsi çöpe atılmalı, kendi başına bir mana taşımayan ‘an’lardan acele kurtulunmalıdır.
Bu çeşit her sahne yazar için bir yük, seyirci-okurlar için de sıkıntı kaynağıdır. Ucuz kurgu numaraları ya da cafcaflı duygusal betimlemelerle onun gereksizliğini ortadan kaldırmak mümkün değildir.
Bu iş çıkışı muhabbetinden hiç hoşlanmadığınız bir adamla rastlaşıp onunla iki bira içip eski günleri yad etmek zorunda kalmaktan farksızdır.
Platonov’un 'Chevengur' ve Strugatsky Kardeşlerin 'Yokuştaki Salyangoz' romanları anlardan bütüne gidişin başyapıtıdır. Her sahne kendi biricikliğinde müthiş bir dinamizme ve etki gücüne sahiptir. Hatta her sayfa ayrı bir tad içermektedir.
Tarkovski’nin “Ayna”sı, “Andrey Rublev”i filmin ‘bağlaçlarını’ etkileyici kısa filmlere dönüştürür.
Tolkien her sahneye müthiş bir özenle yaklaşır ve hayatı sadece aksiyona indirgemek isteyen anlayışa, doğanın derin bakışıyla büyük bir darbe indirir. Sabır doludur ve okuyucusunun kapitalizm karşıtı içtenliğe ulaşması için sabrı, manalarla bezediği sahneleri çözecek bir anahtar olarak sunar.
Shakespeare biricikliği cümlelere indirgemiştir.
Mevlana Celaleddin Rumi’nin Mesnevi’sinde her cümle bir hikaye her hikaye kütüphaneler dolusu kitaptır.
Büyük yaratıcılarda dolgu malzemesi – geçiş bölümleri bulunmaz çünkü onlar ana hikayelere değil anın muhteşemliğine inanır ve o an içinde tüm benlikleriyle varolurlar.

10 Mayıs 2017 Çarşamba

Yazar Notları: Polisiye Nedir?

 Bir polisiye roman asla sadece polisiye roman değildir.
İçinde akıl oyunları, psikolojik deneyler ve çok bilinmeyenli denklemler barındıran bir bulmaca-yazındır. Yaratımın laboratuvarında küçültülmüş mekânlarda büyük arayışların kitabıdır. İnsan psikolojisinin gizemlerini çözmek peşindeki beyinler için bir deney tüpüdür. Bireye yöneltilmiş tüm haksız eylemlerin, iddialı kabıyla raflarda gözlere sırıtan bir küçük kitaba tıkıştırılıp cezalandırıldığı bir rahatlama terapisidir. Büyük sorunları rahatlıkla çözen kahramanın rehberliğinde, alt benliğimizde her gün biraz daha kabarıp şişen kompleks girdabının önüne konulmuş bir kap çikolatadır. Gizlenme yeteneğine sahip, matematiksel adımlarla ilerleyen taşlara sahip bir satranç oyunudur. İnanılmaz olayları ciddiyetle, sadece kurulan atmosferin inandırıcılığıyla gerçek kılma sanatıdır. Yazarın, okuyucusunu da en az kendisi kadar akıllı varsayarak yazması gereken bir türdür. Ve onu aldatmak, geciktirmek, yanıltmak, dikkatini dağıtmak için her yanına tuzaklar yerleştirilmiş, ormanlık bir av bölgesidir. İşin doğrusu, ormanın içinde gezinildiği olgusu bile bir yanılsama olmalıdır.
Agatha Christie için polisiye Shakespeareyen güç çatışmalarının, kişilik buhranlarının şatolardan alınıp, malikânelere, teknelere, aristokratların küçük buluşma alanlarına indirilmesiydi.
Arthur Conan Doyle için; insan ruhunun derinliklerine bilimsel teknikler kullanılarak gerçekleştirilen bir araştırma gezisiydi.
Dashiel Hammett için; güce hapsolmuş bir toplumda, bir diğerini ezmekten başka bir şey bilmeyen bıçkınlar, politikacılar, para babaları arasında daha zeki ve daha cesur biri tarafından atılmış bir varoluş çığlığıydı.
Raymond Chandler için, dalgacı bir karakterin ince bir toplum eleştirisiyle, kanser hücreli yamuk yumuk bir sistemin simgesel minyatürlerini hallaç pamuğu gibi atmasıydı.
Henning Mankell için ekip çalışmasının, çıkardan arınmış rasyonel aklın ve ahlakın her alanda başarıya ulaşacağını kanıtlamanın bir yoluydu.
Eduardo Mendoza için tarama ucuyla her köşesini her tiplemesini birer karikatüre dönüştürdüğü Barcelona’da sistem tarafından boyutlarından biri alınmış komik-insanların arasında bir delinin gerçeği arayışıydı.
Richard Levinson’ın Columbo’su için; Platon soru-cevap tekniğine dayanan ve ardı arkası kesilmeyen zekice sorularla bir koca bina inşa edip; sistemin tüm olanaklarını kullanarak gücün gökdeleninde, ihtişamın sisleri arasında suçu gizleyebileceğini sanan kapitalizm artığı “Kötü”nün savunma duvarlarını aşmasıydı.
Philip K. Dick için; system tarafından yaratılması muhtemel bir evrende, büyük kuramsal açmazlar, çözümsüz etik tartışmaların labirentinde gezinmekti.
Umberto Eco için, tarihin belli bir noktasında, çağların gizli bilgilerinden oluşmuş bir piramitte, entelektüel adımlarla biricik hakikate tırmanıştı.

Benim için ise; klasik polisiye, kokuşmuş emperyalist dünyada, politikayla, satılmışlarla, çetelerle, güç ağlarıyla, mistik dokunuşlarla, rahatsız hayallerle sarmalanmış, doğrunun ne olduğunu hissedebilmenin gücüyle ayakta kalsa da kafası aşırı karışık bir karakterin, düşmanların putlarını adım adım yıkarak, içeriklerini pazara çıkararak başarıya doğru ilerlemesi. Katillerse yanlışın alegorileri…

8 Mayıs 2017 Pazartesi

Yazar Notları: Türk Sineması Kore Filmlerinden Ne Almalı?

- Bir film aksiyon da olsa, korku da, polisiye de; karakterlerin zayıflıklarını, komik unsurlarını asla dışarıda bırakmamak.
- Gerçekliği öylesine bir detay ve yoğunlukta kurmak ki seyirci sahnenin bir an bile dışında kalamasın.
- Oyun içinde oyun ve onun içinde asıl oyun. Akıl oyunları kurarak seyirciyi defalarca ters köşeye yatırabilecek yetkinlikte yazarların önünü açmak.
- Komediden şiddete, seksten romans’a ani geçiş sağlayan ters vuruşlarla seyircinin algılarıyla oynayıp kendi zayıflıklarını sorgulamalarını sağlamak.
- Toplumsal katmanlar, yoksulluk, merhamet, cömertlik, tükenmişlik gibi sistemin açmazlarını ve politik çöküşü filmin arka planına yedirecek cesareti göstermek.
- Klişelere ve ucuz numaralara esir düşmemeyi sürekli yeni olanın peşinden gitme cesaretini göstermeyi başarmak.
- Emek ve çaba gerektiren oyunculuğu desteklemek, Yeşilçam'ın adanmış aktör ve figüranlar ruhunu geri getirebilmek.
- Samimiyetsizlikleriyle filmin ruhunu öldüren reklam kuşağı sinemacılarından bir an önce kurtulup, Auteur sinemacıların önünü açabilmek.
- Türler arası rahat geçişlerle filmleri formüllerden kurtarmak.
 Ve daha sürüyle şey... :)

7 Mayıs 2017 Pazar

Yazar Notları: Zaman Makinesi

Zaman makinesi kitaplardır. Koy içine kendini, gönder geleceğe.

Bin yıl sonra zeka seviyesi aşırı gelişmiş, ruhani bir post-insanın kitabını okuyacağını düşünmenin dayanılmaz ağırlığını da duyumsamaya çalış. Kimin için yazdığını bil de kendine gel.

Küresel güç elitlerini sevgi ve adalet dolu benzerleriyle değiştirmek için geri gönderdikleri androidlerden birisinin senin kitabını elinde tuttuğunu, oradan cümleler apartarak konuştuğunu düşün. Ha ha!

Şu soru da ilginç: Bin yıl sonra yazılmış sanatsal bir roman günümüze getirilse ne anlarız?
Belki de o zaman üç cümlelik haikulara dönüşür romanlar da hız saplantısı kurgusal hızla değil de mana hızıyla çözülür...

Yazar Notları: Kutup Sahne

Sadece bir tek sahne uğruna bir eser kurulur mu?
Güzel, sıcak bir yüz seni seviyorum desin diye tüm şu yaşamı kurduğunu,  para, statü peşinde koştuğunu, türlü katmanla kişiliğini bezediğini unutma.

The Deer Hunter, rus ruleti sahnesindeki efsanevi risk alma kararlılığı için yazılmadı mı? Yaşama bağlılık, sevdiğine kavuşma dürtüsü o sahnenin içine gizlenmişti.



Ivan'ın Çocukluğu, elma kamyonundaki çocukluk rüyası için çekilmedi mi? Savaşın, kaosun içine düşmüş birey nereye kaçmak ister? Ve düşünün, her zaman nasıl bir dünyanın içerisindeydiniz?



2001 A Space Odyssee, yapay zeka Hal'in "Üzgünüm Dave, korkarım bunu yapamam," diyaloğundaki varlığı koruma içgüdüsünü ölümsüzleştirmek için kurulmadı mı?



Sorulsa, Michael Cimino, Tarkovsky, Kubrick bambaşka şeyler söyleyecektir ama o film sinemadan çıkan herkesin aklına ilk olarak geliveren o "Kutup Sahne" için çekilmiştir. Eserin merkezi odur. Tüm diğer sahneler seyirciyi, bir sinek nasıl ışığa koşarsa öyle o sahneye çeker ya da yere düşen bir meyveden saçılan tohumlar gibi o sahnenin ana fikrinden, enerjisinden türer.

5 Mayıs 2017 Cuma

Yazar Notları - Binboğa Efsanesi Stalker

Gelin bir Anadolu efsanesiyle, Rus Bilimkurgu Edebiyatı'nın başyapıtlarından birinin nasıl da aynı temada çakıştığına bakalım:

Efsaneye göre 5 Mayısı 6 Mayısa bağlayan gece Hızır ve İlyas peygamberler kayan iki yıldız şeklinde, iki ayrı yönden gelip birleşirler ve yeryüzüne inerler. O birleşme anında tüm akarsular durur ve bir anlığına börtü böcek sessizliğe bürünür. Bu birleşme anını sadece yüreğinde kötülük, içinde fesat olmayanlar fark edebilir ve buna tanık olan ne dilerse olurmuş derler. Kitapta hikayesi anlatılan aşiret iskan kanunu gereğince yersiz yurtsuz kalma tehlikesi içindedir. Tek umut Hıdırelleze bağlanmıştır. Aşirette en saf, en iyi niyetli, en kalbi temiz kim varsa o gece dilekte bulunacaktır. Aşiret için yaylak, koyunlar için otlak ve çadırlarını kurmak için güvenli bir düzlük. Üç kişi seçilir ve nehir kenarına otururlar yan yana. Gece yarısına yakın gözleri yıldızlarda, kulakları kirişte. İlk ceren görür gökyüzünde kayıp birbirine kavuşan iki yıldızı, Hızır ve İlyas’ı. Aşiret için dilemesi gerekenleri unutur ve dağlarda eşkıya olan biricik aşkına kavuşmayı diler diğer ikisine güvenerek. Sonra köyün yaşlı emmisi duyar akarsuyun durduğunu. Aşiret için derken sonuna geldiği ömrü gelir aklına ve biraz daha ömür dileyiverir tanrıdan. Son tanık 6-7 yaşlarında bir çocuktur. Aşiret aklına bile gelmez babasını görmeyi diler ve böylece aşiret devam eder yersiz yurtsuz serüvenine…
Yaşar Kemal / Binboğalar Efsanesi

Rusya'da bir şehir  dünya dışı yaratıkların bir gecelik ziyaretiyle tamamen farklı bir kimliğe bürünmüş, bir çok bölge kullanılmaz hale gelmiştir. Dikenli tellerle çevrelenmiş bu alanlarda, içeriği değişmiş, garip manalarla bezenmiş nesneler ticaret metaına dönüşmüş, koleksiyonerler onlara ulaşabilmek için, bölgedeki iz sürücü stalker'ları devreye sokmuştur. Bu arada, Stalkerların arasında yayılan bir efsane vardır. Alanın ortasındaki binada, bir oda, içine girmeyi başarabilenlerin dileğini yerine getirmektedir. Ama sözle söylenen dileği değil. İnsanın kalbinde taşıdığı arzuyu. Bir stalker da kız kardeşini ölümden kurtarmak için odaya girmiş fakat oradan zengin olarak çıkmıştır. Bölgede fazla vakit geçirdiği için çocuğu dünya dışı yeteneklerle dünyaya gelen ve büyüdükçe ölmeye yüz tutan Stalker'ın odaya girmek artık son çaresidir ama dünyevi bir arzuyu dileyerek oradan çıkmaktan korkmaktadır.
Stalker - Andrey Tarkovsky

Ve tabii ki Yüzüklerin Efendisi.
Frodo çok ağır bir yükle Mordor'a doğru ilerlemektedir. Orta Dünya'da iyiliğin kazanması için yüzüğü kötülüğün lav kuyusuna atıp yok etmektir dileği. Ama her ölümlü gibi gönlünün derinliklerinde yatan güç arzusu buna izin verecek midir? Son an geldiğinde tüm benliğine sinmiş o büyük yaşamsal karar ne olacaktır?
İnsan varoluşunun ebedi temalarıyla beslenen, maneviyatın temel sorularıyla nefsin karşısına dikilebilen yapıtların ölümsüzlüğü yakalaması kaçınılmaz.
"Zaman tabiatın icabı ve tabiata mahkum beşer aklın icadı olan bir şeydir. Güneşte oturabilen bir insan için gece, gündüz, ay sene denilen şeyler, yani zaman olur mu? Kâmil insan içn ne zaman vardır ne de mekân." Mevlana Celaleddin Rumi.
Mevlana'dan Shakespeare, oradan Strugatsky Kardeşler'e uzanan yaratıcı yol büyük, diri ve ölümsüz temaların, hakikâtla yüz yüze gelmek için yola koyulmuş mert insanların yoludur.


Yazar Notları: Bir Kore Geleneği: Bıçaklar ve Baltalar

Kore Hükümeti, silah kullanımına getirdiği müthiş denetimin Kore Aksiyon Sineması'nı bugünlere taşıyacağını çok önceden görmüş müydü ?
Dövüş planlarının uzayacağını, kana susamış seyircinin aşırı beslenmeden karnının şişeceğini, yirmiye yirmi meydan savaşlarında karakterlerin kanlı fayanslarda kayacağını, ayakta durabilenlerin müthiş bıçak numaralarını taekwondo figürleriyle desteklemekten başka şansları kalmayışını?
Belki havada mermilerin yerinden söküp attığı talaş ve beton parçaları uçuşmuyor, ama seyirciyi saran şu hissi yazarlarımız asla aklından çıkarmasın. Bir sahneye mertlik ve tüyleri diken diken eden o gerçeklik hakimse seyirci de varoluşunda bas bas bağıran bu cömert çağrıya kayıtsız kalamayacaktır.


Yazar Notları - Okuru-Seyirciyi Aldatmak

 Günümüzde bir çok senaryo yazarı kurgu hızının ve paralel hikayelerdeki soru işaretlerinin akışı içine yedirerek, seyirciyi aldatma kozunu çekinmeden kullanıyorlar. Bu tabii ki ahlaksızca bir seçim. Diyelim ki, bir adam dört beş kişi tarafından kovalanıyor ve korku içinde bir kayanın altına sığınıyor. Gözleri dehşet içinde, titreyerek bekliyor. Halbuki aynı adamı yarım saat kadar sonra iblis olarak göreceğiz. Sıradan insanlar tarafından altedilmesi imkansız bir yaratık! Peki tamamen yalnızken bu yaratık kimi kandırdı? Olan şu ki, yazar dikkatleri bir süre daha diğer karakterlerin üzerine yönlendirmeyi başardı. Yan karakterlerin bazen sinsi bazen tedirgin bakışları üzerinden sürdürülen bu çaresizlik-gerilimi polisiye yazarlarının da baştacı.
Hercule Poirot, seri dizinin bir bölümünde, bir cinayet piyesine gidiyor, girdiği bahsi kaybetmiş, yani katili bilememiş halde ofise geri dönüyor ve Hasthings’e sitemkâr bir tavırla şöyle diyordu: “Yönetmenin bizden delilleri gizlemeye hakkı yok!”
 Kabul edilemeyecek şeyleri size söyleyeyim:
- Karakter tarafından bizzat yerleştirilmediyse, eserin devamında etkinliği olmayan, yanlış yönlendirici deliller koyamazsınız.
- Karakterlere aldatıcı mimikler, tavırlar bezeyerek esere yabancılaştıramazsınız.
- Zamansal akışın gerçekliğiyle oynayamazsınız.
- Olayı mantık dışı (kamusal  pratiklere ters) oldu-bittilerle çözüme ulaştıramazsınız.
Fakat kitaptaki anlatıcının aslında katil olduğunu Roger Ackroyd Cinayeti romanındaki gibi son ana kadar saklayabilirsiniz. Ona bir şey demem. Yeter ki ucuz numaralara girişmeyin.