5 Eylül 2013 Perşembe

Çağrışım Havuzunda Yüzme Dersleri – 1

“Kusur benim imzamdır.” İhsan Oktay Anar - Suskunlar
Sevdiğimiz insanların kusurlarını görmemeyi seçiyoruz. Ya da şöyle söyleyelim, kusurlarını görmemeyi sindirebileceğimiz insanlar belirleyip onlar için hoşgörü sınırlarımızı genişletiyoruz. Hong Kong-Tayvan menşeeli uçmalı, konmalı, aşırı duygusallık bulamaçlı, bilinçaltı taramasının bokunu çıkaran, daha çok çocuklar için yapılmış gibi duran filmlere de, bu onların kültürleri, adamlar dünyayı böyle algılıyor diyerek garip bir sevecenlikle bakıyor, dövüş sahnelerinin delice kareografilerine yoğunlaşmayı yeğliyoruz. Yeşilçam’ın Frank Capravari saftirik karakterlerinin yarattığı toplumsal büyüyü içimize çekip mutlu oluyor, binbir hatayı bilinçaltımızın bataklıklarında boğulmaya yolluyoruz. Demek ki bir çeşit bakar kör olmaya hazırız. Yine de bu teori televizyon başına geçip bitmek bilmeyen dizileri, bir saat kadar süren reklam kuşağı eşliğinde sabırla izleyen kadınlarımızın eriştiği bilgece hoşgörüyü açıklamakta yetersiz kalıyor.
Neyse gelmek istediğim nokta farklı: Eleştirmenlere teskin edici hap sanatçılara da toplumu bam telinden yakalayacak şeytan tüyü tavsiye ediyorum. Filmlerin açılışında hipnoz tekniği de kullanılabilirler. İki saatin sonunda uyanan seyirciler ne seyrettiklerini hatırlayamazken çok güzel bir şeyler gördüklerini anlatırlar arkadaşlarına.
Yönetmenlerse iki milyon doları batırdıktan sonra yapımcılarına, Mevlana’nın “Kabiliyetsiz olmak bir kusur değildir. Ama karaktersiz olmak çok büyük bir kusurdur,” lafını sonuna abicim lafını ekleyerek kullanabilirler.
Karaktersiz demişken aklıma ana akım medyanın köşe yazarları geldi. Yüzüklerin Efendisi’nde bir karakter olsalar ne olurlardı acaba? Köy meydanlarında gerçekleri çarpıtma, kötüyü demokrat gösterme göreviyle onurlandırılan, Sauron’un asil göt kılları mı? Türkiye’de fantastik yazarları bir şekilde toplumsal gerçekçi olmak zorunda gibi geliyor bana. Çünkü arada çok büyük bir fark görünmüyor. Sauron’un da imam hatip çıkışlı ve demokrasiye gönülden bağlı bir kişilik olduğunu biliyoruz sonuçta. At hayaliyle it hayali birbirine karışınca kafalar da karışıyor tabii.
Geçende bir sahne belirdi beynimde. Yeteneksizsiniz’e birisinin eğitimli piresiyle katıldığını düşündüm ve dedim ki, bunu çekebilecek bir yönetmen var mıdır? Köpek oluyor da pire niye olmasın değil mi? Ya stüdyodaki seyirciler? Görmedikleri bir şeyi beğenmeyi başarabilecekler mi? Düşünmeden alkışlama modası görmeden tezahürata uzanabilir. Burada insanların üçüncü gözleri açık ama on numara miyop, demişti birisi rüyamda. Ben de demiştim ki, bozuk değil, ayarlarıyla oynayıp, yüksek çıkar seçeneğine getiriyorlar. Bir çeşit gerçek çarpıtma filtresi…
Yüzler artık gülmüyor sokaklarda. O halde niye kahkaha efekti konulmuyor hoparlörlerden. Televizyonda işe yarıyor. Fakat Gezi Direnişi’yle toplumsal umut endeksimiz yükseldi. İnsanların içinde her an devrim olacakmış gibisinden bir his var. Bazıları ellerinde kameralar, merdiven başlarında bekliyor Potemkin Zırhlısı tarzında bir sahne yakalamak için. Diziciler otuz sene kadar geçmesini, bir şarap gibi yıllanmasını bekliyorlar olayların. Yazarlarımız bunalım aşk hikâyelerine dekor çıktı diye seviniyorlar. Gerçekten, yaratıcılarımız bu sarsıcı ayaklanmadan ne gibi işler çıkaracaklar diye düşünmeden edemiyor insan. Hitchcock olsa her sahneye bir bira kutusu yerleştirebilirdi. Dramatik yazarlıktan mezun arkadaşlar üç karakterin ekseninden olaylara yaklaşıp, daha hikâye konusunda akıllarında bir gram bir şey belirmemişken, kişilikleri derinleştirmek için bir iki kuşak geriye uzanan, şöyle üç ay kadar sürecek bir analiz hazırlamaya koyulurlardı. Ben olsam belgeselleri toplayıp bu tamamen kurgusal bir çalışmadır, derdim. Baştan beri aktörler belliydi. Ayaklanma ben film çekeyim diye gerçekleştirildi. Dananaaaan!
 İşin doğrusu, boşuna konuşuyorum, konuları yine uluslararası ve ulusal kültür fonları belirleyecek. Son yılların ihale canbazlığı benzeri, kriterleri tam da işi vermek istediğiniz kuruluşa göre ayarlamaktan bir farkı yok işin. Batıyla elele kültürel emperyalizme! Kulaktan kulağa şöyle bir bilgi dönmeye başlayacak bir süre sonra. Aman ha, başka şey sunmayın, Gezi Olayları’nda ulusalcıların azınlıkları aşağıladığı hikâyelere veriyorlar fonları! Ya da bu tip bir şey… Ve sanatçılar etik metik falan akıllarına bile getirmeyip, şakır şukur girişecekler klişe senaryolara. Sık bakalım Palavraları sık bakalım. Medyanı, kişisel ilişkilerini bırak delikanlı kimmiş bakalım!
Yusuf Atılgan, “Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak,” demiş.
Artık yalanlar kategorize edilmiş, sıralanmış, istediğini seçip kullanıyorsun. Yaşam guruları, çekirgelerine Gezi Direnişi’ne katılmalarını salık verir miydi? Tabii ki hayır… Yanlış bir evrende doğru bir “kazanan” yetiştirmek kolay değil. Aman looser olmayalım da! Batılı toplumlarda bu ifadenin artık en ağır küfür olduğunu unutmayalım. Cennette looser mı olmak istersin yoksa cehennemde yupi mi? Hayır, diye bağırır tam da bu sahnede çocuk. Ben büyüyünce redhack olucam! Alkış efekti! Amerikan bireysel kurtarıcı, gaz alıcı comics karakterleri artık huzur peşinde, Pierre Culliford’un kurduğu Şirinler köyüne yerleşmek istiyorlar. Sistemin yarattığı geniş çöplüklerden fırlayan pislikleri dövmekten, zanax almaktan, güvencesiz yaşlanma korkusu çekmekten bıktılar. Biz ne istiyoruz? Hiper realistik bir fantazya dünyası sayılabilecek gündelik yaşamı tersine çevirecek mitbükücü, rantyıkıcı bir özgürlük savaşçısı. Milyonlarca kişinin oluşturduğu tek bir kahraman… Ama ilkönce oturup aralarında bir karara varmalılar. Düşman kim, biz kimiz, neden doğduk, niçin yaşıyoruz, çocukken hayata nasıl bakardık, rüyalarımızı kim çaldı? Neden tek bir olaya tek bir açıdan bakamıyoruz? Rashomon filmindeki zayıf karakterleri taklit etmemize yol açan şey ne?
Jacques Ranciére’in sözlerini hatırlayalım: Görüş ayrılığı, beyaz diyenle siyah diyen arasındaki bir çatışma değildir. Beyaza beyaz diyen birisiyle beyaz derken aynı şeyi düşünmeyen ya da diğer kişinin beyaz kavramıyla ilgili söylediklerini kavrayamayan birisinin çatışmasıdır.
Kimse kimseyi kandırmasın. Gerçek çok yönlü değildir. Tektir ve insanın doğallığıyla birebir ilişkilidir. Zayıflıklarından arınanlar bunu kolayca görebilir. Üçüncü gözünüz on numara bozuksa, gidin, uluslararası şirketlerin belirlediği açılardan değil de sınıf çatışmalarından hayatı gösteren sağlam bir gözlük edinin!

Hiç yorum yok: