15 Haziran 2011 Çarşamba

O

Uzun vagon sarsılarak ilerliyordu toprağın altında. Kompartımanda iki üç tane sarhoşun dışında bir de o vardı. Şimdilik güzeldi. Rüzgar olmadığı halde hafiften dalgalanıyordu kumral saçları. Geniş koridorda bir iki adım attı. Temkinliydi. Boruya yapışıp vücudunu yana yatırdı biraz. Kollarındaki kaslara takıldı gözlerim. Yüzüne baktım sonra. Gülmeye çalışırken çirkin bir ifadeyle kaplanmasını engelleyemedi. Sarhoşlardan biri dönüp onu izlemeye girişti o sırada. Yutkundum anlamaya çalışırken. Görüyorlardı onlar da. Boruyu bırakmıştı artık o. Bana doğru yaklaşıyordu. Yıllardır sürdürdüğüm çalışmanın bu gece sonuçlanma ihtimali tüylerimi ürpertti. Daha hazır değildim. Bir metre kadar önümde durdu. Somutlaşma yüzdesini anlamaya çalışırken ses dikkatimi dağıttı.
“Hey, buraya gel, boş yerimiz var,” dedi radyoaktiv tozdan yüzü çopur çopur işçi. Dişleri tamamen dökülmüştü.
Oraya hiç bakmadı o. Dudakları kıpırtılar içindeydi. Çıplak ayakları çatırtılar çıkardı yeri adımlarken. Uzandı eli. Bekledim soluksuz. Sanki durmuştu zaman. Ve dokundu omzuma. Ağlamak geldi ansızın içimden. Aramızda ilk defa yaşanıyordu temas. Başından ayağına kadar bir dalga gitti geldi onun. Kabalaştı yüzü. Saçları uçuştu. Eli uzanıp boğazımı buldu. Gerginlik bir müren gibi sarıldı vücuduma. Yapacak hiçbir şeyim olmadığını çok iyi biliyordum. Gülmeye çalıştım yine de.
Çenemi hafif iterek çekti elini ve güldü o da. Güzelleşmişti yine. O an bir karar aldığı belli oldu gözlerinin ışıltısından. Ya da belki de benim kararımdı bu. Birden yanıma oturdu. Elimi tuttu. Sıcaklık vücuduma yayıldı. Sıyrılmış eteğinin açıkta bıraktığı baldırlarına bakan sadece ben değildim. Başını omzuma koyup, ifade içermeyen bakışlarını sarhoşların kuşkulu gözlerine dikti. Bir an önce durağa gelmeliydik. Olacaklardan benim sorumlu sayılacağımı biliyordum. Bir şey olursa tabii. Ya da öyle miydi gerçekten?
Distopya Günlüğü

Hiç yorum yok: