9 Haziran 2011 Perşembe

Nakata Bey ile Hoşino Bey

Tam haberler bittiğinde Nakata tuvaletten döndü.
"Şey, Hoşino Bey, bir soru sorabilir miyim?"
"Ne oldu?"
"Hoşino Bey. Yoksa beliniz mi ağrıyor?"
"Ağrıyor elbette.Uzun süre direksiyon sallayınca, insanın beli ağrımaya başlıyor. Uzun yol şoförleri arasında beli sağlam olan yoktur. Omzunu sakatlamayan beyzbol atıcısı olmadığı gibi" dedi genç adam. "İyi de nereden çıktı şimdi bu?"
"Hoşino Bey, sizin sırtınıza bakınca, bir an bana öyleymiş gibi geldi de."
"Hımm."
"Elimle yoklamamın bir sakıncası var mı?"
"Yok da..."
Nakata yüzüstü uzanmış haldeki Hoşino'nun sırtının üstüne ata biner gibi çömeldi.  İki elini belinin biraz üzerine koyarakbir süre öylece bekledi. Genç adam o sırada sanat dünyası dedikodu haberlerini izliyordu. Ünlü bir kadın sanatçı, pek isim yapmamış genç bir yazarla nişanlanmıştı. Öyle bir haber hiç ilgisini çekmiyordu ama diğer kanallarda da doğru dürüst bir program olmadığından, onu izliyordu. Kadının geliri genç yazarın gelirinin on katından daha fazlaydı. Yazar öyle pek yakışıklı olmadığı gibi pek de zeki gibi durmuyordu. Genç adam boynunu eğdi.
"Baksana, bu tür ilişkiler pek uzun sürmüyor değil mi? Bunlar kesin bir şeyleri yanlış anlıyorlar."
"Hoşino Bey, bel kemiklerin yerinden oynamış."
"Uzun zamandır yerinden oynamış bir yaşam sürüyorum zaten. Eh, kemikler de yerinden oynamıştır herhalde" dedi genç adam esneyerek.
"Bu haliyle kalırsa, başına büyük sorunlar açabilir."
"Cidden mi?"
"Baş ağrısı yapmaya başlar, kakanı doğru dürüst yapamazsın, felç bile olabilirsin."
"Durum o kadar ciddi mi?"
"Biraz acı verir ama bir bakabilir miyim?"
"Olur, bak."
"Doğruyu söylemek gerekirse, bir hayli acıyabilir."
"Bana bak amca. Ben doğduğumdan beri, evde, okulda, orduda yemediğim dayak kalmadı. Övünülecek bir durum değil ama yumruk yemediğim gün sayısı, bir elin parmaklarıyla sayılacak kadar az neredeyse. Şimdi artık, acıymış, sıcakmış, kaşıntıymış, huylanmaymış, tatlıymış, tuzluymuş umurumda değil. Bildiğini yap."
Nakata gözlerini kısıp zihnini yoğunlaştırarak Hoşino'nun beline yerleştirdiği iki başparmağın yerini dikkatle kontrol etti. Yerini bulunca, önce yavaş yavaş parmaklarına verdiği gücü artırdı. Sonra seslice nefes alarak, kış kuşları gibi kısa bir ses çıkardıktan sonra tüm gücüyle kemik ve kaslar arasındaki boşluğa parmaklarını bastırdı. O sırada genç adamın yaşadığı acı, hayal gücünün sınırlarını aşacak kadar şiddetliydi. Kafasının içinde kocaman bir tütsü çubuğu dolaştırılıyormuş gibi, gördüğü her şey beyaz bir sis perdesinin ardında kalmış, nefesi kesilmişti. Yüksek bir kulenin tepesinden cehennem kazanına atılıvermişti sanki. Çığlık bile atamıyordu. Acı yüzünden, zihnindeki tüm düşünceler silinmiş, darmadağın olmuştu. Duyularının tamamının yerini de acı almıştı. Vücudunun bir anda parçalara ayrılıp dağıldığı hissine kapıldı. Ölüm bile bu kadar yıkıcı olamazdı. Gözlerini açmayı bile başaramıyordu. Yüzüstü çaresiz halde yatarken, salyası hasıra akıverdi. O feci durum otuz saniye kadar sürdü.
Sonra genç adam nihayet nefes almaya başlayarak, dirseklerini destek olarak kulllanıp yalpalaya yalpalaya doğruldu. Önündeki tatami hasırı, fırtına öncesindeki deniz misali dalgalanıyor gibiydi.
"Acıdı mı?"
Genç adam önce hâlâ hayatta olup olmadığından emin olmak için başını sağa sola salladı. "Bunun adına acı denmez! Derim yüzülmüş, kemiklerime şişler geçirilmiş, tıraşlanmış, üzerinde de onlarca kızın boğa tepinmiş gibi oldum. Ne yaptın sen be!"
"Hoşino Bey, senin yerinden oynayan kemiklerini esas yerine oturttum. Artık uzun süre bir şey olmaz. Belin de ağrımaz. Kakanı da rahat yaparsın."

Haruki Murakami - Sahilde Kafka

1 yorum:

saykolog dedi ki...

eyvallah biraderim uzun süredir götümden atamıyodum kahkahamı, iyi geldi. bir an önce okumalı...