29 Mayıs 2010 Cumartesi

Ayaktakımı Arasında - 3. Perdeden

SATİN: Evet... İlginç bir ihtiyardı! Nastyonka da âşık olmuş ona...
NASTYA: Belki olmuşumdur...oldum be! Gerçekten herşeyi görüp...anlıyordu.
SATİN: (Gülümser) Evet sahiden. Çoğumuz için...dişsizin bulduğu ekmek içi gibiydi...
BARON: (Gülerek.) Çıbanlara merhem gibiydi...
KLEŞÇ: Şefkatli adamdı...ama sizde hiç merhamet yok.
SATİN: Sana acısam ne işe yarar?
KLEŞÇ: Bırak acımayı, kırmamayı bile beceremiyorsun ki...
TATAR: (Sedirde doğrulu ve yaralı kolunu bebek sallar gibi sallar) İyi adamdı ihtiyar... yüreğinin kanunu vardı! Yüreğinde kanun olan adam iyidir! Kanundan ayrılan esas kendisi kaybeder.
BARON: Nasıl kanunmuş bu prensim?
TATAR: Kanun işte...çeşit çeşit vardır...bilirsin...
BARON: Söyle de öğrenelim.
TATAR: İnsanları incitme! İşte kanun budur!
.....
SATİN: Odun kafalılar sizi... İhtiyara tek söz edemezsiniz bile! (Daha sakin) Sen Baron, hepsinden betersin! Hiçbir şeyden anladığın yok; boş boş konuşuyorsun! İhtiyar şarlatan değildi. gerçek mi? İnsandır gerçek! Sizin haberiniz yok ama o bunun farkındaydı! Sizi inekler, taş kafalılar! Ben ihtiyarı anladım! Evet, yalan söylüyordu ama size acıdığından! Şeytan alsın hepinizi! Yakınlarına acıdığı için yalan atan öyle çok insan biliyorum ki! Okumuştum! Güzel, coşku ve esin dolu yalanlar söylerler!... Avutan, uzlaştıran yalanlar vardır...işçinin kolunu ezen yükü mazur gösteren, hatta açlıktan ölenleri suçlayan yalanlar...bilirim yalanı! İradesi zayıf olanlara ve başkasının özsuyuyla beslenen asalaklara gereklidir yalan... Kendi kendisinin efendisi olan, bağımsız ve açgözlülük etmeyen inana neden gereksin yalan? Yalan, kölelerle efendilerin dinidir...gerçek ise özgür insanın Tanrısı!
BARON: Bravo! Nefis bir anlatım! Katılıyorum! Aynı dürüst insanlar gibi konuşuyorsun!
SATİN: Dürüst insanlar bile dolandırıcılar gibi konuşuyorlarsa...neden bir dolandırıcı da ara sıra dürüst insanlar gibi konuşamasın?
....

Maksim Gorki

Kitap Sanatçıları




28 Mayıs 2010 Cuma

Yarı Deliler Yarı Akıllılar

En tehlikeli insanlar yarı deliler ve yarım akıllılardır.

Goethe

Kitap Üzerine Lakırdılar

"Birçok kitabın başarısında en büyük pay, yazarın düşüncelerinin sıradanlığı ile okurun düşüncelerinin sıradanlığı arasındaki uyumdadır."

Sebastien-Roch Nicolas Chamfort (6 Nisan, 1741, Clermont-Ferrand, Auvergne France - 13 Nisan, 1794, Paris), hiciv ve aforizmalarıyla tanınan Fransız yazar.

"Dünyada kitaplardan daha tuhaf bir nesne zor bulunur. Onları anlamayan insanlar tarafından basılırlar; onları anlamayan insanlar tarafından satılırlar; onları anlamayan insanlar tarafından alınır, okunur ve eleştirilirler; onları anlamayan insanlar tarafından yazılırlar."

Georg Lichtenberg 18. yy'da yaşamış Alman fizikçi ve yergi yazarı

"Bazı kitaplar hiç hak etmedikleri halde unutulur; ama hiç hak etmediği halde hatırlanan kitap yoktur."

W. H. Auden (İngiliz şair 1907-1973)

"Beden için egzersiz yapmak neyse zihin için de okumak odur. Ama sırf sağlığımızı korumak için yaptığımız egzersiz nasıl sıkıcı ve usandırıcı olursa, sırf daha erdemli ve bilge olmak için okumak da bıktırıcı ve iç karartıcı olabilir."

Sir Richard Steele (Oyun yazarı ve politikacı)

(Celal Üster'in Yeryüzü Kitaplığı köşesinden alıntılanmıştır.)

Antony Gormley

İngiliz Heykeltraş (30 Ağustos 1950)







Capacitor



Feeling Material



Iron Man

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Öncesi ve Sonrası

Önce önemsemezler, sonra gülerler, sonra kıskanırlar, en sonunda ise yenilirler...

Gandhi

This Is Why I Am Afraid

You say that you love rain, but you open your umbrella when it rains. You say that you love the sun, but you find a shadow spot when the sun shines. You say that you love the wind, but you close your windows when wind blows. This is why I am afraid, you say that you love me too. Yağmuru seviyorum diyorsun,
yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun...
Güneşi seviyorum diyorsun,
güneş açınca gölgeye kaçıyorsun...
Rüzgarı seviyorum diyorsun,
rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun...
İşte,bunun için korkuyorum;
Beni de sevdiğini söylüyorsun...

William Shakespeare

Herkes Deli Doğar

Herkes deli doğar, bazıları deli kalır.

Samuel Beckett

25 Mayıs 2010 Salı

24 Mayıs 2010 Pazartesi

20 Mayıs 2010 Perşembe

Dünya Üçüncüsü Avrupa Birincisi, Peh Peh Peh...

Türkiye iş kazaları ülke sıralamasında dünyada 3'üncü, Avrupa’da ise 1'inci sırada!

Kuru Göldeki Ördek - Vatan Kitap


Vatan Kitap'ta yayınlanan Sabri Gürses imzalı yazı.

KAHKAHALAR ATTIRAN GERÇEK ROMAN

Mezarlığın yanından ıslık çalarak geçilir derler, peki ya tımarhaneye dönmüş bir şehirden? Kahkahalar atarak. Fakat kahkaha atmak için iyi bir bahane, aklı harekete geçiren bir olay gerek. İşte Kuru Göldeki Ördek (Plan B Yayınları, 2010) adlı roman tam da böyle bir bahane, böyle bir olay.
Çağan Dikenelli’nin eseri, daha doğrusu film-romanı son on yılın en etkileyici kitaplarından biri. Yeni bir ses, güçlü bir anlatım tarzı, apaçık ama değişik bir konuyla ortamın rengini değiştiriyor. Ortam belli: Genel hatlarıyla bakıldığında, kara ve tonlarında, her şeyin bulanıklaştığı, gerçek renklerin üstünü bir algı yanılsaması gibi örten bir pusun her yere hakim olduğu bir ülke. Her gün, her an aklı zorlayan toplumsal gelişmelerin yaşandığı, bu gelişmelerin özel yaşamlara ruhsal birikimlerle ya da patlamalarla yansıdığı puslu bir ortam; siyasi skandallar, suikast ve cinayetler, yumruklaşmalar, suçlamalar, medya kavgaları, geçmişin yeniden, yeniden yazılması, etnik tartışmalar, günlük yaşamın her anına yerleşmiş gelir dengesizlikleri, ülkenin gider dengesizlikleri.. sayıldıkça çoğalan bir kaos.
Bu kaos uzun zamandır romanda güçlü bir yankı bulamamıştı ve bu gerçekten tuhaf bir şeydi. Dostoyevski de böyle bir kaosta yaşıyordu, Hemingway de. Fakat bizim edebiyatımızda, uzun bir zamandır, Tahsin Yücel’in olayları entelektüelleştiren diliyle Orhan Pamuk’un olayları minyatür süslemeler haline getiren dili arasında, genel bir hayalperestlik, bir dalgınlık, düşlemeyle oyalanma dili hakim; metin içi oyunlarla yapılan oyunlar, postmodern bir entelektüalizm yaygın. Oysa toplum edebiyatın yanıbaşında çok ağır ve şiddetli bir şekilde değişiyor, bol bol televizyon izliyor; kısacası, ne hayat romanda iyi bir karşılık buluyor, ne roman hayatta.
Kuru Göldeki Ördek bu denklemi etkileyici bir biçimde bozuyor ve zengin edebi diliyle, teknik açıdan yetkin bir anlatımla, yaşanan gerçeği, deyim yerindeyse narkoz vermeden diseksiyondan geçirmenin mümkün olduğunu hatırlatıyor. Romanda bu hakikaten unuttuğumuz bir şeydi.
Dikenelli teknik açıdan yenilikçi bir anlatım kullanmıyor: romanın bir film senaryosu gibi kurulması sayesinde anlatımın hareket kazanmış olması, olay örgüsünün kare kare ya da sahne sahne akmasında değil metnin zenginliği; fakat yeni bir anlatımla karşı karşıyayız, ani geçişler, zaman zaman absürde kaçan inişli çıkışlı, şaşırtmacalı olay akışı, geniş karakter kadrosunun metni boğmadan görünüp kaybolması, romanın anlatımına tam bir dinamizm katıyor. O ünlü Bahtinci diyalojizmin sinema diliyle yapılanmış bir örneği olarak anılabilir Kuru Göldeki Ördek, ama bu diyalojizm, hatta şamata havasıyla yapılanmış diyalojizm romanın asıl özelliğinin gerisinde kalıyor: romanın en köklü yeniliği, Gerçeği gerçekdışılığıyla olağanlaştırmasında ya da yaşadığımız Gerçekdışının Gerçek haline gelme sürecini çıplak hale getirmesinde.
Kuru Göldeki Ördek’te, fantezi ve bilimkurgu öğeleri iç içe geçerek trajikomik bir distopya ortamı yaratılmış. Malabak adlı bir kasabada peşpeşe, yetkililerin çeşitli yemeklere dönüştürüldüğü cinayetler yaşanınca, yöneticiler, kasabanın ekonomisine hakim olan Goldo adlı yabancı şirketin de yardımlarıyla katili bulmaya çalışırlar. Goldo’nun sahibi Thomas Bey’in getirttiği iki yabancı ajan ve sanal yardımcılarıyla yerel polis geniş çaplı bir soruşturma yürütür. (Romanı okurken insan gerçekçiliğe kapılıp her an bir özel savcı karakteri, özel bir mahkeme, anonim tutuklamalar bekliyor, ama böyle şeyler olmuyor – en azından Malabak’ta!) Araştırmalar kasabanın olağan günlük hayatının arkasındaki çok şaşırtıcı başka gerçekleri ortaya çıkarır. Fakat bu sırada katil, kasabanın duvarlarına “Halkı kişisel malı sananlar karnıyarık olacak!” gibi sloganlar yazarak cinayetlerine devam etmektedir.
HİPER GERÇEKLİK AKIMI ÖNCÜSÜ
Çağan Dikenelli’nin yaşadığımız gerçeği sert bir biçimde anlatan dili, aslında daha önceden, ilk özgün polisiye çalışmaları olan Melek Teyze polisiyelerinde (Kör Fahişe Bıçağı, Yüreksöken Cinayetleri, 2006) belirginleşmişti. Günlük hayatımıza yerleşen, olağanlaşan toplumsal gerilimin çarpıcı, ürkütücü olabilecek absürd olay ya da durumlarla sergilenmesindeki sertlik eleştirmenlerin dikkatini çekmişti. Kuru Göldeki Ördek’te, Malabak hayatının neredeyse her anı şiddet ve gerilim yüklü: bu kez, insani yozlaşmanın her yere yayılmış olmasında, gerçeğin en uç boyutlarda saçmalaştığı ölçüde olağan görünmesinde öne çıkıyor sertlik. İnsanı ürküten şey, anlatılanların fazlasıyla, gerçekten daha gerçekçi görünmesi, sinema anlatımının güçlendirdiği yoğun bir gerçekçilik etkisi: anlatılanlar romanın yapımcısı Fossurgama Filmcilik’in bir sinema filmi mi, yoksa televizyon için hazırladığı bir reality show mu – her şey gerçek olamayacak kadar gerçekçi.
Dikenelli’nin bu gülünç absürt kabus gerçekçiliği aslında tehlikeli: bir hiper-gerçekçilik akımının öncüsü sayılabilir. Toplumcu gerçekçiliğin günümüzün kaos ortamında yeni bir canlandırması da sayılabilir. Bu çarpıcı romanda tek eksik var: devam filminden bir fragman vermiyor. Ama okur bunu kesinlikle bekliyor.

E-Book İçin Tıklayın

Kuru Göldeki Ördek




Kuru Göldeki Ördek adlı kitabım Plan B yayınları tarafından basıldı. Arka Kapak yazısını sizlerle paylaşmak isterim.

E-Book İçin Tıklayın

Farklı janrlarda ürün veren Çağan Dikenelli, Melek Teyze adlı roman dizisiyle başarılı bir polisiye yazarı olduğunu göstermişti. Bu kez yazar, sınırları zorlayan bir mizah örneği sergiliyor. Kuru Göldeki Ördek, nerede olduğu bilinmeyen bir ülkede, Malabak Kasabası'nda geçen bir absürd komedi. Sofuluk ve yozlaşmanın uç boyutlara vardığı bu distopyada okur, fantastik öğelerin de yer aldığı acı bir gerçeklikle yüzleşiyor.

Fosurgama Filmcilik yapımı olan Kuru Göldeki Ördek, yazarın sinema alanındaki deneyim ve birikiminin izlerini taşıyan filmsi bir roman. Goldo Madencilik'in sahibi ve kasabanın büyük patronu Thomas Bey, uyurgezer Kaymakam Bey, çoğu zaman birbirinden farklı konuşan iki ağzıyla Komiser Haluk, zehirli atık dolu topraklarda zombileşmiş atrıklar, ünlü Amerikalı dedektifler Burt ve Mike, Çağan Dikenelli'nin çoksesli absürd romanının kahramanlarından sadece birkaçı.

"Geçerlerken yüksekçe bir çalı kümesi dönerek onları izliyor. Kasabanın sınırlarını belirleyen, üç metreye yakın yüksekliğiyle, arada caz coz diye sesler çıkarıp çevreye kıvılcımlar saçan elektrikli tellere yaklaşıyorlar yavaştan. Kıpırdaşan kara kara bir şeyler var arkasında. İnsan olmalı bunlar. Açlık, bakımsızlık gibi nedenlerin dışında, zehirli atık dolu toprakların falan da etkisiyle zombileşmiş halktan başka bir şey olmasalar da onlara Atrık ismi veriliyor. Mal gibi bakıyorlar Malabak’ın değerli şahsiyetlerine. Sanki uyuşturulmuş gibi omuzlarını birbirlerine dayamış, hafif hafif sallanıyorlar. Işığa üşüşen sineklerden bir farkları yok."

18 Mayıs 2010 Salı

Yazarın Körleştirilmesi

...
Günümüz edebiyatının hangi incelikli yöntemlerle kontrol altına alındığını, yazarın sistem tarafından toplumsal konulara duyarsızlaştırılıp nasıl körleştirildiğini, dahası ünlü suretlere dönüştürüldüğünü görmek zorundayız. Yazarı zararsız hale getirmek ustalıklı, hileli bir politik durum değil mi? Ne de olsa, her şeyin politikasızlığın bile politik olduğunu unutmamak gerekiyor...

(İnci Aral'ın Karşılaşmalar köşesinden Toplumsal Bellek ve Edebiyat adlı yazısından alıntılanmıştır.)

Azınlık ve Çoğunluk

“Azınlık bazen yanılabilir, çoğunluk her zaman yanılır.”
H.İbsen

Yazılı yasalar

“Yazılı yasalar örümcek ağları gibidir: zayıfları yakalar, güçlüler deler geçer.”
Anonim

16 Mayıs 2010 Pazar

Ayaktakımı Arasında - Maksim Gorki

Elbette, hiçbir şey hissetmeyeceksin, inan bana! Hiç endişelenme; öldüğün için mutlu ol... bak sana ne söyleyeceğim, çocuk için annesi ne ise, bizim gibiler için de ölüm odur...

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Michael Keutsch













İftira

Hiç bir şey iftira kadar yüksek bir hıza sahip değildir; bu kadar kolaylıkla söylenmez; bu kadar kolaylıkla inanılmaz ve bu kadar geniş alana yayılamaz.

Cicero

14 Mayıs 2010 Cuma

13 Mayıs 2010 Perşembe

Yandaş Yazarlardan Yeni Tarih Çözümlemeleri

ABD'nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Council on Foreing Relation'un dergisi Foreign Affairs web sitesinde yayınlanan, Zirve üniversitesinden ve Zaman gazetesi yazarlarından GÖkhan Bacık ve aynı üniversiteden Dariush Zahedi imzalı yazı üzerine...

Ergin Yıldızoğlu
....
Kemalizmi iki döneme ayırarak, çok önemli bir adım atıyorlar. Bu adım ilk dönemle (adeta kuruluştaki saf haliyle) AKP arasında ortak bir gelenek saptamaya, Kemalizm ve 1923 olayı ile AKP arasında olumlu bir ilişki kurmaya uygun bir söylem kuruyor. Böylece, yazarlar AKP'nin Kemalizmi mülk edinmesine uygun bir zemin sunuyorlar.
Burjuva sınıfının doğuşunu AKP ile başlatan, önceki dönemleri seçkinlerin ve militarist Kemalizmin yönetimi olarak sapatyan taktik de, tarihi gerçeklerle uyuşmamakla birlikte, başarılı bir manevra. Çünkü, bu manevra, evrensel bir olguya, burjuva sınıfının "eski rejime karşı özgürlük mücadelesi" geleneğine gönderme yaparak, 1923 olayı ile siyasal islam ve AKP arasında ruhsal bir ilişki kurmaya da kapıyı açıyor.
Böylece son günlerde aniden parlayan İsmet İnönü eleştirilerinin, camilerin Gazi tarafından samanlık olmaktan kurtarılmasına ilişkin öykülerin arkasındaki amntık da daha bir anlaşılabilir oluyor. Ahlak dışı seks ve siyaset yerine süikast temalarıyla CHP'yi imha etme çabaları da...
AKP ve siyasal islamın yeni bir hegemonya manevrasına başladığı anlaşılıyor. Bu süreci yakında izlemek gerekiyor. Yakından izlenmesi gereken daha az ilginç ama çok eğlendirici bir süreç daha var. Bu da bugüne kadar Kemalizmi baş düşman ilan edip, bu düşmanlığı AKP'yi desteklemenin bahanesi olarak kullanan kimi solcuların, liberallerin duruma uyum sağlamak için atacakları taklalarla ilgili. Bunların, becerilerine büyük güvenim var; sirk palyaçolarını imrendirecek şıklıkta harkeetler göreceğimize inanıyorum.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Terliksi Hayvan

Evde oturmayı çok seven erkek

(Kadın Argosu Sözlüğü - Metis Yayınları - Filiz Bingölçe

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Evine kapitalizmi sokarsan kulübede yatarsın

Yunanistanlı emekçileri ayağa kaldıran beş aylık üç tasarruf planı:

* 2014 yılına kadar çalışanların maaşlarının dondurulması.
* Çalışanların 13. ve 14. aylara ilişkin maaşlarının (ikramiye) kesilmesi.
* Emeklilerin 13. ve 14. aylara ilişkin maaşlarının (ikramiye) kesilmesi.
* Yönetici primlerinin yüzde 8 azaltılması (bir önceki yüzde 12’lik düşüşten sonra)
* Yüzde 21’den yüzde 23’e çıkarılan, 2 puanlık KDV artışı ( yüzde 19’luk ilk artıştan sonra yüzde 21’e çıkarılmıştı) yapılması.
* Benzin, sigara ve alkol fiyatlarında yüzde 10’luk bir artışı.
* Tüm kamu yatırımlarının azaltılması.
* Taşıma ve enerji piyasasının liberalleştirilmesi.
* Tam bir emekliliği hak etmek için çalışma süresinin 37 yıldan 40 yıla çıkartılması (bu yıldan 2015 yılına kadar).
* Bugün, firmaların aylık toplam yüzde 2’den fazla çalışanın işten çıkarmalarını yasaklayan yasanın reform edilerek özellikle işgücü esnekliğinin güçlendirilmesi.

Kuşku nedir?

Kuşku mutsuzluğun anahtarıdır.

Dış Kapının Sesi'nden bir replik

Delilerin Gücü

Bir delinin akıllıya boyun eğdiği görülmemiştir,ama tarih,delilere baş eğmiş akıllılarla doludur.

Cemil Sena Ongun

Bilgi İyilik Kararlı Olmak

Bilgi, insanı kuşkudan,
iyilik acı çekmekten,
kararlı olmak da korkudan kurtarır.

Konfüçyüs

Üretmeden...

Parayı nasıl kazanmadan harcamaya hakkımız yoksa,mutluluğu da üretmeden tüketmeye hakkımız yoktur.

Bernard Shaw

9 Mayıs 2010 Pazar

Neyim ben?

Karanlık tarafın en barışçı adamıyım ben.

DUA

Güçlülerin yüzüne gerçeği söylemek için
zayıfların alkışını ve sevgisini kazanmak için
ve yalan söylememek için bana yardım et.
Eğer bana para verirsen mutluluğumu alma
ve eğer bana güçler verirsen muhakeme yeteneğimi çıkarma.
Eğer başarı verirsen alçak gönüllüğü çıkarma.
Eğer bana alçak gönüllüğü verirsen saygınlığımı çıkarma.
Görünenin diğer yüzünü tanımama yardım et.
Benim düşüncelerime katılmıyor diye bana karşı olanları hainlikle suçlayarak,
onların karşısında suçlu duruma düşmeme izin verme.
Kendimi sever gibi diğerlerini de sevmeyi
ve diğerlerini yargılıyormuş gibi kendimi de yargılamayı öğret bana.
Başarılı olduğum zaman sarhoşluğuma izin verme.
Nerede başarısız olursam olayım, umutsuzluğa düşmeme izin verme.
Daha ziyade, başarısızlığı başarının öncesindeki bir deneme olduğunu hatırlamamı sağla.

Hoşgörünün, güçlerin en büyüğü olduğunu
ve intikam arzusunun zayıflığın ilk görünüşü olduğunu öğret bana.
Eğer paradan yoksun bırakırsan, bana umudu bırak.
Ve eğer beni başarıdan yoksun bırakırsan,
başarısızlığı yenebilmek için irade gücünü bırak bana .
Eğer beni sağlık bağışından yoksun bırakırsan, inancın lütfunu bana bırak.
Eğer insanlara zarar verirsem, özür dileme gücünü ver bana .
Ve eğer insanlar bana zarar verirse, affetme ve merhamet gücünü ver bana.
Tanrım! Eğer ben seni unutursam sen beni unutma."

Mahatma Gandhi

7 Mayıs 2010 Cuma

Emperyalizmin Truva Atı Ergenekon

Ergenekon Soruşturması, Türkiye'nin emperyalizme açılmasının önündeki 'ayak bağlarını' ortadan kaldırma amacını taşımaktadır. Ergenekon, emperyalizmin Türkiye'ye girdiği büyük kapıdır...
....
Devletin askeri operasyonlarının, ulusal güvenlik belgelerinin 'gizli' niteliklerine bakılmaksızın adeta talan edercesine, yapay gerekçelerle ve apatal cesaretiyle el konulması, tutanaklara geçirilmesi; devletin güçten düşürülmesinin, ulusal istihbaratın tasfiye edilerek CIA, Mossad taşeronu Fethullahçı istibharata güç gösterisi olanağı da sağlamıştır. Sivil savcı ve Terörle Mücadele ekiplerinin ortaklaşa düzenlemiş olduğu operasyonlar; terör bölgesi olan Erzincan'da MİT Bölge Binası'na ve İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Birimi'ne yapılan baskın, Ankara'da Genelkurmay'ın, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın gözünün içine baka baka yapılan Özel Kuvvetler Komutanlığı'na yapılan baskın, polisin askeri araçları fütursuzca durdurup arama yapma teşebbüslerinde bulunması, güçten düşmüş devletin, Amerikancı istihbaratın hareket yeteneğinin doruğa ulaştığının göstergelerini oluşturuyor.
...

Yeni Osmanlı Misyonuyla Kürdistan İnşaası - Ergenekon ve Fethullah - Asya Şafak Yayınları - Kaan Turhan

4 Mayıs 2010 Salı

Her şeyimiz var ve Hiçbir şeyimiz yok

“Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var;
Daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var.
Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz;
Daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz.
Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz;
Daha çok ev gereçleri, ama daha az zamanımız var.
Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz;
Daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var.
Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz;
Daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.
Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz, çok savurganca para harcıyoruz,
Çok az gülüyoruz, çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz,
Çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz,
Çok az okuyor çok fazla TV izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz.
Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık.
Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz.
Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik.
Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık.
Dış Uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik.
Daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık.
Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik.
Atoma hükmettik, ama önyargılarımıza edemedik.”



George Denis Patrick Carlin (d. 12 Mayıs, 1937) - (ö. 22 Haziran, 2008), Grammy ödülü kazanmış, ABD'li stand-up komedyen, oyuncu ve yazar.

Carlin, saygısızca diye nitelendirilen tutumu ve dil, psikoloji ve din gibi alanlardaki tabu konulara ilişkin fikirleriyle tanınır. Carlin'in Yedi kirli kelime komedi rutini , 1978'de Amerikan Yargıtayı'nın F.C.C. v. Pacifica Foundation davasına yansımış ve 5'e 4 oyla Carlin'in oyunu televizyonlarda yasaklanmıştır.

Birçok kişi tarafından Lenny Bruce'un yerini aldığı düşünülen Carlin, Comedy Central tarafından Richard Pryor'un ardından tüm zamanların en iyi ikinci stand-up komedyeni seçilmiştir.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Tartışma Programları Savaş Taktikleri

Üstad Tzu Ku dedi ki: Düşmanı, ayrı cephelerden gibi görünen beşe yakın konuşmacının arasına koyun. O, bunlardan sadece birinin, yani kendisinin yapayalnız olduğunu ilk on dakikada anlayacak ama oradan kalkmayı kendine yediremeyip içine düştüğü kurt kapanında kendisini anlatabilmek için çırpınırken yaraları büyüyecektir.
Üstad Su Lama dedi ki: Derebeyine çalışan ortak konukların hedefteki konuğa küçümser ya da alaycı, belki de onu deli gibi gören bakışlar yöneltmeleri halkın gözünde o kişiyi yok mertebesine indirir.
Üstad Ki Lim dedi ki: Ne kadar saçmalanırsa saçmalansın, ısrarcı ve kendine güvenli olmak çok önemlidir. Fakat en çok dikkat edilecek şey, spikerin de saçmalıkları ciddiye alıp üstüne gitmesidir. Halk tarafsız gördüğü asla tarafsız olamayacak kişilerin tepkilerini ciddiye almak için gayretkeştir.
Üstad Tzu Ku dedi ki: Tarih işlenmeye açık, dolu bir tarladır. Ne ekerseniz o, diğer bitkilerin üstünde büyüyecek, onları gizleyecektir. Tarihten aldatmacalı notlar kullanmak tartışmanın en önemli silahıdır.
Üstad Su Lama dedi ki: Tartışma sadece odada yapılmaz. Oraya gelene kadar tüm enformasyon kaynaklarını harekete geçirip halkın kafasını karıştırmak esastır. Kafası karışmış insan güçlüye inanır.
Üstad Tzu Ku dedi ki: Düşman konuşmacının sözünün kesilmesi, araya girilmesi süresinin daraltılması gerekir. O aynı şeyi yapmaya çalışırsa topluca büyük bir öfkeyle karşılacak, daha önce ona da aynı davranışın reva görüldüğü unutulacaktır.
Üstad Su Lama dedi ki: Eski defterleri açarak kişisel saldırılar gerçekleştirmek, tam da düşman konuşmacı önemli bir konuya değinirken tercih edilmelidir.
Üstad Ki Lim dedi ki: Beş kişi beş parmak gibidir. Kapanırsa yumruk olur. Onlardan biri baş parmak gibi geride kalıp dengeyi sağlamak, akil adam rolü oynamak zorundadır.

Bir İki Yüzyıl Daha Lazım

...
İki yüzyıl içinde 400 milyon yılda oluşmuş hidrokarbon kaynaklarını neredeyse kuruttuk. Aynı biçimde yenilenemeyen doğal mineral kaynaklarını tükettik. Bu arada bilim de dünyayı saatler içinde yok edebilecek gücü yarattı. Çağımızın en büyük çelişkisi, türümüzün kendini yok etme kapasitesine karşı kendini yönetememe beceriksizliğidir...
...

Fidel Castro Ruz - L'humanité, 29 Nisan 2010

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Farklı Rüyalar

Herbirimizin farklı bir rüya gördüğünü hatırlatmakta fayda var...

Cherokee Boyu

BUGÜN 1 MAYIS



1880'li yıllar, ağırlıklı olarak kol emeğinin kullanıldığı ve çalışma şartlarının çok kötü olduğu yıllardı. Küçük çocukların karın tokluğuna çalıştırılması ve 14-15 saate kadar varan iş günleri söz konusuydu. Şirketler eşi görülmemiş bir hızla büyürken, işçiler, işyeri güvenliği, sağlık koşulları, örgütlenme ve grev gibi en temel haklarını dahi tanımayan bir siyasi ve hukuki sistem ile karşı karşıyaydılar. 1881 yılında yarım milyon işçiyi temsilen kurulan Örgütlü Meslek ve Emek Birlikleri Federasyonu "8 saatlik iş günü" mücadelesini ülke geneline yaymak ve işçilerin kararlılıklarını göstermek amacıyla mücadeleyi yükseltti. ABD'nin şikago kentinde 40 bin tekstil işçisinin gerçekleştirdiği eylem kanla bastırıldı. Aynı kentte, bir fabrikada 8 saatlik işgünü için greve çıkan 1400 işçi işten atıldı. Aynı tarihlerde greve çıkanlara ateş açıldı ve 4 işçi yaşamını yitirdi. Saldırılar, mücadele ateşini söndürmedi, aksine körükledi. ABD ve Kanada'da sendikalar ve diğer örgütlerin yükselttiği mücadele sonucu 1 Mayıs 1886'da yaklaşık 350 bin işçi greve çıktı. Tarih işçi sınıfının böylesine örgütlü ve kararlı tepkisine ilk kez tanık oluyordu. Tüm ülkede yaşam durdu. İşçiler üretimden gelen güçlerini kullanıyordu. İşçilerin bu topyekün isyanı, işverenlerin tepkisini çekti. Chicago'da greve çıkan 40 bin işçinin eylemini bastırmak için, saldırılar düzenlendi. ışverenler grev kırmak için sokak çeteleriyle anlaştı. Sokak çeteleri bir taraftan işçilere saldırıyor, bir taraftan da grev kırıcılığı yapıyordu. Grevci işçilerle sokak çeteleri arasında çıkan kavga sırasında, polisin işçilerin üzerine ateş açması sonucu 4 işçi yaşamını yitirdi. Hükümet ve işverenler, işçi eylemini kolay kolay içlerine sindiremiyordu. 1 Mayıs sonrası işten atmalar, baskılar yoğunlaştı. Olaylara neden oldukları gerekçesiyle 8 işçi hakkında idam istemiyle dava açıldı. İşçiler idam cezasına çarptırıldı. Dört yiğit işçi önderi Albert PERSONS, Adolph FISCHER, George ENGEL ve August SPIES, 1 Mayıs 1886 yılında 8 saatlik iş günü mücadelesinde önderlik yaptıkları için idam edildi. Albert PERSONS isimli işçi, özür dileme şartıyla affedileceğinin söylenmesi üzerine, mahkeme heyetinin karşısında tarihe geçecek sözlerini söyledi: "Bütün dünya biliyor suçsuz olduğumu. Eğer asılırsam cani olduğumdan değil, emekçi olduğumdan asılacağım." İşçi önderlerinin cenaze törenine yüz binlerce insan katıldı. ABD'de yaşanan bu olaylar uluslararası işçi örgütlerini harekete geçirdi. II. Enternasyonal 1889'da Paris'te düzenlediği kongrede, Amerikan işçilerinin mücadelesini desteklemek amacıyla dünya çapında gösteriler düzenledi. 1890'dan başlamak üzere 1 Mayıs'ı da, "Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü" olarak kabul etti

Üretmeden Tüketenler

"Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden tüketenler; önce haysiyetlerini, sonra
istikballerini ve nihayette istiklallerini kaybederler!"

Mustafa Kemal ATATÜRK

Doğru olan şeylere zarar vermeden

Üstat dedi ki:
"Kendimi on beş yaşında öğrenmeye verdim. İrademe otuz yaşında sahip oldum. Kuşkulardan kırk yaşında kurtuldum. Göğün düzenini elli yaşında öğrendim. Sezgilerim yoluyla her şeyi altmış yaşında kavradım. Kalbimin isteklerini, doğru olan şeylere zarar vermeden yetmiş yaşında gerçekleştirebildim."

Konfüçyus - Erdemin Ardından Git