29 Ocak 2010 Cuma
Dön baba dön
Zamanın da değişebilir olduğunu göstermesi açısından önemli. Nereden baktığımız belirleyecek her şeyi. Beklemek kaybediştir. Saldırı da öyle. Dönmesini bilmek lazım.
Anti-Kien
27 Ocak 2010 Çarşamba
Patlamaya hazır bir...
Patlamaya hazır bir sakız gibiyim...
İçime üfledikleri çürümüş kokudan kurtulmak için dağılmaya hazırım...
İçime üfledikleri çürümüş kokudan kurtulmak için dağılmaya hazırım...
26 Ocak 2010 Salı
Aralarında...
Binlerce klonumun arasında sıkışmış duruyorum.
Elimdeki silah yere düşmüş
bir türlü eğilemiyorum
"Şimdi naapçaz, şimdi naapçaz," diye bağırıyorlar hep beraber.
Çılgınlık üstüme tırmanıyor.
Terden bir orman açmış yüzümde, gülmeye çalışıyorum.
"Gidin geziiin," diye haykırıyorum. "Dolaşııın biraaaaz!"
Gülüyorlar hep bir ağızdan.
Beni taklit ederek, terlerini siler gibi yapıyorlar delice kıkırdarken.
Daha da sokuluyorlar hem bana hem birbirlerine...
Elimdeki silah yere düşmüş
bir türlü eğilemiyorum
"Şimdi naapçaz, şimdi naapçaz," diye bağırıyorlar hep beraber.
Çılgınlık üstüme tırmanıyor.
Terden bir orman açmış yüzümde, gülmeye çalışıyorum.
"Gidin geziiin," diye haykırıyorum. "Dolaşııın biraaaaz!"
Gülüyorlar hep bir ağızdan.
Beni taklit ederek, terlerini siler gibi yapıyorlar delice kıkırdarken.
Daha da sokuluyorlar hem bana hem birbirlerine...
25 Ocak 2010 Pazartesi
Görürken görmek
24 Ocak 2010 Pazar
Eduardo Galeano - Aynalar
Aynalar insanlarla dolu
Görünmeyen bizi izliyor
Unutulmuş bizi çağırıyor
Kendimizi görünce onları görüyoruz
Uzağa dönüyoruz sonra...
Ya onlar?
Görünmeyen bizi izliyor
Unutulmuş bizi çağırıyor
Kendimizi görünce onları görüyoruz
Uzağa dönüyoruz sonra...
Ya onlar?
23 Ocak 2010 Cumartesi
Paolo Nutini
Çok büyük ses. Rod Stewart, Bob Marley, Ray Charles, pop, funk, ska, reggea, disco, istediği tarza, arzu ettiği vokale bürünebiliyor.
Ama şarkılarının yüzde yetmişi dandik. Evet. Ne yazık ki olay böyle...
Ama şarkılarının yüzde yetmişi dandik. Evet. Ne yazık ki olay böyle...
22 Ocak 2010 Cuma
Hedef Kitlenizi Bilin
Türk Sinema ve Dizi sektöründe şu andaki en büyük sorunlardan biri hedef kitle seçimindeki büyük karmaşadır. Yapımcılar rating ve gişe kaygısıyla yetişkin filmleri yaparken, çocuk kitlesine de seslenecek abartılı yapay tiplemeler, düş kalk esprileri, mantıksız olay örgüleri kullanmakta ve en üst düzey senaristlerin bile boğulup gideceği bu kaosta ele aldıkları konuların daha baştan çöplüğe dönüşmesine sebep olmaktadırlar. Yapımcılar bir an önce bir karar vermeli, çocuk filmi yapacaklarsa gerçek çocuk filmleri yetişkin filmleri yapacaklarsa olgun ve ayakları yere basan yetişkin filmleri yapmalıdırlar
21 Ocak 2010 Perşembe
Gözlük Firmalarına Sesleniyorum
Fırsat kapınızda.
Derhal Yalaka-besleme-liboş medya tayfasına, işçileri görmelerini sağlayacak bir gözlük üretmelisiniz.
Başarırsanız bu yılki Nobel Barış Ödülü yine bir göte gidecek ama takmayın bunları.
Pazar büyük. Kâr gani. Ya işçileri şaşı gözlere göstereceksiniz, ya da halk için, sistem artığı işbirlikçi şaklabanları görmelerini sağlayacak bir cam imal edeceksiniz.
Takacaklar gözlüğü ve bağıracaklar
"Kral IMF'nin soytarısı."
Derhal Yalaka-besleme-liboş medya tayfasına, işçileri görmelerini sağlayacak bir gözlük üretmelisiniz.
Başarırsanız bu yılki Nobel Barış Ödülü yine bir göte gidecek ama takmayın bunları.
Pazar büyük. Kâr gani. Ya işçileri şaşı gözlere göstereceksiniz, ya da halk için, sistem artığı işbirlikçi şaklabanları görmelerini sağlayacak bir cam imal edeceksiniz.
Takacaklar gözlüğü ve bağıracaklar
"Kral IMF'nin soytarısı."
Bir kez birleşildi artık...
İnsanlar bir kez birleştiler mi, cesurlar tek başlarına ilerleyemez, korkaklar ise tek başlarına geri çekilemezler.
Sun Tzu
Sun Tzu
Kocamış Kurtun Sırıtışı
Hayattaki en zavallı görüntülerden birisi de, hayatı boyunca çapkınlığıyla övünmüş, hep bunun muhabbetini yapmış tiplerin, bir ortamda arkadaşları bu konuya girince ve onunla ilgili imalı bir laf edince suratlarında beliren o müstehzi-gevşek-kızarık bakıştır. Hala yapabilirim, yapıyorum da, hem de ne biçim mesajı veren pişkin bir surat. Ha ha ha! Çok var yahu bunlardan. En az yarım milyon kişi.
LEKE'DEN GERÇEĞE
Seslerini ... ... Duyacaksınız!
Adalet Bakanlığı Ankara Açık Cezaevi
Mahkum: 10 bin 800
Hakim: AKP
Suçu: Ekmek kavgası
Ceza: 4/C
ABD’den korktuğun kadar Allah’tan korksan TEKEL işçilerinin hakkını verirdin
(Tekel işçilerinin açtıkları pankartlardan...)
Mahkum: 10 bin 800
Hakim: AKP
Suçu: Ekmek kavgası
Ceza: 4/C
ABD’den korktuğun kadar Allah’tan korksan TEKEL işçilerinin hakkını verirdin
(Tekel işçilerinin açtıkları pankartlardan...)
20 Ocak 2010 Çarşamba
Anlamıyorum
Barlarda canlı müzik neden on iki sularından önce başlamaz anlamam. Neden ikide değil de onikide? Neden?
Önerim, barların üst katlarını da kiralayıp yatakhaneye çevirmeleri.
Saat altıda, iş çıkışı, canlı müzik yapan bir yer iş yapmaz mı peki? Bence tek tek birahanelerinden sonra tek tek canlı müzik barları da olmalı.
Gelelim bu ülkede cover grup dinleme çılgınlığına. Bir insan neden gidip bildiği tanıdığı süper bir şarkının aynısını söylemeye çalışıp sıçan bir grubu dinler onu da anlamam. Şişme kadınla seks yapmaktan bir farkı var mı bunun?
Kendi şarkılarını söyleseler daha kötü değil mi dediğinizi duyar gibiyim. Arkadaşım, kendinize baksanıza bir o zaman. Böyle başa böyle tarak. Böyle dinleyiciye böyle rock. U2 MuTu, Guns&Roses Mans & Roses, Nirvana Mirvana istemeyi bırakın da dinleyin, yönlendirin çocukları, gelişsinler.
Önerim, barların üst katlarını da kiralayıp yatakhaneye çevirmeleri.
Saat altıda, iş çıkışı, canlı müzik yapan bir yer iş yapmaz mı peki? Bence tek tek birahanelerinden sonra tek tek canlı müzik barları da olmalı.
Gelelim bu ülkede cover grup dinleme çılgınlığına. Bir insan neden gidip bildiği tanıdığı süper bir şarkının aynısını söylemeye çalışıp sıçan bir grubu dinler onu da anlamam. Şişme kadınla seks yapmaktan bir farkı var mı bunun?
Kendi şarkılarını söyleseler daha kötü değil mi dediğinizi duyar gibiyim. Arkadaşım, kendinize baksanıza bir o zaman. Böyle başa böyle tarak. Böyle dinleyiciye böyle rock. U2 MuTu, Guns&Roses Mans & Roses, Nirvana Mirvana istemeyi bırakın da dinleyin, yönlendirin çocukları, gelişsinler.
Panoptikon Mahkumları
(Ergin Yıldızoğlu - Demokratikleşme Tartışmalarına Bir Katkı)
1969'da William Prosser, liberal demokrasilerde en temel haklardan olan "kişi özeli" ihlallerini dört başlıkta özetlemiş: 1) Kişinin özel yaşamının, mahremiyetinin, özel işler alanının ihlali. 2) Bireyin özel yaşamına ilişkin kimi olguların onur kıracak biçimde açıklanması. 3)Kişiyi kamuoyunun gözünde yanlış tanıtacak yayımlar, beyanlar. 4) Birinin özelliklerini, bir başkasının yararına kullanılacak biçimde sahiplenmek.
Sermaye merkezileştikçe, oligarşik yapılar, bürokrasi, yeni teknolojiler geliştikçe izleme ve kontrol yöntemlerinin de geliştiğini, terörizme karşı savaş döneminde ülkelerin adeta birer Panopticon'a (herkesin bir merkezden her an izlendiği tutukevi projesi) dönüştüğünü biliyoruz. Ama o ki birileri demokratikleştiğimizi iddia ediyorlar; en azından yukarıdaki dört alanda yaşanan gelişmeleri bize göstermeleri, Güngör Uras'ın aşağıda aktardığım saptamalarını açıklamaları gerekiyor.
"28 Eylül 2009 tarihinde Resmi Gazete'de 5510 Sayılı Kanunun 8'inci Maddesinin 7. Fıkrasının Uygulanması Hakkında Tebliğ" başlığını taşıyan bir tebliği yayımlandı... Bu tebliğe göre, parasal işlemlere aracılık eden tüm kuruluşlar, işleme konu vatandaşın kimlik numarasıyla birlikte işlem konusunu SGK'ye hemen bildirmek zorunda..." Uras su, gaz elektrik faturasından cep telefonu faturasına, banakya kredi kartı taksitinden yapılan havaleye, meduat hesabından çekilen 50 liraya kadar SGK'ye bildirilecek diyor. "Tapuda ne işlemler yapıldı, otomobil için ve vergi ödnedi... Ankara'nın ekranında görülecek... Ankara insanların cebindeki parayı saati saatine izleyecek. Dahası SGK'ye gerektiğinde hesaplardan "prim borçlarını bilgisayarla tahsil imkanı veriliyor. SGK görevlisi gececek ekranın başına, "Ali Rıza Bey borçlu. Bankada hesabında para var, diyerek banka hesabını bir başka hesaba aktaracak..."
Uras'ın bu saptamaları, AKP hükümeti döneminde yaygınlaşan telefon dinleme olaylarının ötesinde, kişi özeline ve mülkiyet hakkına yönelik ihlallerin had safhaya ulaştığını, liberal demokrasinin temel özelliklerinin daha da zayıfladığını, medyanın "taraf"laşmasını Ergenekon'la ilgili ileri sürülen usulsüzlük iddialarını da düşündüğümüzde yukarıda değinilen dört maddede dile getirilen sorunların daha da ağırlaştığını gösteriyor....
(Ergin Yıldızoğlu'nun Global Politikültür köşeşinden seçilerek alıntılanmıştır.)
1969'da William Prosser, liberal demokrasilerde en temel haklardan olan "kişi özeli" ihlallerini dört başlıkta özetlemiş: 1) Kişinin özel yaşamının, mahremiyetinin, özel işler alanının ihlali. 2) Bireyin özel yaşamına ilişkin kimi olguların onur kıracak biçimde açıklanması. 3)Kişiyi kamuoyunun gözünde yanlış tanıtacak yayımlar, beyanlar. 4) Birinin özelliklerini, bir başkasının yararına kullanılacak biçimde sahiplenmek.
Sermaye merkezileştikçe, oligarşik yapılar, bürokrasi, yeni teknolojiler geliştikçe izleme ve kontrol yöntemlerinin de geliştiğini, terörizme karşı savaş döneminde ülkelerin adeta birer Panopticon'a (herkesin bir merkezden her an izlendiği tutukevi projesi) dönüştüğünü biliyoruz. Ama o ki birileri demokratikleştiğimizi iddia ediyorlar; en azından yukarıdaki dört alanda yaşanan gelişmeleri bize göstermeleri, Güngör Uras'ın aşağıda aktardığım saptamalarını açıklamaları gerekiyor.
"28 Eylül 2009 tarihinde Resmi Gazete'de 5510 Sayılı Kanunun 8'inci Maddesinin 7. Fıkrasının Uygulanması Hakkında Tebliğ" başlığını taşıyan bir tebliği yayımlandı... Bu tebliğe göre, parasal işlemlere aracılık eden tüm kuruluşlar, işleme konu vatandaşın kimlik numarasıyla birlikte işlem konusunu SGK'ye hemen bildirmek zorunda..." Uras su, gaz elektrik faturasından cep telefonu faturasına, banakya kredi kartı taksitinden yapılan havaleye, meduat hesabından çekilen 50 liraya kadar SGK'ye bildirilecek diyor. "Tapuda ne işlemler yapıldı, otomobil için ve vergi ödnedi... Ankara'nın ekranında görülecek... Ankara insanların cebindeki parayı saati saatine izleyecek. Dahası SGK'ye gerektiğinde hesaplardan "prim borçlarını bilgisayarla tahsil imkanı veriliyor. SGK görevlisi gececek ekranın başına, "Ali Rıza Bey borçlu. Bankada hesabında para var, diyerek banka hesabını bir başka hesaba aktaracak..."
Uras'ın bu saptamaları, AKP hükümeti döneminde yaygınlaşan telefon dinleme olaylarının ötesinde, kişi özeline ve mülkiyet hakkına yönelik ihlallerin had safhaya ulaştığını, liberal demokrasinin temel özelliklerinin daha da zayıfladığını, medyanın "taraf"laşmasını Ergenekon'la ilgili ileri sürülen usulsüzlük iddialarını da düşündüğümüzde yukarıda değinilen dört maddede dile getirilen sorunların daha da ağırlaştığını gösteriyor....
(Ergin Yıldızoğlu'nun Global Politikültür köşeşinden seçilerek alıntılanmıştır.)
19 Ocak 2010 Salı
Yeni Albümler
Kanada Toronto çıkışlı Metric'in Fantasies albümü, Old World Underground Where Are You Now? kadar olmasa da oldukça kaliteli bir çalışma.
Interpol'ün adamı Paul Banks'in Julian Plenti adıyla çıkardığı Skyscraper için müthiş diyebilirim. Olgun, duyarlı ve şaşırtıcı. Sesini solo albümünde daha rahat kullanmış gibi geldi bana. No Chance Survival olağanüstü bir hit.
Kasabian'ın The West Rider Pauper Lunatic Asylum albümü nasıl görmezden geliniyor onu da anlamıyorum. Kasabian son yılların en yaratıcı topluluklarından. Belki de bu yüzden fazla önemsenmiyorlar.
The Black Heart Procession'ın Six albümünü de şiddetle öneriyorum. Karanlık, zekice ve melodik. Şaşırtıcı bir iş çıkarmışlar.
Interpol'ün adamı Paul Banks'in Julian Plenti adıyla çıkardığı Skyscraper için müthiş diyebilirim. Olgun, duyarlı ve şaşırtıcı. Sesini solo albümünde daha rahat kullanmış gibi geldi bana. No Chance Survival olağanüstü bir hit.
Kasabian'ın The West Rider Pauper Lunatic Asylum albümü nasıl görmezden geliniyor onu da anlamıyorum. Kasabian son yılların en yaratıcı topluluklarından. Belki de bu yüzden fazla önemsenmiyorlar.
The Black Heart Procession'ın Six albümünü de şiddetle öneriyorum. Karanlık, zekice ve melodik. Şaşırtıcı bir iş çıkarmışlar.
Beddua Edin
Hilmi Kayıhan, Tekel işçilerine sesleniyor:
"Bunlar haktan, hukuktan, demokrasi ve insan haklarından anlamaz. Elini havaya aç ve bedduaya başla. Mevlit yayınlar gibi yayınlasın televizyonlar. On binlerce emekçinin eli Allah'a kalksın Ankara'nın ayazında. Zangır zangır titresin Meclis'in duvarları. Dini kullanıp iktidar olanlara başka türlü sesinizi duyuramazsınız. Öyle bir beddua edin ki ağzıları eğilsin. Sabah gözlerinizi bedduayla açın, gece bedduayla kapatın. Korkmayın! Beddua etmekte sonuna kadar haklısınız; Allah her şeyi bilendir. Oylarınızı çalabilirler ama beddualarınızı asla; güçleri yetmez.
Bedduanın cezası da yok; ıslak imzalı değil ki Ergenekoncu desinler, telefon değil ki dinlesinler. Hepimizin ağzını kapatacak polisleri de yok.
Haydi ellerimizi Allah'a açalım:
Allah'ım ocağımızı yıkanın ocağını yık! Gittiği yerden gelemsin! Televizyonlara çıkıp konuşamasın! Çalıp çırptıklarının hayrını görmesin! Zehir zıkkım olsun yedikleri! Gemileri batsın!
(Deniz Som'un Vaziyet adlı köşesinden alınmıştır.)
Ha ha ha! Çok klas öneri.
"Bunlar haktan, hukuktan, demokrasi ve insan haklarından anlamaz. Elini havaya aç ve bedduaya başla. Mevlit yayınlar gibi yayınlasın televizyonlar. On binlerce emekçinin eli Allah'a kalksın Ankara'nın ayazında. Zangır zangır titresin Meclis'in duvarları. Dini kullanıp iktidar olanlara başka türlü sesinizi duyuramazsınız. Öyle bir beddua edin ki ağzıları eğilsin. Sabah gözlerinizi bedduayla açın, gece bedduayla kapatın. Korkmayın! Beddua etmekte sonuna kadar haklısınız; Allah her şeyi bilendir. Oylarınızı çalabilirler ama beddualarınızı asla; güçleri yetmez.
Bedduanın cezası da yok; ıslak imzalı değil ki Ergenekoncu desinler, telefon değil ki dinlesinler. Hepimizin ağzını kapatacak polisleri de yok.
Haydi ellerimizi Allah'a açalım:
Allah'ım ocağımızı yıkanın ocağını yık! Gittiği yerden gelemsin! Televizyonlara çıkıp konuşamasın! Çalıp çırptıklarının hayrını görmesin! Zehir zıkkım olsun yedikleri! Gemileri batsın!
(Deniz Som'un Vaziyet adlı köşesinden alınmıştır.)
Ha ha ha! Çok klas öneri.
Havai Fişek Gösterisi - Kamil Masaracı
Bürokrat çok yetkili kişinin karşısına gelir: "Efendim itfaiyeciler sokakta..."
Çok yetkili kişi: "Havai Fişek gösterisi," der.
Bürokrat yine gelir: "Efendim, Tekel İşçileri sokakta..."
Çok yetkili kişi: "Daha çok havai fişek gösterisi," der.
Bürokrat tekrar gelir: "Sağlık çalışanları sokakta..."
"Daha daha çok havai fişek gösterisi," der yetkili kişi.
Çok yetkili kişi: "Havai Fişek gösterisi," der.
Bürokrat yine gelir: "Efendim, Tekel İşçileri sokakta..."
Çok yetkili kişi: "Daha çok havai fişek gösterisi," der.
Bürokrat tekrar gelir: "Sağlık çalışanları sokakta..."
"Daha daha çok havai fişek gösterisi," der yetkili kişi.
Çok Yön Az İş
Konuya çok yönlü bakmaya çalışanlar şunu bilmelidir ki bir konu her zaman tek yönlüdür
Die welt besteht aus versuchspersonen
(Tez: Bozuk Genli Bir Avuç İnsanın Nüfus Artışıyla Ortaya Çıkaracağı Toplum Düzeni)
Dünyadaki herkesin denek olduğunu düşünüyorum. Buraya bir proje kapsamında doldurulduk. Bir süre sonra proje ödeneksizlikten durduruldu, bilim adamları çekti gitti, Dünya kendi haline terkedildi. Sorun şu ki, denekler bir şekilde yaşamaya ve çoğalmaya devam ediyor...
Dünyadaki herkesin denek olduğunu düşünüyorum. Buraya bir proje kapsamında doldurulduk. Bir süre sonra proje ödeneksizlikten durduruldu, bilim adamları çekti gitti, Dünya kendi haline terkedildi. Sorun şu ki, denekler bir şekilde yaşamaya ve çoğalmaya devam ediyor...
400 Milyonu Yenmek
Her boşalımda dört yüz milyon sperm vajinaya yayılır. Yolda yürürken çevrendeki tiplere bak bir. Sadece bak. Her birinin burada olmak için 400 milyon kişiyi yendiğini düşünmek biraz zor değil mi?
(Tom Waits)
(Tom Waits)
Anlamıyorum
Kar eden onlarca devlet kuruluşu iki üç yıllık karlarına yabancıya peşkeş çekilmişken, THY’nin Barcelona’nın resmi havayolu olmasına alkış tutan, bir Türk şirketinin başarısıyla, sponsorluk atılımlarıyla coşan arkadaşların içinde bulunduğu çelişkiyi anlayamıyorum.
Kar ediyorsa, başarılıysa satılması gerekmiyor mu THY’nin de?
Öyle değilse, Tekel niye satıldı? Atıl duruma getirilmek için her türlü maymunluğun yapıldığı, ama yine de kar eden çelik tesislerimiz niye satıldı? Ve siz şimdi coşuyorsanız niye o sırada hüzünlenmediniz?
Kar ediyorsa, başarılıysa satılması gerekmiyor mu THY’nin de?
Öyle değilse, Tekel niye satıldı? Atıl duruma getirilmek için her türlü maymunluğun yapıldığı, ama yine de kar eden çelik tesislerimiz niye satıldı? Ve siz şimdi coşuyorsanız niye o sırada hüzünlenmediniz?
Gündem - Ballı Özelleştirme Nasıl Olur?
Birinci aşamada Tekel'in içki bölümü, Kasım 2003'te özel sektöre satıldı.
Bu özelleştirmede ödeme taksitlendirilerek yıllara yayıldı, işçilerin 32 milyon dolar tutan kıdem tazminatı, alıcı firma zarar görmesin diye, devlet tarafından yüklendildi.
Ve Tekel'in içki bölümü, ilk iki yılıı ödemesiz olarak taksitle 292 milyon dolara satıldı.
Bu sırada Tekel'in kasasında 348.4 trilyon lira nakit ile birlikte 70 milyon YTL'lik içki stoku bulunmaktaydı.
Alıcı firma daha iki yıllık ödemesiz dönem dolmadan aldığını, 900 milyon dolara bir Amerikan firmasına sattı. Böylece alımdan itibaren iki yıl geçmeden ve henüz kasasından tek kuruş çıkmadan 600 milyon dolar kar etti.
Tekel'in sigara bölümü daha sonra özelleştirilerek 1.700 milyon dolara İngilizlere satıldı. Buna Tokat ve Ballıca fabrikalarının geniş arazilerinin ederleri de dahil...
İşte ballı bir özelleştirme hikayesi.
Görüldüğü gibi burada özelleştirmeyle yabancıya devir eşanlamlı kavramlardır, çoğu AKP özelleştirmesinde olduğu gibi...
(Ali Sirmen'in Dünyada Bugün köşesinden alıntılanmıştır.)
Bu özelleştirmede ödeme taksitlendirilerek yıllara yayıldı, işçilerin 32 milyon dolar tutan kıdem tazminatı, alıcı firma zarar görmesin diye, devlet tarafından yüklendildi.
Ve Tekel'in içki bölümü, ilk iki yılıı ödemesiz olarak taksitle 292 milyon dolara satıldı.
Bu sırada Tekel'in kasasında 348.4 trilyon lira nakit ile birlikte 70 milyon YTL'lik içki stoku bulunmaktaydı.
Alıcı firma daha iki yıllık ödemesiz dönem dolmadan aldığını, 900 milyon dolara bir Amerikan firmasına sattı. Böylece alımdan itibaren iki yıl geçmeden ve henüz kasasından tek kuruş çıkmadan 600 milyon dolar kar etti.
Tekel'in sigara bölümü daha sonra özelleştirilerek 1.700 milyon dolara İngilizlere satıldı. Buna Tokat ve Ballıca fabrikalarının geniş arazilerinin ederleri de dahil...
İşte ballı bir özelleştirme hikayesi.
Görüldüğü gibi burada özelleştirmeyle yabancıya devir eşanlamlı kavramlardır, çoğu AKP özelleştirmesinde olduğu gibi...
(Ali Sirmen'in Dünyada Bugün köşesinden alıntılanmıştır.)
18 Ocak 2010 Pazartesi
Galiba İtlaf Etmek Lazım
2010 Kültür Başkenti'nde bu kadar kültürsüz adamın ne işi var arkadaş! Tez, televizyon yarışmalarına, yetenek şeysilerine sokulsunlar biraz kültür kazansınlar. Haa, yine olmadı, kaçak kuran kurslarına yerleştirilsinler. Bu kadar çabadan sonra da adam olmamakta direniyorlar mı? Hımm. O halde yapacak bir şey yok. İtlaf etmek lazım.
Anlamıyorum
Facebook gibi paylaşım ağlarında tüm mantık paylaşmakken, birbirlerinden video, yazı gibi şeyleri alıntılayan insanların "Kusura bakma şeycim, şunu çalıyorum, apartıyorum, ödünç alıyorum," gibisinden şeyler yazıp, suçlu-mahcup bir ruh haline bürünmesinin sebebini anlayamıyorum.
Haiti'nin (ve Sistemin) Gerçeği
1791'de çoğunluğu kölelerden oluşan halk Fransız Sömürgeciliği'ne karşı ayaklandı. 1801'de tam bağımsızlığına kavuştu, plantasyonlarında özgür işçiler çalışmaya başladı. Bu yıldan itibaren Haiti halkı, "Şeytanla İşbirliği" yaptığı için sürekli ambargolara, saldırı, işgali destabilizasyon çabalarına hedef oldu. Fransa 1825 yılında Haiti'ye uyguladığı ambargoyu kaldırmak için kaybettiği kölelere karşı 150 milyon franklık (Fransa bütçesi kadar) bir tazminat istedi. Haiti bu tazminatı 1947'ye kadar ödedi. Haiti halkı1957-86 arasında ABD'nin adamı, ülkeyi emperyalizmin çifliğine çeviren, Duvalier'in kanlı rejimine karşın, hep özgürlüğü için savaştı, geleneğini terketmedi.
Bu gün, Aralık 1990 seçimlerinde Jean Bertrand Aristide'in oyların yüzde 75'ini alarak devlet başkanı seçilmesiyle başlıyor. Aristide, Duvalier diktatörlüğünü deviren Lavalas (sel) hareketinin, toprak reformunu, yeniden ağaçlandırmayı, halkın gereksinimi olan altyapı hizmetlerini, asgari ücretin yükseltilmesini, sendikalaşma hakkını içeren platformuyla seçildi. Duvalier döneminde, neoliberal politikalar, ABD'den gelen ithalat, krısal üretimi yıkmış, Porte au-Prince gibi kentlerde yok pahasına hiç iş güvencesi olmadan çalışmak zorunda kalan, derme çatma gecekondularda, denetimsiz inşa edilen çürük evlerde yaşamaya mahkum yoksul bir halk tabakası yaratmıştı.
ABD, 2001'de Hiati işbirlikçi burjuvazisinin Aristide Hükümeti'ne karşı düzenlediği darbeyi destekledi, ancak Lavalas hareketini pasifize edemeyince, 1994'te neoliberal bir programı uygulamayı kabul etmesi koşuluyla Aristide'in iktidara dönmesine izin verdi. Aristide bir taraftan neoliberal programa direnmeye, öbür taraftansınırlı da olsa reformları uygulamaya, bir şeyler yapmaya çalışıyordu, en azından asgari ücreti arttırdı. Ancak bu, ülkedeki yabancı yatırımcıların, ihracatçıların işine gelmiyordu. Aristide geçmişte Fransa'nın aldığı tazminatı geri isteyince, 2004'te ikinci bir darbe düzenlendi. ABD bu darbeyi doğrudan destekledi. Artistide'i kaçırarak ülke dışına sürgüne götürdü. 2006 seçimlerini yine yüzde 70 oyla Lavalas'ın adayı kazandı. Ancak, ABD, "uluslarararsı topluluk" Haiti'yi kişi başına en çok sivil toplum örgütü olan ülkeye dönüştürmüştü, bunlara akıttıkları fonlarla hükümeti etkisiz bırakıyordu.
Lavalas hareketinin en önemli özelliği, Zizek'in de vurguladığı gibi, hükümete gelmekle birlikte halk tabanıyla, örgütlenmesiyle bağlarını asla kaemsmiş, ona hizmet vermek için çabalamış olmasıydı. Bu halkla kopuk, yalnızca sermayeye hizmet veren "normal demokrasi" anlayışıyla uyuşmuyordu.
Haiti'de deprem yıllardır bekleniyor ve 2008'de gazeteler çok büyük bir depremin gelmekte olduğunu yazdı. Ama halkının yüzde 75'i günde 2 dolara gelirle geçinmek zorunda kalan, GSMH'si 7 milyar doları aşamayan, yaklaşık iki milyar dolar dış borçla boğuşan bir ülkede depreme karşı nasıl tedbir alınabilir ki?
Bu sırada ilk aşamada ABD'nin Haiti'ye yardımdan çok asker gönderdiği de dikkat çekiyor....
(Ergin Yıldızoğlu'nun aynı isimli yazısından tarafımca derlenmiştir.)
Bu gün, Aralık 1990 seçimlerinde Jean Bertrand Aristide'in oyların yüzde 75'ini alarak devlet başkanı seçilmesiyle başlıyor. Aristide, Duvalier diktatörlüğünü deviren Lavalas (sel) hareketinin, toprak reformunu, yeniden ağaçlandırmayı, halkın gereksinimi olan altyapı hizmetlerini, asgari ücretin yükseltilmesini, sendikalaşma hakkını içeren platformuyla seçildi. Duvalier döneminde, neoliberal politikalar, ABD'den gelen ithalat, krısal üretimi yıkmış, Porte au-Prince gibi kentlerde yok pahasına hiç iş güvencesi olmadan çalışmak zorunda kalan, derme çatma gecekondularda, denetimsiz inşa edilen çürük evlerde yaşamaya mahkum yoksul bir halk tabakası yaratmıştı.
ABD, 2001'de Hiati işbirlikçi burjuvazisinin Aristide Hükümeti'ne karşı düzenlediği darbeyi destekledi, ancak Lavalas hareketini pasifize edemeyince, 1994'te neoliberal bir programı uygulamayı kabul etmesi koşuluyla Aristide'in iktidara dönmesine izin verdi. Aristide bir taraftan neoliberal programa direnmeye, öbür taraftansınırlı da olsa reformları uygulamaya, bir şeyler yapmaya çalışıyordu, en azından asgari ücreti arttırdı. Ancak bu, ülkedeki yabancı yatırımcıların, ihracatçıların işine gelmiyordu. Aristide geçmişte Fransa'nın aldığı tazminatı geri isteyince, 2004'te ikinci bir darbe düzenlendi. ABD bu darbeyi doğrudan destekledi. Artistide'i kaçırarak ülke dışına sürgüne götürdü. 2006 seçimlerini yine yüzde 70 oyla Lavalas'ın adayı kazandı. Ancak, ABD, "uluslarararsı topluluk" Haiti'yi kişi başına en çok sivil toplum örgütü olan ülkeye dönüştürmüştü, bunlara akıttıkları fonlarla hükümeti etkisiz bırakıyordu.
Lavalas hareketinin en önemli özelliği, Zizek'in de vurguladığı gibi, hükümete gelmekle birlikte halk tabanıyla, örgütlenmesiyle bağlarını asla kaemsmiş, ona hizmet vermek için çabalamış olmasıydı. Bu halkla kopuk, yalnızca sermayeye hizmet veren "normal demokrasi" anlayışıyla uyuşmuyordu.
Haiti'de deprem yıllardır bekleniyor ve 2008'de gazeteler çok büyük bir depremin gelmekte olduğunu yazdı. Ama halkının yüzde 75'i günde 2 dolara gelirle geçinmek zorunda kalan, GSMH'si 7 milyar doları aşamayan, yaklaşık iki milyar dolar dış borçla boğuşan bir ülkede depreme karşı nasıl tedbir alınabilir ki?
Bu sırada ilk aşamada ABD'nin Haiti'ye yardımdan çok asker gönderdiği de dikkat çekiyor....
(Ergin Yıldızoğlu'nun aynı isimli yazısından tarafımca derlenmiştir.)
15 Ocak 2010 Cuma
Yeni Hikayeler ve Sonuçsuz Gizemler Ülkesi
Senaryo gurubu müthiş. Çok iyi çalışıyorlar. Her gün yeni bir hikaye, yeni bir gizem. Türkiye'nin kazılmadık yeri kalmadı. İfşa edilen hayatlardan geçilmiyor. Sonuç mu? Bir şey falan olması beklenmiyor. Ortaya çıkan tek şey yepyeni bir hikaye, yepyeni bir manşet...
(Nihat Genç'in bir konuşmasından tarafımca derlenmiştir.)
(Nihat Genç'in bir konuşmasından tarafımca derlenmiştir.)
Yaratım Tüketim Terazisi Bağlamında Yeniden Sunum Sorunsalı
Günümüzdeki en önemli sorunlardan birisi de uluslararası sermaye tarafından pompalanan tüketim çılgınlığıyla, buna bağlı olarak gelişmesi beklenen üretim-yaratımdaki bilinçli-bilinçsiz kalite kaybı. Yeteneğe bağlı sanatsal işlerde kaliteli senarist-romancı yetiştirilmesinde yaşanan zorluk ve piyasadan gelen talep eski eserlerin yeniden sunumu olgusunu zorunlu kılıyor. Bu da yaratıcısı çoktan ölmüş, çok önemli yapıtların şuursuzca iğdiş edilmesine yol açıyor. Çok değil, bir yirmi yıl sonra, yeni kuşakların, Shakespeare, Tolkien, Dostoyevski, Nazım Hikmet, Conan Doyle denildiğinde akıllarında, tükettikleri çizgifilm, sinema, çizgiromanların yardımıyla oluşan algının gerçeğiyle alakasız, yoz imgeler bütününden ibaret olacağını düşünüyorum. O zaman şu soruyu sormamız gerekmiyor mu? Yapımcılar, yayıncılar büyük bir eseri dönüştürme özgürlüğüne ne hakla sahip olabiliyorlar? Kapitalist sistem elli yıl geçtiği takdirde telif ödenme zorunluluğu yoktur diyerek bu yapıtları döngüsel tüketim çarkına atma gücüne nasıl kavuşuyor? Ve nasıl tüm bu hakaretler, okuyucular-seyirciler tarafından normal karşılanıyor?
Gündem
Habur kapısından törenle buyur edilen teröristlere çiçekler, sömürülmeyi, sendikasız sözleşmeli personele indirgenmeyi reddeden işçilerin payına tazyikli su düşüyor.
Öğreniyoruz ki 1988 yılında 600 tonla başlayan tütün ithalatı bugün 90 milyon tona ulaşmış. Dışa bağımlı hale getirilmenin daha net bir açıklaması olabilir mi? Tekel’in doksanlarda vergi rekortmeni olduğu gerçeğini de es geçmeyelim.
Çıkan kanuna bakın. İzinsiz açılan yurtlar artık savcılığa bildirilmeyecekmiş.
Zaman Le Monde yazarının Paris’te Gülen okullarını dolaşıp hazırladığı makaleyi kırpıp kırpıp yıldız yapmış, okulda katolik rahip okulu mezunu öğretmenler, para akışında şaibeler, Evangelist bağlantılar güme gitmiş.
Polis güçlerine askeri ağır silah alımı serbest bırakılıyor. Devrim güçleri yolda, haberiniz olsun.
Kozmik Oda’da birileri için not alan hakimi savunarak, “Hakime devlet sırrı olmaz,” diye Gül’e Deniz Som, “Sen önce Sincan hakimin karşısına çıkıp üstüne yapışmış şüpheyi temizle,” diyor.
Şaşkın demokrat Nuray Mert’in gözü açılmış. Darısı tüm demokrasi aşığı, otokrasi şakşakçısı liboşların başına.
Hakim Kadir Ayan’a, 8 kalaşnikof mermisinin Cemaat’in kargo şirketinden gönderilmesi de ilginç.
Hükümet partisi oy kaybına girince İsrail’in arıza çıkartıp sonra da süklüm püklüm özür dilemeleri bir diplomasi geleneğine dönüşmek üzere. Suriye sınırından sonra şimdi nerelerin nerelerin mayınları temizlenecek kimbilir.
Mustafa Sönmez diyor ki, “IMF ile anlaşıyor, anlaştı, olmadı başka bahara kaldı türünden haberler Başbakan ve Dışişleri Bakanımızın ağzından aylardır dökülüyor. Borsa iniyor çıkıyor iniyor çıkıyor. Peki bu spekülasyon değil mi? Bu işten hangi çevreler ne paralar kazandı insan merak ediyor.”
Market Eczaneler incisinin ardından da Cüneyt Zapsu çıktı. Meğer fındık kırmak yetmeyip, bu işe de atlamış sayın Zapsu. Hayırlısı olsun. Bu AKP'li işini bilir iş adamları özel genelev işine girmeye kalkarsa market genelevler de kuracaklar mı merak ediyorum. Belki Tayland'da var bu model deyip çıkarlar işin içinden.
Öğreniyoruz ki 1988 yılında 600 tonla başlayan tütün ithalatı bugün 90 milyon tona ulaşmış. Dışa bağımlı hale getirilmenin daha net bir açıklaması olabilir mi? Tekel’in doksanlarda vergi rekortmeni olduğu gerçeğini de es geçmeyelim.
Çıkan kanuna bakın. İzinsiz açılan yurtlar artık savcılığa bildirilmeyecekmiş.
Zaman Le Monde yazarının Paris’te Gülen okullarını dolaşıp hazırladığı makaleyi kırpıp kırpıp yıldız yapmış, okulda katolik rahip okulu mezunu öğretmenler, para akışında şaibeler, Evangelist bağlantılar güme gitmiş.
Polis güçlerine askeri ağır silah alımı serbest bırakılıyor. Devrim güçleri yolda, haberiniz olsun.
Kozmik Oda’da birileri için not alan hakimi savunarak, “Hakime devlet sırrı olmaz,” diye Gül’e Deniz Som, “Sen önce Sincan hakimin karşısına çıkıp üstüne yapışmış şüpheyi temizle,” diyor.
Şaşkın demokrat Nuray Mert’in gözü açılmış. Darısı tüm demokrasi aşığı, otokrasi şakşakçısı liboşların başına.
Hakim Kadir Ayan’a, 8 kalaşnikof mermisinin Cemaat’in kargo şirketinden gönderilmesi de ilginç.
Hükümet partisi oy kaybına girince İsrail’in arıza çıkartıp sonra da süklüm püklüm özür dilemeleri bir diplomasi geleneğine dönüşmek üzere. Suriye sınırından sonra şimdi nerelerin nerelerin mayınları temizlenecek kimbilir.
Mustafa Sönmez diyor ki, “IMF ile anlaşıyor, anlaştı, olmadı başka bahara kaldı türünden haberler Başbakan ve Dışişleri Bakanımızın ağzından aylardır dökülüyor. Borsa iniyor çıkıyor iniyor çıkıyor. Peki bu spekülasyon değil mi? Bu işten hangi çevreler ne paralar kazandı insan merak ediyor.”
Market Eczaneler incisinin ardından da Cüneyt Zapsu çıktı. Meğer fındık kırmak yetmeyip, bu işe de atlamış sayın Zapsu. Hayırlısı olsun. Bu AKP'li işini bilir iş adamları özel genelev işine girmeye kalkarsa market genelevler de kuracaklar mı merak ediyorum. Belki Tayland'da var bu model deyip çıkarlar işin içinden.
13 Ocak 2010 Çarşamba
Tüm Zamanların En İyi 50 Televizyon Draması
The Guardian eleştirmenlerine göre Tüm Zamanların En İyi 50 Televizyon Draması şöyle:
1. The Sopranos
2. Brideshead Revisited
3. Our Friends in the North
4. Mad Men
5. A Very Peculiar Practice
6. Talking Heads
7. The Singing Detective
8. Oranges Are Not the Only Fruit
9. State of Play
10. Boys From the Blackstuff
11. The West Wing
12. Twin Peaks
13. Queer as Folk
14. The Wire
15. Six Feet Under
16. How Do You Want Me?
17. Smiley's People
18. House of Cards
19. Prime Suspect
20. Bodies
21. Tinker, Tailor, Soldier, Spy
22. Buffy the Vampire Slayer
23. Cracker
24. Pennies From Heaven
25. Battlestar Galactica
26. Coronation Street
27. The Jewel in the Crown
28. The Monocled Mutineer
29. Clocking Off
30. Inspector Morse
31. This Life
32. Band of Brothers
33. Hill Street Blues
34. The Prisoner
35. St Elsewhere
36. The L Word
37. The Shield
38. Brookside
39. 24
40. The Twilight Zone
41. Pride and Prejudice
42. Red Riding
43. Oz
44. The Street
45. The X-Files
46. Bleak House
47. The Sweeney
48. EastEnders
49. Shameless
50. Grange Hill
1. The Sopranos
2. Brideshead Revisited
3. Our Friends in the North
4. Mad Men
5. A Very Peculiar Practice
6. Talking Heads
7. The Singing Detective
8. Oranges Are Not the Only Fruit
9. State of Play
10. Boys From the Blackstuff
11. The West Wing
12. Twin Peaks
13. Queer as Folk
14. The Wire
15. Six Feet Under
16. How Do You Want Me?
17. Smiley's People
18. House of Cards
19. Prime Suspect
20. Bodies
21. Tinker, Tailor, Soldier, Spy
22. Buffy the Vampire Slayer
23. Cracker
24. Pennies From Heaven
25. Battlestar Galactica
26. Coronation Street
27. The Jewel in the Crown
28. The Monocled Mutineer
29. Clocking Off
30. Inspector Morse
31. This Life
32. Band of Brothers
33. Hill Street Blues
34. The Prisoner
35. St Elsewhere
36. The L Word
37. The Shield
38. Brookside
39. 24
40. The Twilight Zone
41. Pride and Prejudice
42. Red Riding
43. Oz
44. The Street
45. The X-Files
46. Bleak House
47. The Sweeney
48. EastEnders
49. Shameless
50. Grange Hill
Evrim: Bana Tanrı söyledi. Okudum. TV'de Gördüm.
(Ergin Yıldızoğlu'nun Şiirler ve Denemeler adlı blogundan alınmıştır.)
Plützer ödüllü, eski savaş muhabiri, gazeteci kültür eleştirmeni Chris Hedges’in savı ilk anda çok basit: Guy Debord’a bir göndermeyle, Okur Yazarlığın sonu ve Gösterinin zaferi alt başlığına uygun olarak kitap, Amerika’da popüler kültürün medyanın, bunları denetleyen korporasyonların elinde dejenere olduğunu savunuyor. Hedges, kitap boyunca, okuma yazma oranının giderek gerilediğini, insanların görsel medyanın ünlüler kültünün etkisi altında, kendi yaşamları üzerindeki denetimlerini kaybettiklerini, bir imparatorluk süreci yaşayan ülkede demokrasinin ve Cumhuriyetin hızla eritildiğin ayırtında olmadan sürü gibi yaşamakta olduklarını belgeleyerek, beş bölümde anlatmaya çalışıyor.
Birinci bölüm eğlence ve ünlüler ama özellikle kareografik güreş alanını tartışıyor. İkinci ve en çarpıcı bölüm pornografi endüstrisi üzerine. Üçüncü bölümde akademik, bilimsel yaşamın meta ve kar süreçlerine bağımlı hale gelmesinin sonuçları irdeleniyor. Hedges dördüncü bölümde, insanları düzene uydurma, sorunlara gözlerin kapama işlevini üstlenmiş “positif psikoloji” mesleğini hedef alıyor. Son bölüm bunların hepsini büyük bir başarıyla bir araya koyarak çok korkutucu bir resim oluşturuyor.
Hedges’ın Kuzey Amerika halkları ve kültürü üzerinde yoğunlaşmış olması bizi rahatlatmasın. Çünkü bu kültür, küreselleşme, “teknolojik devrim” yoluyla, Türkiye dahil hemen her yere nüfuz etti, etmeye de devam ediyor. “Gösteri” her yere egemen oluyor ve dinin ticarileşmiş, gösteriye uygun, dolayısıyla aslında, etik içeriğini kaybetmiş, Hedges’ın ABD dinci hareketlerini hedef alarak söylediği gibi faşistleşmeye başlayan biçimleri her yerde yaygınlaşıyor.
Hedges’i okurken aklıma Regis Debray’ın New Left Review dergisinin Temmuz/Ağustos 2007 sayısındaki “Socialism ve print: A life cycle” başlıklı denemesinin sonundaki bir şema ile Badiou’nun Evil (kötülük) ve etik ile ilgili savları geldi.
Debray’in makalesinin sonundaki tablo insanlık tarihinde, Siyasi örgütlenmenin, ideolojinin, bilginin, öznelliklerin kaynaklarına ilişkin, Logosphere (yazı) Graphosphere (matba) ve Videosphere (audiovisual) dönemlerina ayrılmış bir şema sunuyor. Bu karmaşık şemanın tümünü aktarmam burada olanaklı değil. Ama, Hedges’ın çalışmasıyla kesişen kimi ilginç noktalara değinmek istiyorum. Debray’a göre birinci dönemde egemen kuşak yaşlılar, ikinci dönemde yetişkinler iken, son dönemde gençlik olmuş. Meşruiyetin kaynağıysa, önce ilahi, sonra ideal nihayet, “ne işe yararsa o” olarak evrimleşmiş. Sürücü güç, önce inançmış, sonra yasa olmuş, nihayet son dönemde kanaat… Bireyin konumunda da ilginç bir evrimleşme gözlemliyor Debray: Önce teba, sonra vatandaş, şimdi tüketici. Nihayet özdeşleşme mitosu, önce Aziz, sonra kahraman ve günümüzde ünlü (celebrity). Kişinin söylediğinin doğruluğunu gösteren ifadenin evrimiyse söyle: Bana tanrı söyledi. Okudum, TV’de gördüm… (age.sf 26)
Debray’ın çalışmasına bakınca ABD’nin tek örnek olmadığı, bu saptadığı evrimin hemen her kapitalist ülkede, tabi Türkiye’de de yaşanmakta olduğunu kolaylıkla söylemek olanaklı.
Badiou’ya Evil (kötülük) tanımını hakikatin, özel yada bireysel çıkarların baskısıyla kesintiye uğratılması olarak veriyor (örneğin, CABINET dergisi söyleşisi, Sayı 5, Kış. 2000/2001) Öyleyse diyor, Evil (kötülük) akademik tekrar, kültürel ticaret; kapitalizmin hizmetindeki bilgi; salt bir haz alma tekniği olarak görülen cinsellik. Diğer bir değişle, obskürantizm, ticarileşmiş akademik yaşam, kar ve eşitsizlik siyaseti, cinsel barbarlık…
Badiou’ya herhangi gönderme yapmamakla birlikte Hedges’in çalışması bu alanların hepsinde benzer saptamalar yapıyor.
----------------
“Sabitfikir.com” için Ergin Yıldızoğlu tarafından yazılmıştır.
Fazlası için Ergin Yıldızoğlu'nun Şiirler ve Denemeler bloguna giriş yapın.
Plützer ödüllü, eski savaş muhabiri, gazeteci kültür eleştirmeni Chris Hedges’in savı ilk anda çok basit: Guy Debord’a bir göndermeyle, Okur Yazarlığın sonu ve Gösterinin zaferi alt başlığına uygun olarak kitap, Amerika’da popüler kültürün medyanın, bunları denetleyen korporasyonların elinde dejenere olduğunu savunuyor. Hedges, kitap boyunca, okuma yazma oranının giderek gerilediğini, insanların görsel medyanın ünlüler kültünün etkisi altında, kendi yaşamları üzerindeki denetimlerini kaybettiklerini, bir imparatorluk süreci yaşayan ülkede demokrasinin ve Cumhuriyetin hızla eritildiğin ayırtında olmadan sürü gibi yaşamakta olduklarını belgeleyerek, beş bölümde anlatmaya çalışıyor.
Birinci bölüm eğlence ve ünlüler ama özellikle kareografik güreş alanını tartışıyor. İkinci ve en çarpıcı bölüm pornografi endüstrisi üzerine. Üçüncü bölümde akademik, bilimsel yaşamın meta ve kar süreçlerine bağımlı hale gelmesinin sonuçları irdeleniyor. Hedges dördüncü bölümde, insanları düzene uydurma, sorunlara gözlerin kapama işlevini üstlenmiş “positif psikoloji” mesleğini hedef alıyor. Son bölüm bunların hepsini büyük bir başarıyla bir araya koyarak çok korkutucu bir resim oluşturuyor.
Hedges’ın Kuzey Amerika halkları ve kültürü üzerinde yoğunlaşmış olması bizi rahatlatmasın. Çünkü bu kültür, küreselleşme, “teknolojik devrim” yoluyla, Türkiye dahil hemen her yere nüfuz etti, etmeye de devam ediyor. “Gösteri” her yere egemen oluyor ve dinin ticarileşmiş, gösteriye uygun, dolayısıyla aslında, etik içeriğini kaybetmiş, Hedges’ın ABD dinci hareketlerini hedef alarak söylediği gibi faşistleşmeye başlayan biçimleri her yerde yaygınlaşıyor.
Hedges’i okurken aklıma Regis Debray’ın New Left Review dergisinin Temmuz/Ağustos 2007 sayısındaki “Socialism ve print: A life cycle” başlıklı denemesinin sonundaki bir şema ile Badiou’nun Evil (kötülük) ve etik ile ilgili savları geldi.
Debray’in makalesinin sonundaki tablo insanlık tarihinde, Siyasi örgütlenmenin, ideolojinin, bilginin, öznelliklerin kaynaklarına ilişkin, Logosphere (yazı) Graphosphere (matba) ve Videosphere (audiovisual) dönemlerina ayrılmış bir şema sunuyor. Bu karmaşık şemanın tümünü aktarmam burada olanaklı değil. Ama, Hedges’ın çalışmasıyla kesişen kimi ilginç noktalara değinmek istiyorum. Debray’a göre birinci dönemde egemen kuşak yaşlılar, ikinci dönemde yetişkinler iken, son dönemde gençlik olmuş. Meşruiyetin kaynağıysa, önce ilahi, sonra ideal nihayet, “ne işe yararsa o” olarak evrimleşmiş. Sürücü güç, önce inançmış, sonra yasa olmuş, nihayet son dönemde kanaat… Bireyin konumunda da ilginç bir evrimleşme gözlemliyor Debray: Önce teba, sonra vatandaş, şimdi tüketici. Nihayet özdeşleşme mitosu, önce Aziz, sonra kahraman ve günümüzde ünlü (celebrity). Kişinin söylediğinin doğruluğunu gösteren ifadenin evrimiyse söyle: Bana tanrı söyledi. Okudum, TV’de gördüm… (age.sf 26)
Debray’ın çalışmasına bakınca ABD’nin tek örnek olmadığı, bu saptadığı evrimin hemen her kapitalist ülkede, tabi Türkiye’de de yaşanmakta olduğunu kolaylıkla söylemek olanaklı.
Badiou’ya Evil (kötülük) tanımını hakikatin, özel yada bireysel çıkarların baskısıyla kesintiye uğratılması olarak veriyor (örneğin, CABINET dergisi söyleşisi, Sayı 5, Kış. 2000/2001) Öyleyse diyor, Evil (kötülük) akademik tekrar, kültürel ticaret; kapitalizmin hizmetindeki bilgi; salt bir haz alma tekniği olarak görülen cinsellik. Diğer bir değişle, obskürantizm, ticarileşmiş akademik yaşam, kar ve eşitsizlik siyaseti, cinsel barbarlık…
Badiou’ya herhangi gönderme yapmamakla birlikte Hedges’in çalışması bu alanların hepsinde benzer saptamalar yapıyor.
----------------
“Sabitfikir.com” için Ergin Yıldızoğlu tarafından yazılmıştır.
Fazlası için Ergin Yıldızoğlu'nun Şiirler ve Denemeler bloguna giriş yapın.
9 Ocak 2010 Cumartesi
Canavarın Şekli
"Yaşadığım kent Delhi'de arabalar, giderek daha büyük ve daha gösterişli; oteller daha lüks, evlerin çitleri daha yüksek, önlerinde bekleyen güvenlik bekçileri daha üniformalı ve giderek daha profesyonel oluyor... Öbür yanda fakirler; kentin her kovuğunun içinde bitleri gibi üst üste yığılıyorlar. Ama insanlar artık onları görmüyor. Hani vardır ya... bir yere fazlasıyla parlak bir ışık tutarsınız da ışığın etrafındaki karanlığı görmezsiniz. Öyle! İnsanlar neler olup bittiğini bilmek istemiyor. Parlak ışığın etrafındaki karanlık, artık hiç seçilmiyor...
(Canavarın Şekli - Arundhati Roy)
(Canavarın Şekli - Arundhati Roy)
Ateşten Gömlek
1964'te bugün, ünlü romancı Halide Edip Adıvar 80 yaşında öldü. Yüzyıl başlarında Batı tarzı öğrenim görmüş az sayıda Türk kadınından biri olan Halide Edip, işgal yıllarında halkı coşturan söylevleriyle tanınmıştı. Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal Paşa'nın yanında yer almış, bu arada romanlar yazmaya koyulmuştu. "Ateşten Gömlek" de bunlardan biriydi. Kurtuluş Savaşı sırasında geçen konu, bir aşk üçgenini içermekteydi. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, yazmayı tasarladığı Ateşten Gömlek romanından Halide Edip'e söz etmiş ama onun elini çabuk tutup aynı adlı romanı 2 ayda yazacağını düşünmemişti.
(Tarihte Bugün - Mümtaz Arıkan. 9 Ocak)
(Tarihte Bugün - Mümtaz Arıkan. 9 Ocak)
7 Ocak 2010 Perşembe
İlk Adam
Camus'nün yarım kalmış son romanı İlk Adam'dan:
"... Taşta babasının doğum tarihini bu sırada okudu, bu tarihi bilmediğini de böylece ayrımsadı. Sonra iki tarihiokudu, 1885-1914 ve kendiliğinden bir hesap yaptı: Yirmi dokuz. Birden bir düşünce takıldı kafasına, bedeninde bile sarstı onu. Kırk yaşındaydı. Bu taşın altından yatan ve babası olmuş adam kendisinden daha gençti. Ve bir anda yüreğini dolduruveren sevgi ve acıma dalgası, oğlu ölmüş babanın anısına doğru götüren ruh devinimi değil; olgun bir adamın haksız olarak katledilmiş çocuk karşısında duyduğu çalkantılı acımaydı. Burada bir şeyler doğal düzene uymuyordu ve doğrusunu söylemek gerekirse, düzen diye bir şey yoktu, oğlun babadan daha yaşlı olduğu yerde çılgınlık ve kargaşa vardı yalnızca."
"... Taşta babasının doğum tarihini bu sırada okudu, bu tarihi bilmediğini de böylece ayrımsadı. Sonra iki tarihiokudu, 1885-1914 ve kendiliğinden bir hesap yaptı: Yirmi dokuz. Birden bir düşünce takıldı kafasına, bedeninde bile sarstı onu. Kırk yaşındaydı. Bu taşın altından yatan ve babası olmuş adam kendisinden daha gençti. Ve bir anda yüreğini dolduruveren sevgi ve acıma dalgası, oğlu ölmüş babanın anısına doğru götüren ruh devinimi değil; olgun bir adamın haksız olarak katledilmiş çocuk karşısında duyduğu çalkantılı acımaydı. Burada bir şeyler doğal düzene uymuyordu ve doğrusunu söylemek gerekirse, düzen diye bir şey yoktu, oğlun babadan daha yaşlı olduğu yerde çılgınlık ve kargaşa vardı yalnızca."
Camus ve Sartre
... 1944'te tanışmalarıyla yeşeren dostluk, Soğuk Savaş'ın ağırlığını hissettirdiği 1950'lerin başında tökezler. Asıl fırtına ise Camus'nün 1951'de yayınlanan "Başkaldıran İnsan" adlı yapıtıyla kopar. 1952'de Sartre'ın bu kitaba karşı eleştirilerini sertleştirmesi ve Camus'nün komünizm yergisi, dostluğu bozan en önemli gelişmelerdir. Camus, komünizmi eleştirir, onun yerine "devrimci sendikalizmi" önerir ve Sartre'ın "varoluşçuluğu Marksizmin kölesi haline getirdiğini" vurgularken temel dayanağı, varoluşçuluğun insanın özgürlüğü savıyla ortaya çıkmasıyla Marksizmin tarihsel gereklilik görüşünün çeliştiğini öne sürmesidir: Ona göre bir özgürlük felsefesi olan varoluşçuluk "gereklilikle bütünleşip Stalinizmin suç ortağı haline gelir."
Sartre ise bu eleştiriye "anti-komünizm, kişisel sorumluluklardan kaçma ve değişen dünyaya ayak uyduramamadır." diyerek yanıt verir. Sartre'a göre Sovyetler'deki kimi baskılara rağmen komünizm, Fransa'da işçilerin biricik umudu ve siyasi ifade tarzıdır.
(Ali Bulunmaz'ın Ölümünün 50. yılında Albert Camus yazısından alınmıştır.)
Sartre ise bu eleştiriye "anti-komünizm, kişisel sorumluluklardan kaçma ve değişen dünyaya ayak uyduramamadır." diyerek yanıt verir. Sartre'a göre Sovyetler'deki kimi baskılara rağmen komünizm, Fransa'da işçilerin biricik umudu ve siyasi ifade tarzıdır.
(Ali Bulunmaz'ın Ölümünün 50. yılında Albert Camus yazısından alınmıştır.)
Umutsuzluk Edebiyatı
İnsanda dikkate değer olan umutsuzluk içinde olması değil, umutsuzluğu aşması ya da unutmasıdır. Bir umutsuzluk edebiyatı hiçbir zaman evrensel olamayacak. Evrensel edebiyat umutsuzlukta duramaz.
-- Albert Camus --
(Ali Bulunmaz'ın Ölümünün 50. yılında Albert Camus yazısından alınmıştır.)
-- Albert Camus --
(Ali Bulunmaz'ın Ölümünün 50. yılında Albert Camus yazısından alınmıştır.)
İki Tür Yazar
Galiba iki tür yazar var; öykü yazarı ve yazı yazan... - Raymond Chandler
(Selçuk Altun'un Kitap İçin köşesinden alınmıştır.)
(Selçuk Altun'un Kitap İçin köşesinden alınmıştır.)
Edebiyat Eleştirmeni
Edebiyat eleştirmeninin neden en kötüsü olduğunu anlatayım; bir müzik parçasını eleştirirken bu konuda bir şarkı söylemeniz gerekmez, bir resim sergisi eleştirirken resim yapmanız gerekmez. Ama bir düzyazı eleştirirken düzyazı yazmanız gerekir. Ve sakın bana bu kişilerin eleştirmen olmaktan başka bir arzuları olmadığını söylemeyin. - Martin Amis
(Selçuk Altun'un Kitap İçin köşesinden alınmıştır.)
(Selçuk Altun'un Kitap İçin köşesinden alınmıştır.)
4 Ocak 2010 Pazartesi
sizyeteneksizsiniz
Yetenek Sizsiniz yarışmasında bana en komik gelen şey, Türkiye'de yetenekli insan olmadığını falan görmek değil, esas, üç tane aşırı kısıtlı yeteneğe sahip insanın yetenek konusunda bilirkişiliğe soyunmuş, insan seçmeye oturması.
Not: Yargımı şu gerekçelere dayandırıyorum.
Acun: İnsanlarla ilişki kurma becerisini yetenek sayarsak, Türkiye'nin yarıya yakını aşırı yetenekli çıkar. Çünkü tüm sistem bunun üstüne kurulu. Çok rahat olduğunu kabul etmek gerekir ama o da yetenek sayılmaz. Yetenek avcısı mı? Bugüne kadar öyle bir kişiliği piyasaya sürdüğüne de şahit olmadık.
Hülya Avşar: Her şeyi yapabileceğini sanan ama hepsinde çuvallayıp, o histerik kocakarı gülüşüyle durumu idare eden, kütük gibi dursa da yine en iyi yaptığı şey oyunculuk olup, onu da bir türlü yapmayan Hülya Avşar yüzde 90 yeteneksizdir. Teniste iddialı olması kendini bilmeme yeteneğini, oyuncu-medya ikonu olup balina gibi dolaşması da rahatlığını göstermektedir.
Ali Taran: Vicdan sömürüsüne dayalı, ağlamık reklamı araklayıp, Türk usulü reklam yaftası yapıştırarak sahiplenen, duygulu-ağdalı müzik + gözü yaşlı çocuk'a dayalı klişesiyle ve türk tipi imalarıyla yerinde sayan reklamcı sınırlı bir yeteneğe sahiptir. Aralarında en ciddi yeteneğe sahip kişi de odur.
Alternatif Jüri: Sergen Yalçın - Reha Erdem - Suat Atalık
Ayrıca arkadaşların yeteneğin ne olduğuna bir türlü karar veremediği de gözümden kaçmıyor. Sanki sadece yarışma günü, program başladığında görüşüyorlar. Bu organizasyon dans yarışması mı, şarkı yarışması mı yoksa eski sihirbazları popüler etme yarışması mı, bu konuda da bir fikir birliği yok. Ne biçim yarışma arkadaş bu? Otel animatörlerini karşı karşıya getiren bir konsept daha uygun olmaz mıydı? Nasıl olsa olay kendiliğinden buraya gelmiş durumda...
Not: Yargımı şu gerekçelere dayandırıyorum.
Acun: İnsanlarla ilişki kurma becerisini yetenek sayarsak, Türkiye'nin yarıya yakını aşırı yetenekli çıkar. Çünkü tüm sistem bunun üstüne kurulu. Çok rahat olduğunu kabul etmek gerekir ama o da yetenek sayılmaz. Yetenek avcısı mı? Bugüne kadar öyle bir kişiliği piyasaya sürdüğüne de şahit olmadık.
Hülya Avşar: Her şeyi yapabileceğini sanan ama hepsinde çuvallayıp, o histerik kocakarı gülüşüyle durumu idare eden, kütük gibi dursa da yine en iyi yaptığı şey oyunculuk olup, onu da bir türlü yapmayan Hülya Avşar yüzde 90 yeteneksizdir. Teniste iddialı olması kendini bilmeme yeteneğini, oyuncu-medya ikonu olup balina gibi dolaşması da rahatlığını göstermektedir.
Ali Taran: Vicdan sömürüsüne dayalı, ağlamık reklamı araklayıp, Türk usulü reklam yaftası yapıştırarak sahiplenen, duygulu-ağdalı müzik + gözü yaşlı çocuk'a dayalı klişesiyle ve türk tipi imalarıyla yerinde sayan reklamcı sınırlı bir yeteneğe sahiptir. Aralarında en ciddi yeteneğe sahip kişi de odur.
Alternatif Jüri: Sergen Yalçın - Reha Erdem - Suat Atalık
Ayrıca arkadaşların yeteneğin ne olduğuna bir türlü karar veremediği de gözümden kaçmıyor. Sanki sadece yarışma günü, program başladığında görüşüyorlar. Bu organizasyon dans yarışması mı, şarkı yarışması mı yoksa eski sihirbazları popüler etme yarışması mı, bu konuda da bir fikir birliği yok. Ne biçim yarışma arkadaş bu? Otel animatörlerini karşı karşıya getiren bir konsept daha uygun olmaz mıydı? Nasıl olsa olay kendiliğinden buraya gelmiş durumda...
Reklamcılara Öneriler
Başbakanın pantalon kıçına köpek maması reklamı yerleştirmek. (Dili dışarıda bir köpek oldukça büyük bir hedef kitleyi kapsayacak, gayet de etkili olacaktır.)
Fakir ailelerin doğum hastane masraflarını üstlenerek çocukların alınlarına marka dövmesi oturtmak.
Namaz öncesinde full, süresince altyazı reklam.
Pazarlamacı geleneği hortlatılarak ev ev dolaşıp gitarla ürün şarkıları söyleyen müzisyen reklamcılar.
Film-dizilerde sigara üstüne konulan buğunun üstüne reklam kondurmak.
Genetiğiyle oynayarak reklamlı meyve-sebze üretimine geçilmesi.
ÖSS'ye reklam soruları koydurulması için lobi faaliyeti...
İnsanların boğazlarına yerleştirilecek özel bir aparatla konuşma aralarına slogan koymak.
Mezarlıklara, merhum şu ürünü çok severdi tarzı reklamlar yerleştirmek.
Seri cinayetle, maktulün üstüne bıçakla marka kazımak.
Fakir ailelerin doğum hastane masraflarını üstlenerek çocukların alınlarına marka dövmesi oturtmak.
Namaz öncesinde full, süresince altyazı reklam.
Pazarlamacı geleneği hortlatılarak ev ev dolaşıp gitarla ürün şarkıları söyleyen müzisyen reklamcılar.
Film-dizilerde sigara üstüne konulan buğunun üstüne reklam kondurmak.
Genetiğiyle oynayarak reklamlı meyve-sebze üretimine geçilmesi.
ÖSS'ye reklam soruları koydurulması için lobi faaliyeti...
İnsanların boğazlarına yerleştirilecek özel bir aparatla konuşma aralarına slogan koymak.
Mezarlıklara, merhum şu ürünü çok severdi tarzı reklamlar yerleştirmek.
Seri cinayetle, maktulün üstüne bıçakla marka kazımak.
Reklamlı Su Altı
Forum'da Su Altı Dünyası'na gidiyorsunuz, giriş parası 25 kağıdı bastırıyorsunuz ve arkasında balıkların durduğu her akvaryumun ön camında koskoca bir LG ekranıyla karşılaşıyorsunuz. Balıkları, onun şeffaf penceresinden ya da kalabalıkta kenarlara kaçmayı başararak izlemek zorundasınız. Rezalete bakın. Giriş parasını benden alıyorsan bana niye reklam seyrettiriyorsun. Sponsor bulduysan benden niye eşek yüküyle para alıyorsun? Reklamcıların yaşam alanlarını halkın onayını almadan kirletmeye ne hakkı olduğu sorgulanmayacak mı? Dağlar, ormanlar, tek tek ağaçlar, Ayasofya, Kız Kulesi, deniz yüzeyleri reklamla kaplanana kadar beklenecek mi? Benlik kirlenmesi sigaradan daha mı az zararlı? Görsel denetleme sadece mimari anlamda olamaz. Görsel özgürlük yaşamsal bir öneme sahiptir ve sonuna kadar savunulmalıdır.
Albert Camus - Sözler
Çekicilik, açık seçik bir soru sormadan evet yanıtını almanın bir yoludur.
Kıyamet gününü beklemeyin. Her gün Kıyamet Günü.
Önümde yürüme, arkandan gelmeyebilirim. Arkamdan yürüme, yol gösteremeyebilirim. Yanımda yürü ve dostum ol.
Kışın ortasında, en sonunda öğrendim ki içimde yenilmez bir yaz var.
Bazı insanların, sırf normal olabilmek için olağanüstü bir güç harcadıklarını kimse fark etmez.
Deney yaparak deney edinemezsiniz. Deneyim yaratılmaz. Deneyim yaşayarak edinilir.
Başkaldıran insan nedir? Hayır diye insan.
Tek bir gerçek felsefi sorun vardır, o da intihardır.
Bir olay karşısında umutsuzluğa kapılan korkaktır, ama insanlığın durumu konusunda umut besleyen aptaldır.
Her katil öldürürken ölümlerin en fecisini göze alır, onu öldürenler ise terfiden başka hiçbir şeyi göze almaz.
Modern çağın tüm devrimleri devlet iktidarının daha da güçlenmesiyle son bulmuştur.
Entelektüel, zihni kendisini seyreden kişidir.
Mutluluk, insan ile sürdürdüğü yaşam arasındaki basit uyumdan başka nedir ki.
Hepimiz özel vakayız.
Kıyamet gününü beklemeyin. Her gün Kıyamet Günü.
Önümde yürüme, arkandan gelmeyebilirim. Arkamdan yürüme, yol gösteremeyebilirim. Yanımda yürü ve dostum ol.
Kışın ortasında, en sonunda öğrendim ki içimde yenilmez bir yaz var.
Bazı insanların, sırf normal olabilmek için olağanüstü bir güç harcadıklarını kimse fark etmez.
Deney yaparak deney edinemezsiniz. Deneyim yaratılmaz. Deneyim yaşayarak edinilir.
Başkaldıran insan nedir? Hayır diye insan.
Tek bir gerçek felsefi sorun vardır, o da intihardır.
Bir olay karşısında umutsuzluğa kapılan korkaktır, ama insanlığın durumu konusunda umut besleyen aptaldır.
Her katil öldürürken ölümlerin en fecisini göze alır, onu öldürenler ise terfiden başka hiçbir şeyi göze almaz.
Modern çağın tüm devrimleri devlet iktidarının daha da güçlenmesiyle son bulmuştur.
Entelektüel, zihni kendisini seyreden kişidir.
Mutluluk, insan ile sürdürdüğü yaşam arasındaki basit uyumdan başka nedir ki.
Hepimiz özel vakayız.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)