28 Ağustos 2010 Cumartesi
Artık
'Artık inanamıyoruz; ama inanana inanıyoruz. Artık sevemiyoruz; yalnızca seveni seviyoruz. Artık ne istediğimizi bilmiyoruz ama bir başkasının istediğini isteyebiliyoruz. Ekranlar, videolar, röportajlar arasında yalnızca başkaları tarafından görülmüş olanı görüyoruz.'
Jean Baudrillard - Kötülüğün Şeffaflığı - Ayrıntı
Jean Baudrillard - Kötülüğün Şeffaflığı - Ayrıntı
27 Ağustos 2010 Cuma
Aptalların Bildiği
Aptalların farkında olduğu tek şey en aptalca gücün bile güçsüzleri kullanmaya yeteceğidir.
25 Ağustos 2010 Çarşamba
ZAMANSIZ ADAMIN ANILARI
Cadde hareketli. İnsanlar hayatlarındaki son anı yaşıyorlarmış ve cenaze işlemlerini gerçekleştirmek için Mezarlıklar Müdürlüğü kapanmadan yetişmeleri gerekiyormuş gibi hırsla arşınlıyorlar yolları.
Ben yürüyemediğimin farkındayım bir süredir. Sanki boşa dönüyor bacaklarım. Yeri yakalayamıyorlar bir türlü. Patinaj atmak gibi… Duygusal bir sorun olmalı, diye düşünüyorum. Arkadaşım uzaklışıyor gitgide. Ne o ne başkaları duyuyor beni. Yükselmeye başlıyorum yerden. Çabuk olmalıyım, derken hafif telaşlanıyorum. Bir şeyler düşünmeliyim. Hem de derhal. Güzel bir şeyler. Bir anı. Gelecekle ilgili bir umut…
Yeniden doğacağım o an geliyor o sırada aklıma.
Tekrar konuyor yere ayaklarım. Az önceki bağırışım yankılanıyor havada. Dönüyor arkadaşım. “Naapıyorsun oğlum, hadisene,” diyor. Akıyor altımdan yol. Herkes gibi, ben de yürüyüyorum.
Büyük bir başarı bu!
Saat altıyı on geçiyor.
Bira bardağını masaya yapıştırdıklarını anlıyorum sonunda. Çekmeyi bırakırken kıpkırmızı oluyor, sırıtmaya çalışıyorum. Gülüşüyor arkadaşlar, garsonla birlikte…
Yalnızım. Bir an daldığımı hatırlıyorum. Sonra açtım gözlerimi ve herkesin dağıldığını gördüm. Bir ayna koymuşlar önümdeki sandalyeye. Uyanıyor aksim. Geriniyor. Beni görünce karşısında seviniyor…
Sokağın ucundan bana doğru gelen aileye takılıyor gözüm. On yaşlarında sarışın bir oğlan... Babası saçlarını okşuyor. Anne günün keyfini yansıtan bir kahkaha patlatıyor. El ele yaklaşıyorlar. Yanımdan geçerlerken oğlan bana doğru koşturuyor ani bir kararla. Masaya dayanıp gözlerime bakıyor dimdik. Çocuk bakışları değil bunlar. Göz kırpıp gülüyorum yine de içten.
“Naaber?”
“Böyle mutlu göründüğümüze bakma,” diyor o birden, çabuk çabuk. “Babam beni taciz ediyor.”
Koşturup gidiyor sonra.
Sıkıntı üstüme çullanıveriyor. Aynadaki aksime dönerken beynimde soru işaretleri öylesine bir kalabalık oluşturuyor ki çoğu eziliyor parmaklıkların altında. Birasını kaldırıp “Yaa, bırak,” diyor aksim. Ama devamını getiremiyor. Dönüp yola bakıyor kafasını dağıtmak üzere…
Yolda yürüyorum hızlı hızlı. Meditasyonla başlangıca dönmek mümkün mü acaba? Derin yoğunlaşmada hız yapmak ya da? Çok çok hızlı yürürken hiçbir şey düşünmemeyi başarsam yok olur muyum bir süre sonra?
Düşünce akışımı üstüme doğru yönelmiş, garip bir şekilde sırıtan hırpani bir herif bozuyor. Bir deli olmalı. Üstündeki takım elbise yağ lekeleriyle kaplı. Pantalonunun sağ dizinden altı yok neredeyse. Kulağıma eğiliyor. Geriye çekiliyorum ben. Bir kez daha yaklaşıyor isteksizliğimi takmadan. “Bir filmden çıktım ben,” diyor kıkırdayarak. “Bu dünyaya ait değilim.”
“Hangi filmden?” diyorum alaycı.
“Pelikülden oluşmuşum,” diye devam ediyor o. “İnsan değilim. Bak!” Elimi çekip koluna koyuyor. “Sık.”
Sıkıyorum. Lastik gibi bir şey kolu... Klark çeken gözleri sahne ışıklarını üstüne almış bırakmıyor. Tüylerim diken diken olurken, çekiyorum elimi hızla.
“Döneceğim bir gün,” diyor o. “İğrenç burası.” Uzaklaşmak üzere hareketleniyor.
“Hangi film?” diyorum bir kez daha.
“Unuttum ismini,” diyor elini sallayarak. “Boktan bir şeydi zaten ama yine de buradan iyiydi.”
Kitapçının önünde bir kalabalık toplanmış, karşıdaki binanın üçüncü katına doğru bakıyorlar. Onları taklit ediyorum ben de. Bir kadın, boşlukta asılı kalmış dönüyor çığlıklar atarak. İp falan yok onu tutan. Mantıksız bir görüntü bu… Önümdeki tip, yanındaki tombul kadına açıklama yapıyor: “Vicdan boşluğu bu bence. Başka bir şey gelmiyor aklıma.”
Önlerindeki tip onlara dönüyor. “Tanıyorum onu. Kerhanede çalıştı yıllarca.”
“İntihar ettiğini gözlerimle gördüm,” diyor elli yaşlarında bir adam. “Ağzımız yüreğimize geldi ama orada kalıverdi bir anda.”
“Düş, düş, düş,” diye bağırıyor bir grup genç.
“Hep orada kalacaksa, yemek su falan vermek lazım ama,” diyor meraklı kadın.
Yükseliyor birden intihar eden kadın dördüncü kata doğru…
Telefonum çalıyor. Refleksiv bir şekilde saatime bakarken niye böyle yaptığımı düşünüyorum. Saate göre mi açacağım telefonu? Sekize beş var. Numarayı tanımıyorum. Aç’a yavaşça bastırırken bu seferde buna takılıyor kafam. Temkinli davranmak neyi değiştirebilir ki telefon açarken.
“Gerçeklerle yüzleşmeye hazır mısın?”
Sanki ağzında lokma varmışçasına garip bir sesle konuşuyor karşımdaki. Abarttığını düşünüyorum biraz.
“Evet,” diyorum, düşünme ihtiyacı bile hissetmeden ve bir deja-vu algısıyla allak bullak oluyorum. Sanki aynı soruya binlerce kere aynı cevabı vermişim gibi geliyor…
“Bekle. Yağacak şimdi.”
Gökyüzüne kaldırıyorum kafamı. Söylediği doğru. Parça parça süzülüyor insanların üstüne bir şeyler. Küçük ya da büyük, dar ya da geniş, hafif ya da ağır oldukları anlaşılamıyor. Ruhani bir ışıkla aydınlanıyor çatıların üstü. İniyor parçalar kuş tüylerine benzer bir asillikle. Yakalıyorum bazılarını. Gözlerime yaklaştırıyorum ve görüyorum ki sahte bunlar. Sentetik, yapay… Kıvırır kıvırmaz dağılıp gidiyorlar.
Telefonum çalıyor yine. Açıyorum.
Bir kahkaha atıyor adam. “Ne zannediyordun ki?”
Ben yürüyemediğimin farkındayım bir süredir. Sanki boşa dönüyor bacaklarım. Yeri yakalayamıyorlar bir türlü. Patinaj atmak gibi… Duygusal bir sorun olmalı, diye düşünüyorum. Arkadaşım uzaklışıyor gitgide. Ne o ne başkaları duyuyor beni. Yükselmeye başlıyorum yerden. Çabuk olmalıyım, derken hafif telaşlanıyorum. Bir şeyler düşünmeliyim. Hem de derhal. Güzel bir şeyler. Bir anı. Gelecekle ilgili bir umut…
Yeniden doğacağım o an geliyor o sırada aklıma.
Tekrar konuyor yere ayaklarım. Az önceki bağırışım yankılanıyor havada. Dönüyor arkadaşım. “Naapıyorsun oğlum, hadisene,” diyor. Akıyor altımdan yol. Herkes gibi, ben de yürüyüyorum.
Büyük bir başarı bu!
Saat altıyı on geçiyor.
Bira bardağını masaya yapıştırdıklarını anlıyorum sonunda. Çekmeyi bırakırken kıpkırmızı oluyor, sırıtmaya çalışıyorum. Gülüşüyor arkadaşlar, garsonla birlikte…
Yalnızım. Bir an daldığımı hatırlıyorum. Sonra açtım gözlerimi ve herkesin dağıldığını gördüm. Bir ayna koymuşlar önümdeki sandalyeye. Uyanıyor aksim. Geriniyor. Beni görünce karşısında seviniyor…
Sokağın ucundan bana doğru gelen aileye takılıyor gözüm. On yaşlarında sarışın bir oğlan... Babası saçlarını okşuyor. Anne günün keyfini yansıtan bir kahkaha patlatıyor. El ele yaklaşıyorlar. Yanımdan geçerlerken oğlan bana doğru koşturuyor ani bir kararla. Masaya dayanıp gözlerime bakıyor dimdik. Çocuk bakışları değil bunlar. Göz kırpıp gülüyorum yine de içten.
“Naaber?”
“Böyle mutlu göründüğümüze bakma,” diyor o birden, çabuk çabuk. “Babam beni taciz ediyor.”
Koşturup gidiyor sonra.
Sıkıntı üstüme çullanıveriyor. Aynadaki aksime dönerken beynimde soru işaretleri öylesine bir kalabalık oluşturuyor ki çoğu eziliyor parmaklıkların altında. Birasını kaldırıp “Yaa, bırak,” diyor aksim. Ama devamını getiremiyor. Dönüp yola bakıyor kafasını dağıtmak üzere…
Yolda yürüyorum hızlı hızlı. Meditasyonla başlangıca dönmek mümkün mü acaba? Derin yoğunlaşmada hız yapmak ya da? Çok çok hızlı yürürken hiçbir şey düşünmemeyi başarsam yok olur muyum bir süre sonra?
Düşünce akışımı üstüme doğru yönelmiş, garip bir şekilde sırıtan hırpani bir herif bozuyor. Bir deli olmalı. Üstündeki takım elbise yağ lekeleriyle kaplı. Pantalonunun sağ dizinden altı yok neredeyse. Kulağıma eğiliyor. Geriye çekiliyorum ben. Bir kez daha yaklaşıyor isteksizliğimi takmadan. “Bir filmden çıktım ben,” diyor kıkırdayarak. “Bu dünyaya ait değilim.”
“Hangi filmden?” diyorum alaycı.
“Pelikülden oluşmuşum,” diye devam ediyor o. “İnsan değilim. Bak!” Elimi çekip koluna koyuyor. “Sık.”
Sıkıyorum. Lastik gibi bir şey kolu... Klark çeken gözleri sahne ışıklarını üstüne almış bırakmıyor. Tüylerim diken diken olurken, çekiyorum elimi hızla.
“Döneceğim bir gün,” diyor o. “İğrenç burası.” Uzaklaşmak üzere hareketleniyor.
“Hangi film?” diyorum bir kez daha.
“Unuttum ismini,” diyor elini sallayarak. “Boktan bir şeydi zaten ama yine de buradan iyiydi.”
Kitapçının önünde bir kalabalık toplanmış, karşıdaki binanın üçüncü katına doğru bakıyorlar. Onları taklit ediyorum ben de. Bir kadın, boşlukta asılı kalmış dönüyor çığlıklar atarak. İp falan yok onu tutan. Mantıksız bir görüntü bu… Önümdeki tip, yanındaki tombul kadına açıklama yapıyor: “Vicdan boşluğu bu bence. Başka bir şey gelmiyor aklıma.”
Önlerindeki tip onlara dönüyor. “Tanıyorum onu. Kerhanede çalıştı yıllarca.”
“İntihar ettiğini gözlerimle gördüm,” diyor elli yaşlarında bir adam. “Ağzımız yüreğimize geldi ama orada kalıverdi bir anda.”
“Düş, düş, düş,” diye bağırıyor bir grup genç.
“Hep orada kalacaksa, yemek su falan vermek lazım ama,” diyor meraklı kadın.
Yükseliyor birden intihar eden kadın dördüncü kata doğru…
Telefonum çalıyor. Refleksiv bir şekilde saatime bakarken niye böyle yaptığımı düşünüyorum. Saate göre mi açacağım telefonu? Sekize beş var. Numarayı tanımıyorum. Aç’a yavaşça bastırırken bu seferde buna takılıyor kafam. Temkinli davranmak neyi değiştirebilir ki telefon açarken.
“Gerçeklerle yüzleşmeye hazır mısın?”
Sanki ağzında lokma varmışçasına garip bir sesle konuşuyor karşımdaki. Abarttığını düşünüyorum biraz.
“Evet,” diyorum, düşünme ihtiyacı bile hissetmeden ve bir deja-vu algısıyla allak bullak oluyorum. Sanki aynı soruya binlerce kere aynı cevabı vermişim gibi geliyor…
“Bekle. Yağacak şimdi.”
Gökyüzüne kaldırıyorum kafamı. Söylediği doğru. Parça parça süzülüyor insanların üstüne bir şeyler. Küçük ya da büyük, dar ya da geniş, hafif ya da ağır oldukları anlaşılamıyor. Ruhani bir ışıkla aydınlanıyor çatıların üstü. İniyor parçalar kuş tüylerine benzer bir asillikle. Yakalıyorum bazılarını. Gözlerime yaklaştırıyorum ve görüyorum ki sahte bunlar. Sentetik, yapay… Kıvırır kıvırmaz dağılıp gidiyorlar.
Telefonum çalıyor yine. Açıyorum.
Bir kahkaha atıyor adam. “Ne zannediyordun ki?”
Bedava Sirke
Televizyon kanallarını tek tek paralı yapsalar ratingleri yüzde doksan düşer. Bedava diye seyredildikleri aşikâr...
FossurGama Sunar: Trafikte Bir Deli Kamyon
Beşinci saatin sonunda... Birden içi geçiveriyor Kamil’in. Başı yana düşüyor ve kalkmıyor bir daha. Derin derin nefes alırken, döşemenin altından hızla akıp gidiyor yol ama farkında değil o, uyuyor mışıl mışıl. Son hızla önündeki otobüse yaklaşıyor araç. Rüyasında bir odada oturuyor o. Çay getiriyor karısı. Halının üstünde oğluyla kızı ilk kez itişmeden, mutluluk içinde kızma birader oynuyorlar. İhtiyar bir adam giriyor o sırada kadraja. Elindeki televizyonu sehpaya yerleştiriyor önce. Sonra çöküp playstation’ın bağlantılarını yapıyor. Ardından kalkıp yanına geliyor ve elinde bir anda beliren direksiyonu uzatıyor. “Al oğul, seninle oyun oynayalım biraz,” diyor gülerek. Görüntüye bakıyor Kamil. Ekran ikiye bölünmüş. Üstte, ön panelden kamyonunun son hızla bir araca yaklaştığını görüyor ve eline joypad yerine tutuşturulan direksiyonu hiç düşünmeden çeviriyor. Kıvrılıp sol şeride geçmesiyle bir Renault’nun yaklaştığını görüyor ileriden. Deli gibi korna çalıyor sürücü. Hızı daha da kökleyip son anda atıyor kendini sağ şeride. O sırada alt ekranda ihtiyar adam, BMC kamyonuyla yanından el sallayarak geçiveriyor. Koltukta dirseğiyle kendisini dürtüyor aynı anda. “Hızlan oğul, kaplumbağa gibi gidiyorsun yahu.”
Rüyadan çıkıp o dehşet verici gerçekliğe dönersek: Karşıdan gelen sürücülerin bazıları, atari oyunundaymış gibi delice bir hızla araba sollayan şu kamyondaki başı yana düşmüş, salyalarını tutamadan mışıl mışıl uyuyan sürücünün yanından geçer geçmez yan şeride çekiyorlar hemen arabalarını. Elleri ayakları tutmuyor çünkü...
FossurGama Evreni
Rüyadan çıkıp o dehşet verici gerçekliğe dönersek: Karşıdan gelen sürücülerin bazıları, atari oyunundaymış gibi delice bir hızla araba sollayan şu kamyondaki başı yana düşmüş, salyalarını tutamadan mışıl mışıl uyuyan sürücünün yanından geçer geçmez yan şeride çekiyorlar hemen arabalarını. Elleri ayakları tutmuyor çünkü...
FossurGama Evreni
Komik Şeyler
Bugünlerde ne zaman kendimi kötü hissetsem, keyiflenmek için hemen "boykotçu" solcuları düşünüyorum. Ha ha haaa! Bakın yine güldürmeyi başardılar beni...
23 Ağustos 2010 Pazartesi
FossurGama Sunar: Burun!
Yığınla insan. Bazıları ağzını kapatıyor, bazıları kasıklarını tutuyor. İki büklüm, kendilerini engellemekten aciz, kıkır kıkır gülüyorlar. O sırada! Birden kırmızı burnu düşüveriyor palyaçonun ve şak diye ciddileşiyor insanlar. Sinirli, öfkeli, buz gibi bakarken üstlerini başlarını düzeltiyorlar cıkcıklayarak...
FossurGama Evreni
FossurGama Evreni
Eskimesin - Bitiremediklerim 3
Gece. Daha da uzun bir gece. Saat 20:37 hava kararmış bile.
Yarasa ligi de başlıyor. Bu sezon kim daha fazla kam emecek acaba? Klög Rengri mi? Bertfingher Tugro mu yoksa Fettszig mi? Hepsinin ayrı bir tarzı var ama en çok Fettszig'in stilin beğeniyorum. Kurbanlarını önce sözle taciz ediyor. Aslında daha çok, iğrenç çığlıklarıyla kulak zarlarını yırtıyor. Bu da kurbanın dengesini yitirmesine neden oluyor. Yürüyemiyor, hatta ayakta bile duramıyor. Sonra Fettszig şovunun son sahnesi için vahanın üzerine konuyor. Kese-cebinden bir adet matkamış* çıkarıp kurbanın atardamarına saplıyor. Afiyet olsun.
* ucunda minyatür, deli-delici matkap olan kamış.
Şu günlerin Yarasa ligi dışında en dikkat çekici dezavantajı da Parmek'lerin çiftleşme mevsimidir. Saat gece yarısını henüz geçtiğinde etraf birden, bu tuhaf yaratıklarla dolar. Eğer bilgisayarınızın olduğu odaya girmişse bir kaçı, başınız belada demektir! Minik pislikler hemen monitörünüzün ışığına doğru süzülürler. Hızla gövdelerini ekrana yapıştırırlar. Sökülmeleri kolaydır. Ekranda bıraktıkları iz, parmak izine benzer ve bu lekelerle bütün gece uğraşırsınız.
Dr Sayko'nun Blogundan...
Yarasa ligi de başlıyor. Bu sezon kim daha fazla kam emecek acaba? Klög Rengri mi? Bertfingher Tugro mu yoksa Fettszig mi? Hepsinin ayrı bir tarzı var ama en çok Fettszig'in stilin beğeniyorum. Kurbanlarını önce sözle taciz ediyor. Aslında daha çok, iğrenç çığlıklarıyla kulak zarlarını yırtıyor. Bu da kurbanın dengesini yitirmesine neden oluyor. Yürüyemiyor, hatta ayakta bile duramıyor. Sonra Fettszig şovunun son sahnesi için vahanın üzerine konuyor. Kese-cebinden bir adet matkamış* çıkarıp kurbanın atardamarına saplıyor. Afiyet olsun.
* ucunda minyatür, deli-delici matkap olan kamış.
Şu günlerin Yarasa ligi dışında en dikkat çekici dezavantajı da Parmek'lerin çiftleşme mevsimidir. Saat gece yarısını henüz geçtiğinde etraf birden, bu tuhaf yaratıklarla dolar. Eğer bilgisayarınızın olduğu odaya girmişse bir kaçı, başınız belada demektir! Minik pislikler hemen monitörünüzün ışığına doğru süzülürler. Hızla gövdelerini ekrana yapıştırırlar. Sökülmeleri kolaydır. Ekranda bıraktıkları iz, parmak izine benzer ve bu lekelerle bütün gece uğraşırsınız.
Dr Sayko'nun Blogundan...
22 Ağustos 2010 Pazar
Aptallık Sözlüğünden Bir Mektup
Havari Misyonları Dergisi'nden bir mektupta, bir papaz, kendisine mucizevi bir suyu ulaştırdığı için muhatabına teşekkür ediyor, bu su "hasta"nın üstünde çok olumlu bir etki yapmış ama onun bundan "haberi yokmuş".
"Hasta bir şeyden şüphelenmeden suyu dokuz gün boyunca içirdim; dört yıldır hayatla ölüm arasında gidip gelmiş, gene dört yıl boyunca umut kırıcı bir inatla ve ürpertici küfürlerle bana direnmiş olan bu adam, dokuz gün süren dualarının ardından, beklenmedik olduğu için daha da teselli veren merhamet duyguları içinde usulca can verdi."
"Hasta bir şeyden şüphelenmeden suyu dokuz gün boyunca içirdim; dört yıldır hayatla ölüm arasında gidip gelmiş, gene dört yıl boyunca umut kırıcı bir inatla ve ürpertici küfürlerle bana direnmiş olan bu adam, dokuz gün süren dualarının ardından, beklenmedik olduğu için daha da teselli veren merhamet duyguları içinde usulca can verdi."
İnsan Olmak!
Hızlı nesneleşmenin sonunda bir nesneye döndüğünü fark edip, nesnesizleşme potansiyeli kazanmak...
Tahir M. Ceylan - Aylak Bilgi
Tahir M. Ceylan - Aylak Bilgi
Ön Sevişme Notları...
Cinsel birleşme yoluyla üreme gezegenimiz üzerindeki canlı türlerinin büyük bir çoğunluğu tarafından yeğlenen bir üreme yöntemi olmakla birlikte, evrimsel açıdan birçok eksikleri de var. Uygun bir eşin bulunması ve onun elde edilmeye çalışılması öylesine yoğun bir çabayı ve zamanı gerektiriyor ki, bu zamanın doğrudan yavruya harcanması çok daha yararlı olur. Üstelik, cinsel ilişki, canlı türlerinin Darwinci bir sağlıklı bedene ulaşmaları açısından da en iyi yöntem değil. Her bireyin evrimsel hedefi bir sonraki kuşağa olabildiğince çok sayıda genin aktarılması ise, bir klon oluşturmak çok daha kolay bir yöntem olabilir...
(Cumhuriyet Bilim Teknik Eki'nden Alıntılanmıştır.)
(Cumhuriyet Bilim Teknik Eki'nden Alıntılanmıştır.)
Tarihe Tanıklık
Elektronik Patojenler
Aralarında Truva atları ve virüslerin de yer aldığı kötü amaçlı yazılımlar ilk kez 1970lerde, halkın kişisel bilgisayarlarla haşır neşir olmasından önce boy gösterdi. Creeper adlı kendi kendini kopyalayan bir program Internet'in öncülü olan ARPANET'e bulaştı. Söz konusu virüs kötü amaçlı değildi, yalnızca ekrana "I'm the creeper, catch me if you can!" yazısı çıkıyordu. Ne var ki, bu olay "Reaper" adıyla bilinen ve virüsü yok eden ilk antivürüs programının geliştirilmesine neden oldu...
21 Ağustos 2010 Cumartesi
Her Yerde Bir Çarmıh!
Bunuel'le beraber Hıristiyan dinindeki heretikleri anlatan bir film olan Samanyolu üzerinde çalışırken Jean Claude Cariére bir sahne hayal eder ama pahalıya mal olacağı için filmde yer almaz:
Bir uçan daire büyük bir gürültüyle bir yerlere konar ve kapak ya da kokpit açılır. İçinden antenli yeşil bir yaratık çıkar, havaya kaldırdığı elinde bir çarmıh vardır,
çarmıhın üstündeyse çivilenmiş başka bir antenli yeşil yaratık...
Yuvarlak Masa Soytarıları
Bir başbakan sahneye çıkıp soytarılık yapsa yarım dakika beceremez, foyası ortaya çıkar. Ama bir soytarı, kimseye hissettirmeden yıllarca başbakan koltuğunda oturabilir...
Peter Ustinov
Peter Ustinov
20 Ağustos 2010 Cuma
Olasılık Dahilinde Yaşamayı Bilmek
Kuvvetinizi aşacak kadar erdemli olmayın !
Ve olasılığın dışında şeyler istemeyin!
Nietsche
Ve olasılığın dışında şeyler istemeyin!
Nietsche
13 Ağustos 2010 Cuma
Vanity Press
Masrafları yazarca karşılanmak üzere kitap yayımlayan yayınevi...
Metninizi bu yayınevlerinden birine gönderiyorsunuz, metninizi öve öve bitiremiyor ve yayımlamayı öneriyorlar. Allak bullak oluyorsunuz. İmzalamanız için size verdikleri sözleşmede metninizin basımını sizin finanse etmeniz gerekeceği, bunun karşılığında yayıncının kitabınız hakkında sayısız makale yazdırmak ve hatta, niye olmasın, gurur okşayıcı edebi ödüller kazanmanızı sağlamak için uğraşacağı belirtiliyor. Sözleşmede yayıncının basması gereken kitap adedi açıkça belirtilmiyor, yalnız satılmayan kopyaların "sizin satın almayı talep etmeniz haricinde" yok edileceği üzerinde ısrarla duruluyor. Yayıncı kitabı üç yüz adet basıyor, yüz adedi bunları yakınlarına verecek olan yazara, iki yüz adedi gazetelere ayrılıyor, gazetelerse hemen çöpe atıyor.
Yayınevinin gizli tuttuğu kendi dergileri vardır, bu dergilerde çok geçmeden bu "önemli" kitap şerefine yazılar çıkacaktır. Yazar, yakınlarının hayranlığını kazanmak için, diyelim yüz nüsha daha satın alır (yayıncı bunları bir an önce basar) Bir yılın sonunda satışların çok iyi gitmediği ve baskıdan kalanın (söylendiğine göre on bindir)yok edileceği bildirilir kendisine. Kaç adedini satın almak ister? Yazar sevgili kitabının yok olacağı fikir karşısında müthiş hüsrana uğrar. Bunun üzerine üç bin adet satın alır. Yayıncı o zamana kadar ortada olmayan üç bin kitabı hemen bastırıp yazara satar...
Umberto Eco
Metninizi bu yayınevlerinden birine gönderiyorsunuz, metninizi öve öve bitiremiyor ve yayımlamayı öneriyorlar. Allak bullak oluyorsunuz. İmzalamanız için size verdikleri sözleşmede metninizin basımını sizin finanse etmeniz gerekeceği, bunun karşılığında yayıncının kitabınız hakkında sayısız makale yazdırmak ve hatta, niye olmasın, gurur okşayıcı edebi ödüller kazanmanızı sağlamak için uğraşacağı belirtiliyor. Sözleşmede yayıncının basması gereken kitap adedi açıkça belirtilmiyor, yalnız satılmayan kopyaların "sizin satın almayı talep etmeniz haricinde" yok edileceği üzerinde ısrarla duruluyor. Yayıncı kitabı üç yüz adet basıyor, yüz adedi bunları yakınlarına verecek olan yazara, iki yüz adedi gazetelere ayrılıyor, gazetelerse hemen çöpe atıyor.
Yayınevinin gizli tuttuğu kendi dergileri vardır, bu dergilerde çok geçmeden bu "önemli" kitap şerefine yazılar çıkacaktır. Yazar, yakınlarının hayranlığını kazanmak için, diyelim yüz nüsha daha satın alır (yayıncı bunları bir an önce basar) Bir yılın sonunda satışların çok iyi gitmediği ve baskıdan kalanın (söylendiğine göre on bindir)yok edileceği bildirilir kendisine. Kaç adedini satın almak ister? Yazar sevgili kitabının yok olacağı fikir karşısında müthiş hüsrana uğrar. Bunun üzerine üç bin adet satın alır. Yayıncı o zamana kadar ortada olmayan üç bin kitabı hemen bastırıp yazara satar...
Umberto Eco
Şöyle Taş Gibi Bir Kitap
Ne zamandır aklıma, kalbime, coşkuma şöyle gümp diye oturacak bir kitap okumamıştım. Galiba buldum.
Anti-Kien
Neyi Kimden Öğreniyoruz?!
Umberto Eco: Stoacıların muhtemelen zihinsel bir edim olan felsefesi üzerine bildiklerimizin büyük bir kısmını, onların fikirlerini çürütmek için yazan Sekstos Empeirikos'a borçluyuz. Sokrates öncesi döneme ait bölük pörçük parçaların birçoğuna, gene aynı şekilde, tam bir ahamak olan Aetius'un yazıları sayesinde vakıfız.
...
Julius Cesar'ın kaleminden Galyalıların durumunu, Tacitus'un kaleminden Germenlerinkini de saymalıyız. Bu halklarla ilgili bildiklerimiz düşmanlarının tanıklıklarına dayanıyor.
Jean Claude Carriére: Aynı şeyi Heretiklerden söz eden Kilise Babaları için de söyleyebiliriz.
Umberto Eco: XX. yüzyıl felsefesini yalnızca Ratzinger'in papalık genelgeleri aracılığıyla öğrenmek gibi bir şey.
...
Bogomillerle, Paulusçularla ilgili olarak hasımlardan öğrendiğimiz; çocuk yedikleri. Ne var ki aynı şey Yahudiler için de söylenirdi. Birilerinin düşmanı olan herkes, eskiden beri hep çocuk yemiştir.
(Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın - Umberto Eco, Jean Claude Carriére - Can)
...
Julius Cesar'ın kaleminden Galyalıların durumunu, Tacitus'un kaleminden Germenlerinkini de saymalıyız. Bu halklarla ilgili bildiklerimiz düşmanlarının tanıklıklarına dayanıyor.
Jean Claude Carriére: Aynı şeyi Heretiklerden söz eden Kilise Babaları için de söyleyebiliriz.
Umberto Eco: XX. yüzyıl felsefesini yalnızca Ratzinger'in papalık genelgeleri aracılığıyla öğrenmek gibi bir şey.
...
Bogomillerle, Paulusçularla ilgili olarak hasımlardan öğrendiğimiz; çocuk yedikleri. Ne var ki aynı şey Yahudiler için de söylenirdi. Birilerinin düşmanı olan herkes, eskiden beri hep çocuk yemiştir.
(Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın - Umberto Eco, Jean Claude Carriére - Can)
12 Ağustos 2010 Perşembe
Siz Daha...
Siz daha ağaçlarda yaşarken biz çoktan ibne olmuştuk...
(Kuzey Birliği'nin ırkçı lideri Bossi bir söylev vermek üzere ilk defa Roma'ya geldiğinde, şehirdeki protestocuların açtığı pankart.)
(Kuzey Birliği'nin ırkçı lideri Bossi bir söylev vermek üzere ilk defa Roma'ya geldiğinde, şehirdeki protestocuların açtığı pankart.)
Canlı Yayın Arkası
Telefon çalar. Televizyonda telefonlara bakmakla görevli asistan ahizeyi kaldırır.
Asistan: Alo. .. TV. Buyrun.
Telefondaki ses.: Ben var ya, sizin topunuzun, o canlı yayındaki maymunların, götlerin, o. ..cuklarının, taaa ...nıza koyayım e mi? Ulan, sinir hastası ettiniz beni be yavşaklar. Ulan, sinirden...
Asistan: Eee. Çok ilginç fikirleriniz var beyefendi. Lütfen hattan ayrılmayın. Sizi canlı yayına bağlıyorum.
Telefondaki ses: ???
Asistan: Alo. .. TV. Buyrun.
Telefondaki ses.: Ben var ya, sizin topunuzun, o canlı yayındaki maymunların, götlerin, o. ..cuklarının, taaa ...nıza koyayım e mi? Ulan, sinir hastası ettiniz beni be yavşaklar. Ulan, sinirden...
Asistan: Eee. Çok ilginç fikirleriniz var beyefendi. Lütfen hattan ayrılmayın. Sizi canlı yayına bağlıyorum.
Telefondaki ses: ???
Modern Edebiyatın Sayfa Arkası
Yayıncı: Afedersiniz beyefendi. Siz devamlı bizi arıyorsunuz ama biz okumuyoruz ki dosyaları.
Yazar: Anlamadım, kim okuyor?
Yayıncı: Direkt medyadaki bazı ünlü kalemlere gönderiyoruz. Artık onlar belirliyor yayınevlerinin neyi basacağını.
Yazar: ???
Yazar: Anlamadım, kim okuyor?
Yayıncı: Direkt medyadaki bazı ünlü kalemlere gönderiyoruz. Artık onlar belirliyor yayınevlerinin neyi basacağını.
Yazar: ???
Ayakçı İdeolojisi
Bu ülkede, dincilik ayak, milliyetçilik ayak, solculuk ayak, demokratlık tümden ayak. Ayakçıyız biz...
11 Ağustos 2010 Çarşamba
Bakir Edebiyat Alanları
Fantastik Orta Dünya Polisiyesi – Erotik Bilimkurgu – Absürd Dram – Tarihi Bilimkurgu – Toplumsal Gerçekçi Beyaz Dizi – Kentli Köy Romanı – Siber Melodram
Modern Edebiyatın Sayfa Arkası
Yazar: Ama yazabilir miyim? Bilmem ki? Aşk tamam da, polisiye hiç yazmadım ben. İkisini karıştırmamı, bir de tarihi romana göz kırpmamı istiyorsun.
Menajer: Aaaa! Niye yazamayacaksın canım. Ne var! Sadece düşünme sen.
Yazar: Neyi düşünmeyeyim?
Menajer: Düşünme işte.
Yazar: Anlamadım!
Menajer: Bak hâlâ düşünmeye çalışıyorsun!
Yazar: !!!
Menajer: Aaaa! Niye yazamayacaksın canım. Ne var! Sadece düşünme sen.
Yazar: Neyi düşünmeyeyim?
Menajer: Düşünme işte.
Yazar: Anlamadım!
Menajer: Bak hâlâ düşünmeye çalışıyorsun!
Yazar: !!!
10 Ağustos 2010 Salı
Ufukta
Orada... Bir kayanın üstünde. Üstümde bir dağ. Üstünde yine ben. Manzarayı izlerken bir kaya gibi oturmuş umut içime. Uzaklarda bir yerde, pusun ortasında ben. Eli çenesinde. Başının üstünde kapkara küçük bir kaya. Altında kocaman bir dağ. Altında yine ben. Ayaklarının altında küçücük bir çakıl taşı…
Rant Çakallıkları Serisi - Kentsel Dönüşüm
Yöntem basit. Ranta dönük yeri belirle. Bir tane kültür sarayı inşa et. Hemen ardından orasının kentin yeni yüzü olduğunu ilan et. Kentsel Dönüşüm Projesi başlat. Sınırlar içindeki 1500 - 2000 ailenin TOKİ evlerine yerleştireceğini açıkla. Yıllardır orada ikamet eden insanları evlerinden çıkarıp sür. Planlanan araziye imar projesi başlat. Yandaş inşaat şirketine uygun ihale koşullarıyla devret. Binaları da yandaş zenginlere peşkeş çek...
30 GDO'lu Ürüne İzin
Çok iyi biliyoruz ki Türklerin önünde sadece iki seçenek var.
Ya Örümcek Adam olacaklar ya da ölecekler.
Ya Örümcek Adam olacaklar ya da ölecekler.
9 Ağustos 2010 Pazartesi
Yaptıklarından Utanıyor musun?
‘Yaptıklarından utanmıyor musun?’ dedi Tanrı.
'Çok utanıyorum,' dedi adam.
'Utanıyorsan sorun yok, çıkabilirsin,' dedi Tanrı
Adam şaşkınlıkla sordu: 'Cehennem dedikleri bu kadar mı?'
'Utanmayı biliyorsan, bu kadar,' dedi Tanrı.
(Nihat Genç'in Oda TV'deki yazısından alıntılanmıştır.)
'Çok utanıyorum,' dedi adam.
'Utanıyorsan sorun yok, çıkabilirsin,' dedi Tanrı
Adam şaşkınlıkla sordu: 'Cehennem dedikleri bu kadar mı?'
'Utanmayı biliyorsan, bu kadar,' dedi Tanrı.
(Nihat Genç'in Oda TV'deki yazısından alıntılanmıştır.)
Gerçekleri Çarpıtma Aktörleri
Edebiyatta Kara Cehalet Tarihi
"Anlayışı biraz kıt olabilirim ama birinin, bir türlü uyuyamadan yatağında dönüp durmasını anlatmaya neden otuz sayfa ayırmak gerektiğini anlayamıyorum." Proust'un Kayıp Zamanın İzinde'si için...
"Böyle bir kitabın genç okurun ilgisini çekme ihtimali çok az." Mobydick için...
"Beyefendi, romanınızı iyi tasvir edilmiş ama tamamen fuzuli bir yığın ayrıntıya boğmuşsunuz." Madame Bovary ile ilgili olarak Flaubert'e...
"Kafiyelerinizin hepsi yanlış." Emily Dickinson'a.
"Korkarım on adetten fazla satmaz." Claudine Okulda ile ilgili olarak Colette'e.
"Amerika Birleşik Devletir'nde hayvanlarla ilgili bir hikaye satmanın imkânı yok." Hayvan Çiftliği hakkında George Orwell'e.
"Böyle bir kitabın genç okurun ilgisini çekme ihtimali çok az." Mobydick için...
"Beyefendi, romanınızı iyi tasvir edilmiş ama tamamen fuzuli bir yığın ayrıntıya boğmuşsunuz." Madame Bovary ile ilgili olarak Flaubert'e...
"Kafiyelerinizin hepsi yanlış." Emily Dickinson'a.
"Korkarım on adetten fazla satmaz." Claudine Okulda ile ilgili olarak Colette'e.
"Amerika Birleşik Devletir'nde hayvanlarla ilgili bir hikaye satmanın imkânı yok." Hayvan Çiftliği hakkında George Orwell'e.
Shakespeare'in Kitaplarını Kim Yazdı?
Bu tartışma The Shakespeare Bacon Controversy" adını taşır. Bir defasında dalga geçmek amacıyla bir mizah yazısı yazdım, buna göre eğer Shakepeare'in bütün eserleri Bacon tarafından yazılmış olsaydı, Bacon'ın kendi eserlerini yazmaya asla vakti olmazdı, dolayısıyla onun eserlerini de Shakespeare yazmış olurdu...
Umberto Eco
Kazıda Hangi Kitabı Bulmak İstersiniz?
Jean Philippe de Tonnac: Bibliyofil ve kitap sevdalıları olarak gönlünüzden en çok ne geçerdi? Yarın bir şantiyede topraktan neyin çıkıverdiğini görmek isterdiniz?
Basılmış ilk kitap. Gutenberg'in Babil'i.
Umberto Eco: Ben, kendi adıma, itinayla, Gutenberg Kitabı Mukaddesi'nin, basılan ilk kitabın bir başka nüshasını bulmak isterdim. Aristoteles'in Poetika'sında sözünü ettiği kayıp trafedilerin de bulunması ilgimi çekerdi. Yoksa, eksikliğini duyacağım o kadar çok kayıp kitap olduğunu düşünmüyorum. Belki de bunun sebebi daha önce dediğimiz gibi, belki de kaybolmalarının nedeni, ateşten veya onları yok eden Engizisyoncudan kurtulmayı hak etmemeleridir.
Aztek Kodeksi
Jean Claude Carriére: Kendi adıma, bilinmeyen bir Maya kodeksi keşfetmek beni çok mutlu ederdi. 1964'te Meksika'ya gittiğimde, kayda geçmiş birkaç yüz bin piramit olduğunu, fakat yalnızca üç yüzünde kazı yapıldığını öğrendim. Yıllar sonra, Palenque'te çalışan bir arkeoloğa, oradaki kazıların daha ne kadar süreceğini sorduğumda bana şu cevabı verdi: "Yaklaşık beş yüz elli yıl." Kolomb öncesi dünya mağlup edilmiş bu halklar hatırlanmaya layık değilmişler gibi, bir "yazı"ya, bir dilin tüm izlerine, bir ifade biçimine bir edebiyata, yani bir düşünceye yönelik toptan bir yıkım teşebbüsünün en vahşi örneğini sunar bize. Kodeks yığınları, Taliban'ın Hıristiyan muadillerinin talimatıyla Yucatán'da yakılmış. Azteklerden de, Mayalardan da geriye tek tük nüshalar kalmış yalnızca, üstelik bunların bazıları akıl almaz koşullarda bulunmuşlar. Bir Maya kodeksi XIX. yüzyılda Paris'te yakılmak üzere olduğu şöminenin yanında bir "eğitimli göz" tarafından keşfedilmiş...
Maya Kodeksi
(Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın - Umberto Eco, Jean Claude Carriére - Can)
Suya Ulaşmak
Su tüketimi 20. yüzyılda en az altı kat artmıştır. 1950 yılında kişi başına yılda 17 bin metreküp kaynak suundan söz ediliyordu. 2005 yılında 8 milyar insan yılda 5000 metreküp suyla yetinmek zorundadır. 1.2 ila 1.4 milyar insan ise temiz içme suyundan bütünüyle yoksundur. Suyun yüzde 70'i tarımda tüketilmektedir. Sudan yoksunluk, suların temizlenme işlemlerindeki yetersizlik, yarısı çocuk olmak üzere günde 25 bin insanın yaşamına malolmaktadır.
Fransızlar günde ortalama 150 litre su tüketirken Etiyopyalı günde 5 litre suyla yetinmek zorundadır. BM verilerine göre dünyada her beş kişiden biri içme suyundan yoksundur. Her yıl sudan kayanklanan hastalıklardan ölenlerin sayıları 8 milyondur.
Dünyada 884 milyon insan temiz içme suyundan yoksundur.
Eskiden yüzde 95'i kamunun elinde olan içme suyu ve dağıtımına özel sektörün ortaklığını sağlayan IMF'nin eski başkanı ve o tarihte BM'nin danışmanlığını yürüten Camdessus'tur. Ve rastlantıya bakın ki, bu ortakıkltan kârlı ıkan hep özel sektör, sürekli kaybeden ise kamu ve temiz suya hasret milyonlarca insandır.
BM'nin bu yıl temiz içme suyu ulaşmayı bir insan hakkı olarak tanımlayan kararında çekimser kalan ülkeler gerçekliği ortaya sermektedir. Fransa, İspanya, Almanya gibi ülkerler "su"dan büyük paralar kazanan dev finans şirketlerini ev sahipleridirler.
(Hüseyin Baş - Değişen Dünyadan - Cumhuriyet)
6 Ağustos 2010 Cuma
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)