Açılan kapıdan içeri dalıp, hızlı hızlı soruyor takım elbiseli adam. “Hastamız nerede?”
Elinde ağır bir çanta var. Keli yağlanmış gibi parlıyor. Yanında ince uzun, asistanı olduğu belli olan, kaytan bıyıklı bir tip daha var.
Evlerine bir kurtarıcı gönderilmişçesine bir coşkuyla “Buyrun doktor bey, ah ah, buyrun, hemen şu odada,” diyor kadın ön tarafa geçip telaşla yürürken. “Şeey, bir şey içer misiniz?”
“Yok istemez, acelemiz var zaten.”
Kapı açılıyor. İçeri doluşuyorlar. Orada, dönüp ziyaretçilere bakan saçı sakalı birbirine girmiş adamın, hafızasını yitirdiği boş bakışlarından belli oluyor.
“Bu mu?” diyor doktor kadına bakarak.
“Evet doktor bey.”
“Hımm,” diyerek ilerliyor doktor. Hastanın yanına kadar gelip bir anda, dizini taşaklara gömecekmiş gibi yaparken “Müüipck!” diye bir ses çıkarıyor.
Hafızasını kaybetmiş adam öne doğru bükülüp korkuyla bakıyor ona.
“Adın ne senin oğlum?” diyor Doktor birden.
“Burak,” diyor hasta kafasını, sanki alnına at sineği konmuş gibi sallayarak. “Evet, Burak, Burak’ım ben.”
Dönüp hızla kapıya varıyor Doktor, çantasını alıp “Hadi Altan, gidelim artık,” diyor. “İyi günler Aygül hanım.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder