Nigel Godrich'in piyano ve yaylılara vurgu yapan düzenlemesi biraz kafa karıştırıcı ve Waters'ın en büyük silahlarını, (kadın vokaller, koro, trompet yükselişleri bazlı yaratım patlamaları) elinden alıp tırnaklarını sökerek, dinleyicinin önüne attığını söyleyebiliriz. Nakarat bölümlerinde Roger'ı izleyen elektro gitar da ortalarda görünmüyor ve Pink Floyd'un dahi süvarisi bu sefer meydan savaşında atsız ve kılıçsız ovada duruyor. Seyirciyse kalabalık ve ellerinde onlarca insanüstü albümün gürzleri sallanıyor.
Ve görüyoruz ki bir şekilde 75'lik deha bir kez daha canlı kalmayı başarıyor.
Albümün hipnotize edici ve defalarca dinlense de asla sıkmayacak bir etkisi var. Tekdüze gidiş bir şekilde her seferinde ilginç bir çıkışla bozulup kulakta hoş bir melodinin yankısı kalıyor. Oldukça mütevazi yapı Roger'ı tamamen çırılçıplak bıraktığında onun kökleri çok derinlerde ve sarı yapraklarıyla göğe uzanan devasa bir çınar olduğunu, mırıldanmalarının bile çok etkili manalara dönüşebileceğini görüyoruz.
Albüm tabii ki Pink Floyd ya da eski Roger Waters albümlerinin parıltısını taşımıyor. Ama bunun aynı zamanda bir seçim olduğunu ve onun arınmış bir iç çekişe yelken açma isteğini algılayabiliyoruz.
75 yaşında çok büyük bir risk alarak, (teknolojik numaraları kullanarak göz boyama basitliği varken) bu meydan okumaya kalkıştığı için müthiş yaratıcı, özel insan Roger'ı kutluyorum ve 85 yaşında nasıl bir albümle döneceğini şimdiden merak etmeye girişiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder