İtalyan sinemasının altın çağını oluşturan filmlerden biridir. O kadar zaman geçti ki üstünden, ne yönetmenini, ne oyuncularını, zaten ne de öykünün tümünü anımsıyorum. Ama bir sahnesi vardır ki, sanki ateşten bir demirle kazınmıştır seçici belleğime, unutamam.
Dağılmış aile, ya bir düğün, ya bir cenaze gerekçesiyle Roma’daki akraba evinde buluşmuştur. Dede, uzun zamandır görmediği torunlarıyla oynarken en küçük torununa şaka yapmaya kalkar. Ortada duran çocuğu, sanki görmüyor da arıyordur. Salonu “Guido nerede, Guido’yu gören var mı?” diye dolaşırken, paçasını çekiştirip “Buradayım dede, buradayım!” diyen Guido’yu duymazdan, görmezden gelmektedir. Dedenin sorguladığı aile bireyleri de oyuna katılır ve onlar da çocuğu görmezden gelirler, “Bilmiyoruz nerede?” diye cevap verirler.
Dört beş yaşlarındaki küçük oğlan, salondakilere var olduğunu kanıtlamak için “Buradayım!” diye haykırmakta, amcalarının, teyzelerinin elini kolunu çekiştirmektedir, ama nafile. Onu görmüyor, duymuyormuş gibi yapmaktadır herkes.
Bir an gelir, yok ve görünmez olduğunu sanır, Guido. Ve minicik gövdesinden çıkan korkunç bir umutsuzlukla, çığlık çığlığa ağlamaya başlar. Öyle bir ağlamadır ki bu, ne dedesinin kucağına alıp öpüp koklaması, ne diğerlerinin “oyundu, oyundu” diye başına üşüşmesi işe yaramaz. Bir çığlıktır Guido, bir hıçkırıktır artık. Ve yaşadığı o kısacık görünmezlik, o yokluk anı, belleğinde ömrü boyunca silinmeyecek bir yara izi bırakmıştır.
İster çocuk olsun, ister yetişkin, insanları en gücendiren davranış, onları küçümsemek; en derinden yaralayan duygu, “yok sayılmak”tır, sevgili okurlarım.
Mine G. Kırıkkanat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder