23 Ocak 2012 Pazartesi
Dandini Dandini Dastana...
Dandini dandini dastana…
Domuzlar girmiş bostana…
Kov bostancı domuzu,
Yemesin yurdumuzu!..
Uyansın da büyüsün,haydi,
Benim aslan halkım, haydi…
Can Yücel/Ant Dergisi/19 Eylül 1967
20 Ocak 2012 Cuma
Mutlu Olmak İstiyorum
Ben beş yaşındayken, annem her zaman bana mutluluğun hayatın anahtarı olduğunu anlatırdı. Okula başladığım zaman, sınavda bana büyüyünce ne olmak istediğimi sorduklarında 'Mutlu olmak istiyorum.' yazdım. Onlar bana soruyu anlamadığımı söylediler, ben de onlara hayatı anlamadıklarını söyledim.
16 Ocak 2012 Pazartesi
Anthology Of The Day
Elton John – Pinball Wizard
Elton John – Rocket Man
Elton John – Believe
Elton John – I Want Love
Rod Stewart – Maggie May
Rod Stewart – Young Turks
Rod Stewart – Baby Jane
Rod Stewart – I’m Sailing
Kate Bush – Wuthering Heights
Kate Bush – Cloudbusting
Kate Bush – Hounds Of Love
Kate Bush – Wow
Kate Bush – Flower Of The Mountain
David Bowie – Starman
David Bowie – Ashes to Ashes
David Bowie – Absolute Beginners
David Bowie – China Girl
Bryan Ferry – Slave to Love
Bryan Ferry – Will You Still Love Me Tomorrow
Bryan Ferry – As Time Goes By
Bryan Ferry – Easy Living
Elton John – Rocket Man
Elton John – Believe
Elton John – I Want Love
Rod Stewart – Maggie May
Rod Stewart – Young Turks
Rod Stewart – Baby Jane
Rod Stewart – I’m Sailing
Kate Bush – Wuthering Heights
Kate Bush – Cloudbusting
Kate Bush – Hounds Of Love
Kate Bush – Wow
Kate Bush – Flower Of The Mountain
David Bowie – Starman
David Bowie – Ashes to Ashes
David Bowie – Absolute Beginners
David Bowie – China Girl
Bryan Ferry – Slave to Love
Bryan Ferry – Will You Still Love Me Tomorrow
Bryan Ferry – As Time Goes By
Bryan Ferry – Easy Living
15 Ocak 2012 Pazar
David Bowie - Ashes to Ashes
Dışarıya atılan ilk adım yine içeriye düşer. İçeriye atılan ilk adım yine dışarı düşer. Adım zihnin hem dışında hem içindedir.
David Bowie - Starman
Işık çok yukarılardadır. Aynı ışığı en dipte bulup çıkar romantikler yıldızların yanına...
Kate Bush - Wow
Aşk bırakıldığı yerde kalır. Yüzbinler üstünden geçer gider, görmez. Kaybeden, bilir orada durduğunu, kendisini beklediğini...
14 Ocak 2012 Cumartesi
11 Ocak 2012 Çarşamba
Enflasyon ve Tarımın İhmali - Mustafa Sönmez
Merkez Bankası, enflasyon hedefini tutturmak, bunun için de döviz kurunu ne yapıp edip terbiye etmek için, bol keseden döviz rezervlerini harcayıp duruyor. Merkez Bankası’nın, enflasyon hedefini 2011’de ıskalayıp yüzde 5 yerine yüzde 10.5 gerçeği ile karşılaşmasında, dövizin tırmanışı elbette etkili oldu. Özellikle yılın ikinci yarısındaki hızlı kur artışı, ithalattan kaynaklanan maliyet enflasyonuna yol açtı. Ama hepsi bu mu? Yükselen fiyatların tüm günahını döviz artışına yıkmak doğru mu? Değil elbette. Enflasyonun detaylarına bakıldığında, özellikle alt-orta sınıfların gelirlerini sollayan TÜFE’deki yüzde 10.5’lik artışta, sebze-meyve fiyatlarının yüzde 25.5 oranında artmış olması önemli bir yer tutuyor.
Tarım ürünlerindeki yüksek fiyat artışlarında arz yetersizliği, üretim eksikliği en önemli etken. “Kendi kendine yeten tarım ülkesi Türkiye” günleri geride kaldı. Türkiye, tarımın canına okuyan IMF-Dünya Bankası programlarıyla tarımda gerileyen bir ülke, ne yazık ki!..
1980 sonrası “yapısal uyum” adı altında uygulanan programlarla, Afrika, Latin Amerika ve Asya’da birçok ülke, iç piyasalarını gıda malları ithalatına ve tarım alanlarını çokuluslu tarım-gıda tekellerine açmaya zorlandı. Temel gıda üreticiliğine dayalı üretim tabanları çökertilen bu ülkeler, tekellerin belirlediği koşullarda mal üretmeye yönlendirildiler. IMF ve Dünya Bankası reçetelerinin uygulandığı bu ülkeler, sonuçta, kendi kendilerini besleyemeyen bir duruma düştüler. Gıda üretimleri geriledi, fiyatları yükseldi, üstelik, net tarım ithalatçısı durumuna düştüler. Buna karşılık, dünyada gıda üretimini ve dağıtımını bir avuç şirket daha çok kontrol etmeye başladı. GATT Uruguay Görüşmeleri de tarım-gıda tekellerinin gücüne güç kattı.
Aynı şeyler Türkiye’nin de başına geldi. Dünya Bankası’nca hazırlanan Tarım Reformu Uygulama Projesi (ARIP), tarımda fiyat, kredi ve girdi desteklerinin ortadan kaldırılarak doğrudan gelir desteği sistemine geçilmesini istiyordu. Ama bu kadarla yetinmiyordu; istekler arasında, tarım birliklerinin işlevsiz hale getirilmesi, bazı ürünlerde kota uygulamasına geçilmesi, kimilerinde ise üretim alanlarının daraltılması da vardı. Sonuç, tarımda hızlı bir çöküş, kırdan kente yığınsal göçler, tarımdaki tüm dağıtım, pazarlama ve Ar-Ge etkinliklerinin de yerli ve yabancı tekellere devredilmesi oldu.
***
2000 başlarında milli gelirde yüzde 12 olan tarımın payı 2011’de yüzde 8’lere gerilemiş durumda. Toplam tarım alanı 24.4 milyon hektar ama bu alanın ancak 16.3 milyon hektarı ekiliyor ve sadece 2.7 milyon hektar alanı sulamaya açılmış durumda.
Yetersiz üretim ve izlenen ucuz kur politikası, Türkiye tarımını da dış ticarette net ithalatçı durumuna düşürdü. 2006’ya kadar yılda 600 milyon dolar fazla veren tarım dış ticareti, 2007’den bu yana hızla net ithalatçı durumuna düştü.
2007’de 1 milyar dolara yaklaşan tarımda dış ticaret açığı, 2009 krizinde 250 milyon dolara kadar indi ama 2010’da 1.5 milyar dolara tırmandı, esas patlamayı ise 2011’de yaptı. 2011’in ilk 11 ayında 8.1 milyar dolara çıkan tarım ithalatı nedeniyle tarım dış ticaret açığı 3.6 milyar doları buldu.
Tarımdaki bu dağılma ve gerilemeyi AKP iktidarı önlemlerle azaltacağına, seyirci kaldı ve tarıma bütçe destekleri, bütçenin yüzde 2’sine indi. Tarım desteklerinin gerileyişini, milli gelire oranında da görebiliyoruz. Çok değil, 2007’de milli gelirin yüzde 0.71 oranındaki tarım destekleri 2011’de yüzde 0.56’ya indi. 2012 bütçesinde öngörülen ise milli gelirin yüzde yarımını ancak bulacak. Destek yetersiz kaldıkça, iklim şartlarının da olumsuz seyretmesinin etkisiyle, üretim düşük kalmaya ve gıda enflasyonu sürmeye mahkûm.
Varlık içinde yokluk yaratanların enflasyonu indirmek için üretimi arttırmak yerine, Don Kişot misali, dolar değirmenlerine saldırmaları, bakalım ülkeyi nereye götürecek...
Tarım ürünlerindeki yüksek fiyat artışlarında arz yetersizliği, üretim eksikliği en önemli etken. “Kendi kendine yeten tarım ülkesi Türkiye” günleri geride kaldı. Türkiye, tarımın canına okuyan IMF-Dünya Bankası programlarıyla tarımda gerileyen bir ülke, ne yazık ki!..
1980 sonrası “yapısal uyum” adı altında uygulanan programlarla, Afrika, Latin Amerika ve Asya’da birçok ülke, iç piyasalarını gıda malları ithalatına ve tarım alanlarını çokuluslu tarım-gıda tekellerine açmaya zorlandı. Temel gıda üreticiliğine dayalı üretim tabanları çökertilen bu ülkeler, tekellerin belirlediği koşullarda mal üretmeye yönlendirildiler. IMF ve Dünya Bankası reçetelerinin uygulandığı bu ülkeler, sonuçta, kendi kendilerini besleyemeyen bir duruma düştüler. Gıda üretimleri geriledi, fiyatları yükseldi, üstelik, net tarım ithalatçısı durumuna düştüler. Buna karşılık, dünyada gıda üretimini ve dağıtımını bir avuç şirket daha çok kontrol etmeye başladı. GATT Uruguay Görüşmeleri de tarım-gıda tekellerinin gücüne güç kattı.
Aynı şeyler Türkiye’nin de başına geldi. Dünya Bankası’nca hazırlanan Tarım Reformu Uygulama Projesi (ARIP), tarımda fiyat, kredi ve girdi desteklerinin ortadan kaldırılarak doğrudan gelir desteği sistemine geçilmesini istiyordu. Ama bu kadarla yetinmiyordu; istekler arasında, tarım birliklerinin işlevsiz hale getirilmesi, bazı ürünlerde kota uygulamasına geçilmesi, kimilerinde ise üretim alanlarının daraltılması da vardı. Sonuç, tarımda hızlı bir çöküş, kırdan kente yığınsal göçler, tarımdaki tüm dağıtım, pazarlama ve Ar-Ge etkinliklerinin de yerli ve yabancı tekellere devredilmesi oldu.
***
2000 başlarında milli gelirde yüzde 12 olan tarımın payı 2011’de yüzde 8’lere gerilemiş durumda. Toplam tarım alanı 24.4 milyon hektar ama bu alanın ancak 16.3 milyon hektarı ekiliyor ve sadece 2.7 milyon hektar alanı sulamaya açılmış durumda.
Yetersiz üretim ve izlenen ucuz kur politikası, Türkiye tarımını da dış ticarette net ithalatçı durumuna düşürdü. 2006’ya kadar yılda 600 milyon dolar fazla veren tarım dış ticareti, 2007’den bu yana hızla net ithalatçı durumuna düştü.
2007’de 1 milyar dolara yaklaşan tarımda dış ticaret açığı, 2009 krizinde 250 milyon dolara kadar indi ama 2010’da 1.5 milyar dolara tırmandı, esas patlamayı ise 2011’de yaptı. 2011’in ilk 11 ayında 8.1 milyar dolara çıkan tarım ithalatı nedeniyle tarım dış ticaret açığı 3.6 milyar doları buldu.
Tarımdaki bu dağılma ve gerilemeyi AKP iktidarı önlemlerle azaltacağına, seyirci kaldı ve tarıma bütçe destekleri, bütçenin yüzde 2’sine indi. Tarım desteklerinin gerileyişini, milli gelire oranında da görebiliyoruz. Çok değil, 2007’de milli gelirin yüzde 0.71 oranındaki tarım destekleri 2011’de yüzde 0.56’ya indi. 2012 bütçesinde öngörülen ise milli gelirin yüzde yarımını ancak bulacak. Destek yetersiz kaldıkça, iklim şartlarının da olumsuz seyretmesinin etkisiyle, üretim düşük kalmaya ve gıda enflasyonu sürmeye mahkûm.
Varlık içinde yokluk yaratanların enflasyonu indirmek için üretimi arttırmak yerine, Don Kişot misali, dolar değirmenlerine saldırmaları, bakalım ülkeyi nereye götürecek...
9 Ocak 2012 Pazartesi
Tomahawk - Red Fox
Tomahawk is an experimental alternative metal/alternative rock supergroup from the United States. They formed in 2000 when Fantômas, ex-Mr. Bungle and Faith No More singer/keyboardist Mike Patton and ex-The Jesus Lizard guitar player Duane Denison started swapping tapes with the intention of collaborating. Duane Denison then recruited ex-Helmet drummer John Stanier (currently playing with Battles), while Mike Patton brought Melvins/Cows bass player Kevin Rutmanis into the fold.
7 Ocak 2012 Cumartesi
Anthology Of The Day
Pink Floyd – Free Four
Genesis – Dusk
Traffic – Dear Mr. Fantasy
JethroTull – The Whistler
Weather Report – Nubian Sundance
Strawbs – Sheep
Love - My Flash On You
Roxy Music - Virginia Plain
Captain Beyond – Mesmerization Eclipse
Roy Harper – The Game Parts 1-5
Jimi Hendrix – Here My Train A Coming
Eloy – Giant
Elo – Living Thing
Aretha Franklin - Respect
Charles Wright & The Watts 103rd Street Rhythm Band - Express Yourself
Bob Dylan – Subterranean Homesick Blues
The Animals – We Gotta Get Out Of This Place
Traffic – Glad Freedom Rider
David Bowie – Starman
Beatles – Dear Prudence
BeGees – I’ve Gotta Get A Message To You
Genesis – Dusk
Traffic – Dear Mr. Fantasy
JethroTull – The Whistler
Weather Report – Nubian Sundance
Strawbs – Sheep
Love - My Flash On You
Roxy Music - Virginia Plain
Captain Beyond – Mesmerization Eclipse
Roy Harper – The Game Parts 1-5
Jimi Hendrix – Here My Train A Coming
Eloy – Giant
Elo – Living Thing
Aretha Franklin - Respect
Charles Wright & The Watts 103rd Street Rhythm Band - Express Yourself
Bob Dylan – Subterranean Homesick Blues
The Animals – We Gotta Get Out Of This Place
Traffic – Glad Freedom Rider
David Bowie – Starman
Beatles – Dear Prudence
BeGees – I’ve Gotta Get A Message To You
6 Ocak 2012 Cuma
Steilneset Memorial by Peter Zumthor and Louise Bourgeois
Architect Peter Zumthor designed this memorial on an island in Norway to commemorate suspected witches who were burned at the stake there in the seventeenth century
5 Ocak 2012 Perşembe
4 Ocak 2012 Çarşamba
Rekor İhracat, Rekor Batak… - Mustafa Sönmez
Kısa adı TİM olan (ben ÇİM diyorum), Türkiye İhracatçılar Meclisi (ben Çakma İhracatçılar Meclisi diyorum), açıkladı ki; ihracatta Türkiye rekoru kırılmış… Yıllardır her ayın ilk gününde sahnelenen bu vodvili eskiden Bakan Kürşat Tüzmen kaçırmazdı, şimdilerde de Zafer Çağlayan kaçırmıyor. Bu çakma ihracat için her ay aynı şamata yapılması kabak tadı verdi artık. Bakın ne diyor Bakan: “Dünyanın barut fıçısına dönmüş olduğu ortamda böylesine ihracat rakamını gerçekleştirdik...”
Yorucu, bıktırıcı ama yine de yazmak gerek. Dış ticaret tek ayaklı değildir, ihracattan söz ederken ithalatı saklayamazsınız. 2011’de ihracatın 134.5 milyar dolarla rekor kırdığı iddia edilirken ithalatın 241 milyar doları bulduğunu nasıl unutur ya da unutturursunuz? Dolayısıyla dış ticaret açığının 104 milyar dolar ile rekor (bakın doğru olan bu!..) kırdığını nasıl saklarsınız? Evet, 2011’de ihracat rekor kırmış olabilir ama asıl rekoru ithalat kırdı. Sonuçta dış ticaret açığı inanılmaz bir boyuta sıçradı. Daha tuhafı, ihracat rekor kırarken daha çok döviz açığı batağına saplandık. Böyle bir cari açığı, ne biz, ne dünya gördü…
Bitmedi. Ortada büyümüş görünen bir ihracat var ama doğru analiz ederseniz, bu ihracatın hiç de övünülecek bir yanı olmadığını görürsünüz. İhracatın ithalata bağımlılığından kaynaklanan “çakmalığı” bir yana, hızlı kur artışının rüzgârını arkasına alma yeteneğini kaybettiğini de görüyorsunuz. Yılı ikiye ayırın. Kur artışının hızlandığı temmuz öncesi ve sonrası. Yani ilk 6 ayı, ikinci ay ile kıyaslayın.
Ortaya çıkan manzara şudur: Dolar kuru, ikinci yarıda yüzde 13 değer kazanırken ve ihracatçıya bu anlamda müthiş bir teşvik oluştururken, pratikte ihracat buna karşılık verememiş ve artışı yüzde 5’te kalmış. Buna karşılık kurdaki artışın ithalatı geriletmesi beklenirken bu gerçekleşmemiş ve ithalat ilk yarının ortalamasına göre gerilemediği gibi, yüzde 1.5 artmaya devam etmiş.
Teorik olarak her devalüasyonun ihracatı ve diğer döviz kazandırıcı faaliyetleri ileri itmesi, teşvik etmesi beklenir. Çünkü ihracatçının TL olarak eline daha çok para geçer devalüasyonla birlikte. Bu da ona rekabet gücü kazandırır. Bu kez öyle olmadığı görülüyor. Dolar kurunun yükseldiği oranda, ucuz emeği tepe tepe kullanan ihracatın, kur rüzgârını kullanamadığı görülüyor. Bunun bir nedeni, ihracatın ithal girdiye aşırı bağımlı hale gelmiş olması. Net ihracatçı giyim-tekstilde bile ithal girdi kullanımının yüzde 50’leri geçtiği, Bakan Çağlayan’ın artık yayımlatmadığı Dahili İşlem Rejimi ile yapılan ihracat istatistiklerinde görülüyordu. Yine o yasaklı istatistikler gösteriyordu ki, ihracatın lokomotifi görünen otomotiv ve kimyada ihracattaki ithal girdi oranı yüzde 80-90’ları bulmakta. Bu durumda, dolar kurundaki artış, ihracatçının rüyası olmaktan çıkıp kâbusu haline dönmekte. İhracat siparişleri için yapılması zorunlu ithalat, hep 1.90 TL’ye dayanmış dolar kuru ile yapılmak zorunda kalınmıştır. Yılın ikinci yarısının ortalama dolar kuru 1.80 TL’ye yaklaşmıştır. Evdeki hesap piyasaya uymamış ve ihracatçı, beklediği maliyetten ihracat taahhüdünü yerine getirememiştir. Bu, yoksullaştıran ihracattır işte. Bu dolar kuru ile sağlanmış ithal girdinin, ihracatçıya para kazandırmadığı, kâr-zarar hesapları ortaya çıktığında görülecektir. Görünüşte şampiyonluk madalyası alan birçok firmanın ya çok küçük kâr oranları ile yetindiği ya da zarar ettiği görülecektir.
Bu yoksullaştıran ihracatın sonucudur ki, cari açık belası kâbus olmayı sürdürmekte, kâbus sıcak parayı kaçırtmakta ve kuru, sürekli yukarı itmektedir. Merkez Bankası’nın hayalet avcısı gibi ortalıkta döviz rezervlerini eritme pahasına, yükselen kur ile didişirken düştüğü çaresizlik ibret vericidir. Ortada, keşke övünülecek rekorlar, alkışlanacak politikalar olsaydı. Ama yok. Ortada sadece yoksullaştıran ihracat gerçeği ve topluma ödetilmeye başlanan ağır bir fatura var…
Yorucu, bıktırıcı ama yine de yazmak gerek. Dış ticaret tek ayaklı değildir, ihracattan söz ederken ithalatı saklayamazsınız. 2011’de ihracatın 134.5 milyar dolarla rekor kırdığı iddia edilirken ithalatın 241 milyar doları bulduğunu nasıl unutur ya da unutturursunuz? Dolayısıyla dış ticaret açığının 104 milyar dolar ile rekor (bakın doğru olan bu!..) kırdığını nasıl saklarsınız? Evet, 2011’de ihracat rekor kırmış olabilir ama asıl rekoru ithalat kırdı. Sonuçta dış ticaret açığı inanılmaz bir boyuta sıçradı. Daha tuhafı, ihracat rekor kırarken daha çok döviz açığı batağına saplandık. Böyle bir cari açığı, ne biz, ne dünya gördü…
Bitmedi. Ortada büyümüş görünen bir ihracat var ama doğru analiz ederseniz, bu ihracatın hiç de övünülecek bir yanı olmadığını görürsünüz. İhracatın ithalata bağımlılığından kaynaklanan “çakmalığı” bir yana, hızlı kur artışının rüzgârını arkasına alma yeteneğini kaybettiğini de görüyorsunuz. Yılı ikiye ayırın. Kur artışının hızlandığı temmuz öncesi ve sonrası. Yani ilk 6 ayı, ikinci ay ile kıyaslayın.
Ortaya çıkan manzara şudur: Dolar kuru, ikinci yarıda yüzde 13 değer kazanırken ve ihracatçıya bu anlamda müthiş bir teşvik oluştururken, pratikte ihracat buna karşılık verememiş ve artışı yüzde 5’te kalmış. Buna karşılık kurdaki artışın ithalatı geriletmesi beklenirken bu gerçekleşmemiş ve ithalat ilk yarının ortalamasına göre gerilemediği gibi, yüzde 1.5 artmaya devam etmiş.
Teorik olarak her devalüasyonun ihracatı ve diğer döviz kazandırıcı faaliyetleri ileri itmesi, teşvik etmesi beklenir. Çünkü ihracatçının TL olarak eline daha çok para geçer devalüasyonla birlikte. Bu da ona rekabet gücü kazandırır. Bu kez öyle olmadığı görülüyor. Dolar kurunun yükseldiği oranda, ucuz emeği tepe tepe kullanan ihracatın, kur rüzgârını kullanamadığı görülüyor. Bunun bir nedeni, ihracatın ithal girdiye aşırı bağımlı hale gelmiş olması. Net ihracatçı giyim-tekstilde bile ithal girdi kullanımının yüzde 50’leri geçtiği, Bakan Çağlayan’ın artık yayımlatmadığı Dahili İşlem Rejimi ile yapılan ihracat istatistiklerinde görülüyordu. Yine o yasaklı istatistikler gösteriyordu ki, ihracatın lokomotifi görünen otomotiv ve kimyada ihracattaki ithal girdi oranı yüzde 80-90’ları bulmakta. Bu durumda, dolar kurundaki artış, ihracatçının rüyası olmaktan çıkıp kâbusu haline dönmekte. İhracat siparişleri için yapılması zorunlu ithalat, hep 1.90 TL’ye dayanmış dolar kuru ile yapılmak zorunda kalınmıştır. Yılın ikinci yarısının ortalama dolar kuru 1.80 TL’ye yaklaşmıştır. Evdeki hesap piyasaya uymamış ve ihracatçı, beklediği maliyetten ihracat taahhüdünü yerine getirememiştir. Bu, yoksullaştıran ihracattır işte. Bu dolar kuru ile sağlanmış ithal girdinin, ihracatçıya para kazandırmadığı, kâr-zarar hesapları ortaya çıktığında görülecektir. Görünüşte şampiyonluk madalyası alan birçok firmanın ya çok küçük kâr oranları ile yetindiği ya da zarar ettiği görülecektir.
Bu yoksullaştıran ihracatın sonucudur ki, cari açık belası kâbus olmayı sürdürmekte, kâbus sıcak parayı kaçırtmakta ve kuru, sürekli yukarı itmektedir. Merkez Bankası’nın hayalet avcısı gibi ortalıkta döviz rezervlerini eritme pahasına, yükselen kur ile didişirken düştüğü çaresizlik ibret vericidir. Ortada, keşke övünülecek rekorlar, alkışlanacak politikalar olsaydı. Ama yok. Ortada sadece yoksullaştıran ihracat gerçeği ve topluma ödetilmeye başlanan ağır bir fatura var…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)