30 Mayıs 2011 Pazartesi
Kitle İletişim Araçları Niçin Vardır?
…Simülasyon evreninde toplumsal yoktur, toplumsal-ötesi yani bir ‘kitle’ vardır. Kitle, toplumsalın içi boş ve kendinden geçmiş, anlamını yitirmiş biçimidir. Simülasyon evreninde politika yoktur, politika-ötesi vardır, yani politikanın anlamsızlaşmış, içi boş ve kendinden geçmiş biçimi vardır. Simülasyon evreninde kültürel yoktur kültürel-ötesi vardır, yani kültürel olanın anlamsız, içi boş ve kendinden geçmiş hali vardır. Bu evren bir görünümler evrenidir yani gerçekliğin egemen olduğu evrende bir biçim ve içeriğe sahip olan göstergeler (gösterge: gösteren/gösterilen) bu evrende içeriklerini yitirmişler ve kendilerine rağmen ya da sözde birer gösterge olarak adlandırılabilecek birer görünüme dönüşmüşlerdir. Göstergelerin işlevleri vardır, oysa görünümler işlemseldir. Hiçbir anlamları olmadığı halde onlara anlamları varmış işlemi yapılmaktadır. Buna karşın görünümler müstehcen, ayartıcı olabilirler. Çünkü bu evrende geçerli olan hiçbir politik, ekonomik, toplumsal ve kültürel ideolojik ahlak bulunmadığından sistem kendi varlığını (yani bu ahlaksız, müstehcen ancak ayartıcı görünümünü) koruyabilmek için herkesin ahlaksızlaşmasına, müstehcenleşmesine ‘ve öyleyse ayartıcı olmasına’ çanak tutacaktır. Kitle ileti(şi)m araçları bunun için vardır...
Öte yandan bir simülasyon evreninde, devrimci denilebilecek dışadönük patlamaların gerçekleşmesi söz konusu değildir. Çünkü bu evren bir hiperuyumluluk, kendi üstüne kapanma ve için için kaynama evrenidir. Sistemin ancak bu yoldan sona erdirebileceği düşünülmektedir. Bu bir tür bilinçli bir yumuşak intihar gibidir…
Baudrillard
Öte yandan bir simülasyon evreninde, devrimci denilebilecek dışadönük patlamaların gerçekleşmesi söz konusu değildir. Çünkü bu evren bir hiperuyumluluk, kendi üstüne kapanma ve için için kaynama evrenidir. Sistemin ancak bu yoldan sona erdirebileceği düşünülmektedir. Bu bir tür bilinçli bir yumuşak intihar gibidir…
Baudrillard
Korkuyla İğdiş Edilmiş Zeka - OSHO
İlk olarak entelektüelliğin zekâ olmadığını çok iyi bilmelisin. Entelektüel olmak sahtedir; o zekâya öykünür. O gerçek değildir çünkü o senin değildir, ödünç alınmıştır. Zekâ içsel bilincin gelişmesidir. Onun bilgiyle hiçbir alakası yoktur, onun meditasyon halinde olmakla ilgisi vardır. Zeki bir kişi geçmiş deneyimlerine dayanarak hareket etmez; o şimdiki zamanın içinde hareket eder. O tepki vermez, o yanıt verir. Bu nedenle o hiçbir zaman tahmin edilemeyendir; onun ne yapmakta olduğundan kimse hiçbir zaman emin olamaz. Bir Katolik, bir Protestan ve bir Musevi az önce altı ay ömrü kaldığını öğrendiğini söyleyen bir arkadaşları ile konuşuyorlardı. “Siz ne yapardınız,” diye Katolik olana adam sordu, “şayet doktorunuz yaşamak için altı ayınız olduğunu söyleseydi?” “Ah!” dedi Katolik. “Bütün mal varlığımı kiliseye bağışlardım, her Pazar ayine katılırdım ve düzenli olarak benim Hail Marys’imi söylerdim.” “Ve sen?” diye sordu Protestan’a. “Her şeyi satardım ve bir gemi ile dünya turuna çıkardım ve çok iyi vakit geçirirdim!” “Ve sen?” diye sordu Musevi’ye. “Ben mi? Başka bir doktora giderdim.” Zekâ budur. DOĞANIN BİR ARMAĞANI ZEKÂ Zekâ hayatın özünde vardır. Zekâ hayatın doğal bir niteliğidir. Tıpkı ateşin sıcak olması ve havanın görünmez olması ve suyun aşağı doğru akması gibi hayat da zekidir. Zekâ bir kazanım değildir. Sen zeki doğdun. Ağaçlar kendi tarzında zekidir, kendi hayatları için yeterli zekâları vardır. Kuşlar zekidir, hayvanlar da öyledir. Aslında dinlerin Tanrıdan kastettikleri tek şey evrenin zeki olduğu, her yerde gizlenmiş bir zekâ olduğudur. Sadece insan aptallaşmıştır. İnsan doğanın doğal akışını tahrip etmiştir. İnsan haricinde aptallık yoktur. Sen hiç aptal diye niteleyebileceğin bir kuş gördün mü? Hiç, ahmak olarak adlandırabileceğin bir hayvan gördün mü? Hayır, bu tip şeyler sadece insanın başına gelir. Bir şeyler yanlış gitmiştir. İnsanın zekâsı tahrip edilmiş, kötüye kullanılmış, sakatlanmıştır. Ve meditasyon bu tahribatın silinmesinden başka bir şey değildir. Şayet insan kendi başına bırakılacak olursa meditasyona ihtiyaç kalmayacaktır. Eğer din adamı ve politikacı insanın zekâsına müdahale etmezse, hiçbir meditasyona ihtiyaç kalmayacaktır. Meditasyon ilaç gibidir; önce hastalığı yaratmak zorundasın. Ondan sonra meditasyona ihtiyaç duyulur. Hastalık yoksa meditasyona gerek yoktur. Ve ilaç (medicine) ve meditasyonun (meditation) aynı kökenden gelmesi rastlantısal değildir. O ilaç gibidir. Her çocuk zeki doğar ve çocuk doğduğu anda üzerine çullanıp onun zekâsını yok etmeye başlarız çünkü zekâ politik yapı için, toplumsal yapı için, dinsel yapı için tehlikelidir. O Papa için tehlikelidir, o din adamı için tehlikelidir, o lider için tehlikelidir. O statüko için, kurumsal olan için tehlikelidir. Zekâ doğal olarak asidir. Zekâ hiçbir köleliğe zorlanamaz. Zekâ son derece kendine güvenir, bireyseldir. Zekâ mekanik bir taklide indirgenemez. İnsanlar karbon kağıdından kopyalara dönüştürülmek zorundadır; onların orijinallikleri yok edilmek zorundadır, aksi taktirde dünyada var olan tüm saçmalıklar mümkün olmazdı. Bir lidere ihtiyaç duyarsın çünkü en baştan aptallaştırılmış durumdasın; yoksa hiçbir lidere ihtiyaç olmazdı. Niçin birisini izleyesin? Kendi zekânı izleyeceksin. Şayet birisi bir lider haline gelmek isterse, o zaman tek bir şeyin yapılması gerekir: Bir şekilde zekân yok edilmek zorundadır. Köklerine kadar sarsılmak zorundasın, korkutulmak zorundasın. Kendine güvenemez hale sokulmak zorundasın; bu bir zorunluluktur. Ancak o zaman lider devreye girebilir. Eğer zeki isen, kendi problemlerini kendin çözeceksin. Zekâ tüm problemleri çözmek için yeterlidir. Aslına bakarsan hayatta yaratılan problemler ne olursa olsun, tüm bu sorunlardan daha fazla zekâya sahipsin. O doğa tarafından sunulmuştur, bir armağandır. Ancak hükmetmek, yönetmek isteyen hırslı insanlar vardır; hırs sahibi deliler vardır: onlar sende korku yaratırlar. Korku pas gibidir: O tüm zekâyı yok eder. Şayet birisinin zekâsını yok etmek istersen, ihtiyaç duyulan ilk şey korku yaratmaktır: Cehennemi yarat ve insanların ondan korkmasını sağla. İnsanlar cehennemden korkar hale geldiğinde gidip din adamının önünde eğileceklerdir. Din adamını dinleyeceklerdir. Din adamının dediklerine kulak asmazlarsa cehennem ateşiyle yüzleşeceklerdir; normal olarak korkarlar. Kendilerini cehennem ateşinden korumak zorundalar ve din adamına ihtiyaç duyulur. Din adamı bir zorunluluk haline gelir. İki iş ortağı olan iki adam hakkında bir şeyler duymuştum. İşleri çok kendine hastı ve ülkeyi dolaşırlardı. Ortaklardan birisi bir kasabaya gider ve insanların pencerelerine zift fırlatır ve sabaha doğru da ortadan kaybolurdu. Bir iki gün sonra diğeri gelirdi. İnsanların pencerelerinden ziftleri temizlemeyi önerirdi. Ve insanlar da elbette ödeme yapardı; ödemek zorundaydı. Onlar aynı işte ortaktılar. Birisi zararı verirdi, diğeriyse onu gidermeye gelirdi. Korku yaratılmak zorunda, hırs yaratılmak zorunda. Zekâ açgözlü değildir. Zeki bir adamın asla açgözlü olmadığını bilmek seni şaşırtacaktır. Açgözlülük zeki olmamanın parçasıdır. Yarın için biriktirirsin çünkü yarın hayatının üstesinden gelebileceğine güvenmezsin, öyle olmasa biriktirmek niye? Cimrileşirsin, açgözlü hale gelirsin çünkü yarın senin zekânın hayatla başa çıkmak için yeterli olup olmayacağını bilmiyorsun. Kim bilebilir? Zekân hakkında kendine güvenmiyorsun, o nedenle de biriktiriyorsun, açgözlü oluyorsun. Zeki bir kimse korkmaz, açgözlülük yapmaz. Korku ve açgözlülük birlikte var olur; bu yüzden de cennet ve cehennem kol kola gider. Cehennem korkudur, cennet de açgözlülük. İnsanlarda korku yarat ve insanlarda açgözlülük yarat; onları mümkün olduğunca açgözlü yap. Onları o kadar açgözlü yap ki hayat onları tatmin edemesin, o zaman onlar din adamına ve lidere gideceklerdir. O zaman onlar içinde aptalca arzular ve ahmakça fantezilerinin yerine getirileceği gelecekteki bir hayatın hayallerini kurmaya başlayacaklardır. Şuna bir bak; mümkün olmayanı istemek zeki olmamaktır. Zeki bir kimse mümkün olanın içinde mükemmelen tatmin olmuş vaziyettedir. Muhtemel olan için çalışır; hayır, o asla imkânsız olan ve de muhtemel olmayan için çalışmaz. O hayata ve onun sınırlamalarına bakar. O bir mükemmeliyetçi değildir. Mükemmeliyetçi birisi nevrotiktir. Bir mükemmeliyetçiysen nevrotik hale geleceksin. Mesela bir kadını seviyorsan ve ondan kesin sadakat istersen, çıldıracaksın ve o da çıldıracaktır. Bu mümkün değildir. Kesin sadakat onun başka bir erkeği aklına bile getirmeyeceği, hayalini dahi kurmayacağı anlamına gelir; bu mümkün değildir. Sen kimsin? Niçin o sana âşık oldu? Çünkü sen bir erkeksin. Eğer o sana âşık olabiliyorsa niçin başkalarını düşünemesin? Bu olasılık açık kalır. Ve şayet yanından yürümekte olan güzel bir kişi görürse ve onda arzular kabarırsa bununla nasıl başa çıkacak? “Bu adam güzel” demek dahi arzudur; arzu içeri girmiştir. Sen bir şeye, sadece sahip olmaya, keyif almaya değer bulduğun zaman güzel dersin. Kayıtsız değilsin. Şimdi eğer —insanların istediği gibi— kesin bir sadakat istersen, o zaman çatışma olması kaçınılmazdır ve sen şüphe içerisinde kalırsın. Ve sen şüphe içerisinde kalacaksın çünkü kendi zihnini de biliyorsun; sen başka kadınları düşünüyorsun, o yüzden kadının başka erkekleri düşünmediğine nasıl güvenebilirsin? Sen ne düşündüğünü biliyorsun o yüzden de onun da aynı şeyi düşündüğünü biliyorsun. Şimdi güvensizlik, çatışma, mutsuzluk ortaya çıkar. İmkânsız bir arzu yüzünden mümkün olan bir aşk imkânsız hale gelmiştir. İnsanlar yapılamayacak şeyler ister. Gelecek için güvence istersin ki bu imkânsızdır. Sen gelecek için kesin bir güvence istersin. Bu garanti edilemez; bu hayatın doğasında yoktur. Zeki bir insan bunun hayatın doğasında olmadığını bilir. Gelecek açık kalır; banka batabilir, karın birisi ile kaçabilir, kocan ölebilir, çocukların beş para etmeyebilir. Geleceği kim bilebilir? Hasta düşebilirsin, sakat kalabilirsin. Kim geleceği bilebilir? Gelecek için güvence istemek sürekli korku içinde kalmak demektir. Güvence olası değildir, o yüzden de güvencesizlikten korktuğunda korkun yok edilemez. Korku orada olacak titriyor olacaksın ve bu sırada şimdiki an ıskalanıyor olacak. Gelecek için güvence arzusuyla mümkün olan tek hayatı, şimdiyi yok ediyorsun. Ve giderek daha çok ve daha çok sarsılacak, korkacak, açgözlü hale geleceksin. Bir çocuk doğar; bir çocuk çok çok açık bir olgudur. Son derece zekidir. Ancak biz onun üzerine çullanırız, onun zekâsını mahvetmeye başlarız. Onda korku yaratmaya başlarız. Sen ona eğitim de, sen ona çocuğa hayatla başa çıkma kabiliyeti vermek de. O korkusuzdur ve sen onda korku yaratıyorsun.
Propaganda Cenneti
Propagandanın ustaca ve sürekli uygulanması sonucunda insanların cenneti cehennem veya tam tersi bir şekilde sefil bir hayatı da cennet olarak görmeleri sağlanabilir.
Adolf Hitler
Adolf Hitler
Önce Cesaret
Eğer cesur değilsen samimi olamazsın. Eğer cesur değilsen sevemezsin.
Eğer cesur değilsen güvenemezsin. Eğer cesur değilsen, gerçeğin peşine düşemezsin. O yüzden önce cesaret gelir. Ve diğer her şey onu izler...
OSHO
Eğer cesur değilsen güvenemezsin. Eğer cesur değilsen, gerçeğin peşine düşemezsin. O yüzden önce cesaret gelir. Ve diğer her şey onu izler...
OSHO
28 Mayıs 2011 Cumartesi
68'in Kıyısında - Parliament – Tahrir – Puerto del Sol
(Ergin Yıldızoğlu)
Kasım ayında Avrupa’da, en yoğun biçimiyle de Londra’da Parliament Square’deydi, aralıkta Tunus’ta ortaya çıktı, ocakta Tahrir Meydanı ve giderek “Arap Baharı” denen “olayı” yarattı, geçen hafta yeniden Avrupa’daydı: Önce Madrid-Puerto del Sol, Barselona, Portekiz, Lizbon-Porto Batelha, Roma. Milano Floransa, Berlin…
Enerjisini gençlik eylemlerinden alan bir protesto dalgası Avrupa ve çevresini sarsmaya devam ediyor. Neoliberalizme, yolsuzluklara, yozlaşarak artık yalnızca düzeni onaylama ritüeline dönüşen bir “demokrasi”ye karşı yükselmeye devam eden bu dalga 1980’lerde başlayan uzun gericilik döneminden artık çıkılmakta olduğuna ilişkin umutları da güçlendiriyor.
Puerto del sol(ution)
Protesto eylemleri, geçen hafta, İspanya genel ve yerel seçimlere hazırlanırken Madrid’de başladı, hemen, Valencia, Zaragoza, Barselona, Palma di Majorka gibi kentleri de etkisi altına alarak yaygınlaştı. Londra’da İspanya Konsolosluğu’nun kaldırımlarına kadar ulaştı. Ağırlıklı olarak gençlerden ve işsizlerden oluşan ve eylemlerini Facebook, Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinden de yararlanarak düzenleyen göstericiler Madrid’in Puerto del Sol meydanını işgal ettiler. Toplum polisinin seçim propaganda yasağını bahane ederek meydanı boşaltmaya kalkması, katılımcı sayısının artmasına neden oldu. Göstericiler, seçimlere katılan partileri desteklemediklerini, bu nedenle seçim yasaklarına aykırı davranmadıklarını ileri sürerek meydanda kalmakta ısrar ettiler (Associated Press 19/05/11).
Göstericiler, İspanya’da iki partili düzeni sürdüren seçim sisteminin değişmesini ve sosyal hizmetlerde yapılan kesintilere son verilmesini istiyorlar. Seçimleri, sosyalist parti, muhafazakâr parti, kim kazanırsa kazansın artık fark etmiyor. Uluslararası sermayeye güven vermek için her ikisi de kesintileri hızlandırmaya karar vermiş bulunuyor. Bu kesintilerin de genelde yüzde 22, gençler arasında yüzde 45 düzeyinde seyreden işsizlik oranını daha da arttırması kaçınılmaz olduğundan, göstericiler düzen partilerine oy vermek istemiyor, seçimleri boykot ediyorlar. Göstericilerden, bir antropoloji öğrencisi, Luise de Pinidor’un vurguladığı gibi gençler sebep olmadıkları bir krizin faturasını ödemek istemiyorlar (The Guardian 19/05/11). Ayrıca yolsuzluklardan da artık bıktıklarını dile getiriyorlar.
Puerto del Sol metrosunun duvarına, “İspanya şirket değildir. Biz de köle değiliz” yazan protestocular, meydanın adını da Puerta del Sol’dan Puerto del Sol(ution), “çözüm limanı” olarak değiştirdiklerini söylüyorlar.
İzlanda - Mısır - İspanya
Daha önce de birçok kez vurguladığımız gibi, bu gençlik hareketleri dalgasının evrensel-uluslararası-enternasyonalist bir boyutu var (Mısır da yaşananları emperyalizmin tezgâhı sananlar, gözlerini emekçi sınıfların değil de egemen sınıfların kapasitelerine dikmiş olduklarından bu boyutu hiç göremiyorlar). Bu boyut Wisconsin direnişinde de kendini göstermişti. Porto del Sol(ution)’da da iki biçimde gösteriyor.
Birincisi; The Guardian (İngiltere), Expresso (Portekiz), El Economista (İtalya), İspanya’da başlayan olayın hızla, Avrupa’nın Lizbon, Paris, Londra, Roma, Berlin ve Brüksel gibi kentlerine yayıldığını, meydanlarda gösterilerin yapıldığını, kampların kurulduğunu bildiriyorlar. İtalya’daki hareket, adını ve taleplerini doğrudan İspanya’dan alıyor: “Reale Democrazia Ola” (Gerçek Demokrasi Şimdi).
İkincisi; mali krizin ve IMF’nin pençelerinde kıvranan İzlanda’da 2008 yılının Ekim ayının dondurucu soğuğunda bir gün Torfarson Hörder, başkent Reykjavik’te parlamento binasının önüne geldi gitarını çıkardı, önce çalıp şarkı söylemeye başladı; arkasından da yoldan geçenleri, gelip sıkıntılarını konuşmaya davet etti. Böylece başlayan bir dalga kısa sürede hükümeti devirdi, halkın verdiği vergilerle bankaların kurtarılmasını engelledi. Porto del Sol(ution) meydanında kamp kuranları temsil eden “Democracia Real Ya!” (Gerçek Demokrasi Şimdi) hareketi İzlanda’yı anıyor; şakayla karışık “büyüyünce biz de İzlanda gibi, olmak istiyoruz” diyor (El Pais, 15/05/11). Der Spiegel de Porto del Sol’da kamp kuran gençlerin kendilerini Tahrir Meydanı’ndakilerle karşılaştırdıklarını, onlardan esinlendiklerini aktarıyor (15/05).
‘Gerçek Demokrasi’
Meydanlara toplananlar, kamplar kuranlar, “Gerçek demokrasi” derken ne demek istiyorlar? Birincisi bu kastettiklerinin liberal demokrasi olmadığı kesin. Bunu yalnızca, kesintilere karşı çıkmalarında, duvarlara “İspanya şirket değildir’ yazmalarında görmüyoruz. “Gerçek Demokrasi Şimdi” hareketinin bir de manifestosu var: (http://democraciarealya.es/?page_id=814).
Manifesto “Biz sıradan insanlarız” diye başlıyor; “kimimiz ilerici, kimimiz muhafazakâr, kimimiz siyasi, kimimiz apolitik” diye devam ediyor. Sonra, “yozlaşmış, iş çevrelerinin, bankerlerin, politikacıların, bu sıradan insanın yaşamını cehenneme çevirdiğini, buna karşılık sesini susturduğunu” saptıyor. Manifesto bu durumu değiştirmek, yeni ve daha iyi bir toplumu hep birlikte kurmak gerektiğini vurguluyor. Arkasından dokuz talep ileri sürüyor.
Ben bunların en çarpıcılarına değinmekle yetineceğim: “İleri bir toplumun öncelikleri, eşitlik, ilerleme, dayanışma, kültürlerin özgürlüğü, gelişmenin sürdürebilirliği, halkın refahı ve mutluluğu olmalıdır. Barınma, çalışma, kültür, sağlık, eğitim, siyasi katılım, bireyin özgürce gelişmesi ve tüketicilerin korunması insanların temel ve onlardan alınamaz gerçek haklarıdır. Günümüzde hükümetler ve ekonomik sistem bunları gerçekleştiremiyor, hatta insanın gelişmesini engelliyor. Bugünkü sistemin temel amacı ve iradesi, toplumsal verimliliği ve refahı umursamadan para biriktirmektir. Vatandaşlar bizim gereksinimlerimize ilgisiz bir azınlığı zenginleştiren bir makinenin çarklarıdır. Bizsiz bunların hiçbiri var olamaz. Demokrasi halka aittir. Yönetime, bizi gerçekten temsil edenler gelmelidir (vurgular bana ait).
Bunlar söyledikleri. Yaptıklarına bakınca da Mübarek’i deviren, Tahrir meydanının yankıları hemen kendini gösteriyor. Göstericiler, meydana gelirken kendi yataklarını, uyku tulumlarını, çadırlarını getiriyorlar. Gönüllüler yiyecek içecek dağıtıyor. İletişim, gıda, temizlik, protesto eylemlerin araç-gereçlerinin tedarik ve yasal işler gibi gereksinimlere bakacak “vatandaş komiteleri kuruyorlar”.
“Gerçek demokrasi” isteyenler, liberal ekonomiyi, onu yaşatan liberal demokrasiyi istemiyorlar. Yeni düzeni birlikte kurmak istiyorlar. Bunun için yola çıktıklarını.. ilk olarak kendi yaşamlarını, meydan çapında bile olsa, devletin ve sermayenin dışında bir yerde kendi ortaklaşa çabaları ve dayanışmalarıyla kurmaya başlıyorlar.
Bu protestolar, kamplar, uzun bir gericilik döneminden çıkışın, bu dönemde kaybedilen duyarlılıkları yeniden kazanma çabalarının ilk örneklerini sergiliyorlar. Bu sergilenenlerde, ilk köle ayaklanmalarından bu yana, özgürlük, eşitlik arayan kitlelerin hareketlerinin en temel özelliklerini hemen görebiliyoruz. Ama bunlar yeterli değil, bugünün “zamanına” (teknolojiye, üretimin ve üreticilerin örgütlenme biçimlerine, proletaryanın duyarlılıklarına) uygun yeni biçimlerin de yaratılması gerekiyor. Henüz yeni dalganın başındayız; özgürlük eşitlik için hareketlenen kitleler (tarihin maddesi) zamanla bunları da bulacaklar. “Bizlere” de nereye bakacağımızı bilmek düşüyor.
27 Mayıs 2011 Cuma
Hiçlik Üzerine
Gerçekte bir şeyden çok daha fazla hiçlik olduğu söylenebilir. Evrenin yaklaşık %74’ünü bir “hiçlik” ya da fizik uzmanlarının deyimiyle “karanlık enerji”, %22’sini de gözle göremediğimiz ve “karanlık madde” adıyla bilinen parçacıklar oluşturuyor. Evrenin yalnızca %4 kadarı “bir şey” olarak tanımladığımız baryonik maddeden oluşuyor.
Bir şey deyimi bile çoğu zaman bir hiçlik içeriyor. Atomlar büyük ölçüde boş alanlardan oluşuyorlar. Maddenin katılığı, atomun içindeki parçacıkların oluşturduğu elektrikli alanlardan kaynaklanan bir yanılsamadan ibaret.
Yaşadığımız her saniye ile birlikte hiçlik de artıyor. 1998 yılında evrendeki genişlemeyi ölçen gökbilimciler karanlık enerjinin evreni giderek artan bir hızla sürüklediğine tanık oldular. Hiçliğin ve onun evrenin yazgısını etkileme gücünün keşfi gökbilim dalında son on yılın en önemli buluşu olarak değerlendiriliyor.
Ancak hiçliğin bile bir ağırlığı var. Karanlık maddenin içindeki enerji minik bir kütleninkine eşit; yaklaşık 402,000 km. boyunca iki yana uzanan küp biçimindeki bir uzay boşluğunda yarım kilo kadar karanlık enerji vardır.
Kara delikler boşluk ya da delik değildirler; evrenin bilinen en yoğun kütleleri olan kara delikler hiçliğin tam karşıtıdırlar.
Cumhuriyet Bilim Teknik - Rita Urgan - Discover
Bir şey deyimi bile çoğu zaman bir hiçlik içeriyor. Atomlar büyük ölçüde boş alanlardan oluşuyorlar. Maddenin katılığı, atomun içindeki parçacıkların oluşturduğu elektrikli alanlardan kaynaklanan bir yanılsamadan ibaret.
Yaşadığımız her saniye ile birlikte hiçlik de artıyor. 1998 yılında evrendeki genişlemeyi ölçen gökbilimciler karanlık enerjinin evreni giderek artan bir hızla sürüklediğine tanık oldular. Hiçliğin ve onun evrenin yazgısını etkileme gücünün keşfi gökbilim dalında son on yılın en önemli buluşu olarak değerlendiriliyor.
Ancak hiçliğin bile bir ağırlığı var. Karanlık maddenin içindeki enerji minik bir kütleninkine eşit; yaklaşık 402,000 km. boyunca iki yana uzanan küp biçimindeki bir uzay boşluğunda yarım kilo kadar karanlık enerji vardır.
Kara delikler boşluk ya da delik değildirler; evrenin bilinen en yoğun kütleleri olan kara delikler hiçliğin tam karşıtıdırlar.
Cumhuriyet Bilim Teknik - Rita Urgan - Discover
Cennetin Bir Simülasyonu Olarak Sosyal Medya
Dinsel öte dünya inançlarından hiçbirinde cennet, ekonomik bir olgu olarak ifade edilmiyor. Çünkü cennette kaynak sıkıntısı yok; yetersiz arzdan kaynaklanacak bir dengesizlik yok...
Tanol Türkoğlu
Tanol Türkoğlu
Rus İzlenimciler - Victor Vasnetsov
Rus İzlenimciler - Vasiliy Perov
Rus İzlenimciler - Nikolay Bogdanov Belski
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)