20 Ekim 2010 Çarşamba

Zamansız Adamın Anıları

Genç bir çift geçiyor yanımdan neşeyle gülüşerek. Yere damlayan kanlara kayıyor gözlerim. Kurslarda boş bırakılan alanlardaki noktaları andırıyor caddedeki iz. Dolduramıyorum bir türlü içini. Başım tekrar yukarıya kalkarken, kızın bileğini buluyorum. Derin bir yarık var orada. Parmaklarının ucundan şıp şıp yere atlıyor kan. Al yanaklarında neşe, dünyayı unutmuş, sohbet ederek uzaklaşıyor sevgililer. Silinip gidiyor lekeler arkalarından, buharlaşan fare salyalarından farksız…

Telefonum birden çalınca irkiliyorum. Hiçbir şey yazmıyor kadranda. Kulağıma götürürken açıyorum. Uzunca bir sessizlikten sonra “Geri gel,” diyor yumuşacık bir kederle sarmalanmış tatlı bir kadın sesi. Üstüme çullanan duygu seliyle afallarken, “Kimi aramıştınız?” diye soruyorum. Neden vicdan azabı çektiğimi düşünüyorum aynı anda.
“Geri gel, lütfen,” diyor kadın. Sesi acıyla titriyor. “Çok özledim seni.”
Sıkıntı beni bacası tıkalı bir şömineden havaya yayılan kurum gibi çevreliyor. Onu tanımalı mıyım yoksa?
“Eee, kimi aramıştınız?”
“Geri gel.”
“Yanlış numara olmalı hanımefendi.”
Kapanıyor telefon ansızın. Bekliyorum bir süre sanki öyle durursam tekrar açılırmış gibi.
“Geri dön,” diyor içimden bir ses.
“Yanlış numara,” diyorum ben dışımdan.
Geriye dönüyorum sonra. Az önce yüzüm dönük baktığım caddenin aynısını görünce, bir iki adım atıyorum afallamış. Tekrar öbür tarafa çeviriyorum vücudumu sonra. Orası da aynı. Gözlerimden yaşların ip gibi indiğini hissediyorum yanaklarıma.
“Geri dön,” diye çınlıyor kulaklarımda ses.
Dönüyorum. Sanki biri benden daha hızlı, apartmanları, oyun parkını, insanları alıp önüme koyuveriyor. Aynılığın içinde ya ileri ya da geri devam ediyorum yoluma, ayaklarımı sürüyerek…


Zamansız Adamın Anıları aynı isimli blogunda...

Hiç yorum yok: