Bir keresinde, babamla cennette buluşmamızı konu alan bir öykü yazmayı denemiştim. Doğrusunu isterseniz, bu kitabın ilk taslağı o öyküyle başlıyordu. Öyküde onunla gerçekten iyi bir dostluk kurmayı umuyordum. Ama öykü, tanıdığımız gerçek kişiler üstüne yazılan öykülerin çoğu gibi, ters bir yol izledi. Cennettekiler, kendi seçtikleri yaşta olabiliyorlardı öyküye göre, o yaşı dünyadayken yaşamış olmaları koşuluyla. Böylece, sözgelimi, Standard Oil’in kurucusu John D. Rockefeller, doksan sekizi aşmamak koşuluyla istediği yaşta olabilirdi. Kral Tut da ondokuza kadar herhangi bir yaşta, vb... Öykünün yazarı sıfatıyla, babamın cennette seçe seçe dokuz yaşı seçmesi karşısında büyük bir umutsuzluğa kapıldım.
Ben kendi adıma kırk dört yaşı seçmiştim – saygın, cinsellik açısından oldukça verimli bir yaş. Babama değgin bu umutsuzluğum sonunda çaresizliğe ve öfkeye dönüştü. Dokuz yaşında, tam bir Madagaskar maymununu andırıyordu, tepeden tırnağa göz ve el kesilmişti. Sayısız kalemiyle kağıt desteleri vardı, peşimi bırakmıyor, gözüne çarpan her şeyin resmini yapıyor, bitirince de beğenmem için diretiyordu. Yeni tanışlarım, bu acayip oğlanın kim olduğunu soruyorlardı arasıra, cennette yalan söylenemediğinden, doğru yanıtlamak zorunda kalıyordum, “Babam.”
Öteki çocuklara benzemediğinden, zorbalar canını yakmaktan hoşlanıyorlardı. Çocukların konuşmalarından daçocuk oyunlarından da tad almıyordu. Derken zorbalar ardına düşüyorlardı, yakalayıp pantalonunu çıkartıyor, cehennemin ağzından içeri atıyorlardı. Cehennemin ağzı da bir dilek kuyusunu andırıyordu ya, bir kovasıyla çıkrığı eksikti. Kenarından hafifçe eğildiniz mi en diplerden Hitler’in, Salome’nin, Judas’ın ve daha nicelerinin çığlıklarını duyabiliyordunuz hafiften. Hitler’i gözümün önüne getiriyordum, daha şimdiden cehennem azabının dorğuna ulaşmıştı, hele belli aralarla babamın donu başına dolandıkça.
Donu çalınır çalınmaz, doğru bana koşuyordu babam, yüzü öfkeden mosmordu. Olacak şey değil ama ben de tam yeni birileriyle arkadaşlık kurmuş oluyordum, görgü gösterileriyle onları etkilemeye çalışyordum – işte tam o sırada babam, psi küfürler savurarak öcünü alacağını haykırıyordu, pipisi de usulca dalgalanıyordu rüzgârda.
Anneme açtım konuyu, annem onu tanımadığını söyledi, beni de tanımıyormuş, daha on altı yaşındaymış çünkü. Böylece babam benim üstüme kaldı, yapabildiğim tek şey, arasıra, “Tanrı aşkına, baba,” diye azarlamaktı onu, “lütfen büyüsene biraz!”
İşte böyle. Öykü düşmanca kalmakta direnince, yazmaktan vazgeçtim.
Kurt Vonnegut - Kodes Kuşu - Dost
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder