Odamı yüz kilometre kareye çıkardığımdan bu yana özgürlük duygum tekrar yanıma döndü. Bir de at aldım ona, istediği gibi koştursun sınırlarımda.
Periler devamlı iyi haber taşıyor. Amaçları ne bilmiyorum ve güvenmiyorum onlara. Belki iyi haberleri ciddiye aldıkça kötülüğe sürükleniyordur insan.
Ev beni okşamayı, ninniler okuyarak uyutmayı seviyor ama akşam birden delice bir çığlık atıp sarsıyor, ilgi çekmek istiyor belki.
Öğlenin neminde düşüncelerimin arasında boğulurken oğluma sarılıyorum. Yaşamın üstüne çıkıyoruz kıkır kıkır. Bulutlar da bize katılıyor. Öylesine gülüyorlar ki hıçkırarak, yazın ortasında, sokaklara asit yağmurları inince şaşırıyor, anlayamıyor olan biteni, yanan insanlar.
Sanki kaplumbağanın üstüne yerleştirilmiş bir yarış arabasında hızla ilerliyor gibiyim yıllardır. Suç kaplumbağada ama bende değil...
Dünyadaki herkese telefon açıp soruyorum. “Beni tanıyor musunuz?” Susuyorlar sıkıntılı. Tanışıyoruz... Bir daha arıyorum sonra ve beş saniyede unuttuklarını görüyorum. Yine tanışıyoruz, hoşbeş ediyoruz ve bu böyle sürüp gidiyor. Öldüğümde, sırf televizyona çıkmadığım için beni kimse tanımayacak.
Sıkıntıyı yenmek için kendimi ağaç zannetmeye karar verdim. Ağaçlar sıkılmıyor gerçekten. Doktorum benimle görüşmek için ormana geliyor artık ve harika vakit geçirdiğini söylüyor. İnşallah içtendir.
Kelimelerin denetimsiz gücünden korksam da yazıyorum hâlâ. Karakterlerimle iyi geçinmeye çalışıyorum ve ne başını ne ortasını ne sonunu biliyorum yazdıklarımın. Zevkle okuyorum böylece, bitirdikten hemen sonra.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder