Devlet Sonrası Uygarlıkların Karşılaştırmalı Tarihleri Üzerine Gezegenler Arası Çalışma Grubu’nun 3011 Yılı Sempozyumu’nda benim de bir sunuş yapmam gerekince, dünya tarihinde (uzmanlık alanım antik uygarlıklar, özellikle ‘Kapitalizm’dir) “devlet sonrası” uygarlığa geçişi hazırlayan “büyük yıkım ve yenilenme” başlamadan önce yaşananlar üzerinde durmaya karar verdim. Sunuşumda Batı Bloku ile Asya Bloku arasında yoğunlaşan kaynak savaşları sırasında çöken Sünni Arap İmparatorluğu’nun doğuşu üzerinde özellikle durmayı düşünüyorum.
‘Büyük isyan’, beklenmedik sonuç
Sanırım sunuşuma 2010 yılı sonunda Kuzey Afrika’dan yükselen büyük “Arap İsyanı”yla başlayacağım. Demokrasi talebiyle 1848 devrimlerini, Tahrir Meydanı gibi, 1871 Komünü’nün yaşam alanlarını anımsatan bu dalga, hızla tüm Arap Dünyası’nı sardı. O zamana kadar kültürel bir yakıştırma olan “Arap Dünyası”nı, yeni iletişim teknolojilerinin de katkısıyla fiilen yarattı.
Bu dalgayla başlayan devrim sürecinin gündeme getirdiği “kopuş” olasılığı tüm dünyada “Devlet Sonrası Toplum” projesi üzerinde çalışan akımları, heyecanlandırdı, umutlandırdı. Aynı anda, zamanın gerilemekte olan ABD ve AB “emperyalizmi”, kendi ülkelerinde de özellikle dönemin “ücretli köleleri” (o zamanlar insanlar yaşayabilmek için enerjilerini ücret karşılığında satmak zorundaydılar) arasında büyük ilgi uyandıran bu dalgayı yönlendirmek, nihayet söndürmek için sürece katıldı.
Bu dalganın başladığı ülkelerde “ücretli kölelerin” ürettiği değerlere el koyarak büyük servetler (bu garip kavramı burada açıklayamayacağım, isterseniz “Büyük Antropolojik Sözlük”e bakabilirsiniz) oluşturan grupların da kendi açılarından bu “halk” ayaklanmalarını söndürmek için kimi ülkelerde “eski rejimle” uzlaşma yolları aramaya, kimi ülkelerde liderliği ele geçirmeye başladıkları görülüyordu. Bu gözlemleri aktaran kaynaklar bunların hemen her ülkede Müslüman Kardeşler (MK) olarak anılan dini hareket/parti karışımı (Bkz. B.A. Sözlük) yapılanmalarda örgütlendiklerine de dikkat çekiyorlar. Emperyalizmin müdahaleleri MK’nin sınıf refleksleri, devrimci dalgayı oluşturanların siyasi programlar, zamana uygun örgütlenmeler oluşturmaktaki başarısızlıklarıyla birleşince devrimler beklenmedik sonuçlara yol açmaya başladılar. “Devlet sonrası” topluma açılan bir süreci doğrudan başlatamasa bile, bu dalganın dersleri, “büyük yıkım”da patlak veren ikinci dalganın nihayet yalnızca bölgede değil tüm gezegende bir başka tarihin başlatmasını kolaylaştırdılar.
Müslüman Blok’un oluşması
Önce Tunus, Mısır despotları yıkıldı. Yangından mal kaçırır gibi yapılan “genel seçimler” bu ülkelerde, devrimci dalgayı eritti, eski rejimin “burjuvazi” (Bkz. B.A. Sözlük), ordu (silahlı devlet burjuvazisi) ve Müslüman Kardeşler’de örgütlenmiş burjuvazi arasında, eski rejimin partilerinin de kapatılmalarının ardından konsolide olan ittifak, iktidarın Tunus ve Mısır’da Müslüman Kardeşler akımının eline geçmesini sağladı.
Bölgenin “pivot” ülkelerinden Mısır’da iktidarın MK’nin eline geçmesinin ilk etkisi, MK’nin bir dalı olan Hamas ile Arafat öldürüldükten sonra ABD işbirlikçisi haline gelmiş olan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün anlaşarak Filistin Yönetimi’ni birleştirmesi oldu. Kimi tarihçiler o yaz çıkan ve İsrail’de nihayet “Barış Süreci”ne dönülmesine olanak veren yeni bir hükümetin oluşmasına da yol açan savaşın arkasında bu birleşmenin yattığına inanıyorlar. MK’nin Mısır’da iktidarı almasının ikinci etkisi de bu akımın Ürdün ve Suriye’deki benzerlerinin yönetimleri ele geçirmelerini kolaylaştırmak oldu.
Aynı yıl, Türkiye’de, MK geleneğinden büyük ölçüde etkilenmiş bir Sünni Müslüman hareketin partisi olarak anılan AKP’nin üçüncü kez iktidara gelmesi, Kuzey Afrika’dan Türkiye’ye MK etkisinde bir Sünni bölgesinin şekillendiğini gösteriyordu. Voltreno gezegeninden ünlü tarihçi Szzemsçvio’ya göre, bir Yeni Osmanlı Barışı kurmayı hedefleyen bu akımın seçim zaferinin, yıllar sonra, Türkiye’nin bir Sünni Arap İmparatorluğu tarafından yutulmasına zemin hazırlaması dünya tarihinin ironilerinden biriydi.
Ve yıkılması
Müslüman Blok’un oluşması için İran ve Suudi “engellerinin” aşılması gerekiyordu. Tarihçiler, bu aşamada da Suriye krizinin, bir katalizör olarak büyük katkısı olduğunu düşünüyorlar.
Irak’ın işgalinden sonra, İran’ın bölgedeki etkisinin artmaya başlaması, Vahabi Suudi Rejimi’ni yeni bir stratejik oyuna yönlendirdi: ABD/İsrail etkisini kullanarak İran’dan kurtulmak. Bu bağlamda tarihçiler 2010’lu yıllarda Körfez’de İran’la giderek sertleşen bir silahlanma yarışına giren Suudi Krallığı’nın, Suriye’yi destabilize ederek, İran Hizbullah bağını koparmaya amaçladığını saptıyorlar. Nitekim aynı tarihçiler, Suriye’de yoksul Sünni alt sınıfların ayaklanmasını bir iç savaştan geçerek sonuçlandırabilmek, bu arada komünistleri de tasfiye etmek için, Suudi parasının, diplomatik basıncının, Suriye’deki Sünni burjuvazi - Alevi Devlet sınıfları ittifakını parçalama hedefi üzerinde yoğunlaştığını, bu arada Müslüman Kardeşler üzerinden muhalefeti silahlandırmaya başladığını aktarıyorlar.
Böylece Suudi rejimi Hizbullah’ın ABD/İsrail basıncına direnme koşullarını ortadan kaldırırken hem İran’ı yalnızlaştırıyor hem de Suriye-Türkiye eksenini kırarak, Türkiye’nin bölgede yükselme senaryosuna da bir son veriyordu. Tarihçiler Pakistan’ın gerektiğinde Suudi Arabistan’a yardıma göndermek için iki tümen ayırmasının, İran’ın yalnızlaşmasını derinleştirirken, Hindistan’ın Asya Bloku’na katılma sürecini hızlandırdığını da düşünüyorlar.
Bu gelişmelerde I. ve II. Obama Yönetimleri’nin Ortadoğu politikası da önemli bir rol oynamış. ABD, Arap dünyasıyla tek bir blok ve merkezi bir işbirlikçi yönetim aracılığıyla ilişki kurmayı, gerektiğinde, başına Petraeus’un atanmasından sonra daha da militaristleşen CIA yoluyla uzaktan ince ayar yapmayı, gerilemekte olan etkisine uygun bir çözüm olarak görmüş. Tarihçiler, stratejinin, giderek Yemen, Libya ve Cezayir’i de yutup, Irak’ı da içererek Kuzey Afrika’dan Türkiye’ye kadar uzanan coğrafyada, Müslüman Kardeşler geleneğine dayanan merkezi bir Müslüman-Sünni-Arap blokunun, sonra da devletinin oluşmasına yardımcı olduğunu düşünüyorlar.
Tarihçiler bu oluşumun da birçok ironiyi birden içerdiğinde birleşiyorlar. ABD’nin uzaktan kontrol hesapları kontrolü olanaksız devasa bir devlet oluşturdu. İran’a karşı güçlenmeyi amaçlayan Suudi Krallığı, Müslüman Kardeşler hareketinden kendini koruyamadı. İran’ı gerileten süreç İsrail’i çok daha olumsuz koşullarda barış yapmaya, bir “Arap Denizi” içinde eriyip gitme olasılığına doğru sürükledi. Bu süreç petrolün tükenme eğilimiyle birleştiğinden bu “Büyük Sünni Arap İmparatorluğu” Batı ve Asya blokları arasındaki ekonomik, siyasi ve giderek askeri rekabetin getirdiği basınca dayanacak kaynaklardan yoksun kalarak 21. yüzyılın sonuna doğru, büyük toplumsal hareketlerin de etkisiyle dağıldı.
Bundan sonrası artık “Devlet Sonrası Topluma Geçiş” sürecine ait olduğundan, ben de sunuşumu bu noktada keserim diye düşünüyorum. Tekrar davet edilirsem, gelecek sene Alfa Century Galaktik Bilimler Konferansı’nda bu konuyu sunmayı deneyebilirim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder