"Arap Baharı” yerini, bir “siyasal İslamın yükselişi” dalgasına bırakıyor. Bu ortamda, Irak’tan, Afganistan’dan çekilmeye başlayan ABD yönetiminin, Batı medyasının, adeta “Korkacak bir şey yok. Ilımlı İslam iktidara geliyor, o kadar” diyen bir yaklaşımı benimsediği görülüyor. ABD’nin, siyasal İslamın içindeki güçlü Selefi hareketi görmezden gelerek, bundan sonra bölgeyi, uluslararası sermayeye, ABD’nin askeri etkisine açık kalması koşuluyla, siyasal İslamın, daha doğrusu Müslüman Kardeşler hareketinin eline bıraktığı ileri sürülebilir.
Bu madalyonun öbür yüzünde de, Prof. Michael Klare’nin işaret ettiği gibi ABD’nin askeri stratejik konumlanmasını küresel düzeyde yeniden düzenlemeye başlamış olması var.
Devrimlerin yasası...
“Popüler Kültür”de artık “Arap Baharı” olarak adlandırılan “olay”, devrimlerin bir “yasasını” bir kez daha kanıtlıyor: İktidar, siyasi olarak en örgütlü, ideolojik olarak en etkili kesimin elinde kalır! Siyasal İslam “Arap dünyası”nda hemen her ülkede, her geçen gün siyasal iktidarı biraz daha etkisi altına alıyor. Tunus’ta hükümet kuruyor, Mısır’da Selefi kanadıyla birlikte seçimlerin ilk turunda oyların yüzde 60’ını alıyor. Fas’ta Kral, hükümet kurma görevini, siyasal İslamın partisinin liderine veriyor. Libya’da yeni hükümet esas olarak siyasal İslamın içine dolduğu Özgürlük, Adalet ve Kalkınma İçin Ulusal Birlik hareketinin elinde. Yemen iç savaşında siyasal İslam muhalefetin en güçlü kanadını oluşturuyor. Suriye’de muhalefet, Batı’nın, Türkiye’nin de yardımıyla siyasal İslam etrafında yoğunlaşmaya zorlanıyor.
Sonuçta bu dalga yatıştığında tüm bölgede, Batı’nın ve ABD’nin karşısında, siyasal İslamın, daha doğrusu Müslüman Kardeşler’in etkisindeki bir hükümetler zinciri tek muhatap olarak kalmış olacak gibi görünüyor.
Bu olasılık, siyasal İslam akımını yakından tanıyanlar açısından, Liberal demokrat kesimden sola kadar kaygı verici bir manzara sunuyor. Mısır seçimlerine baktığımızda, daha düne kadar çok sınırlı bir siyasal varlığı olduğuna inanılan Selefi hareketin oyların yüzde 24’ünü aldığını görüyoruz. Wall Street Journal’ın bir yorumuna göre, bu olgu Müslüman Kardeşler’in daha sağa, daha dinci söyleme yöneleceğini gösteriyor.
Mısır’da ekonomik koşullar bozulmaya devam eder, yeni olası bir Müslüman Kardeşler hükümetini ciddi bir ekonomik toplumsal kriz beklerken, Selefi akımın El Nur Partisi’nin liderinin “MK ile asla ittifak yapmayacağız” (Reuters 04/11) sözleri, bu akımın adeta pusuya yattığını düşündürüyor. Selefi hareketinin arkasında Suudi devletinin muazzam mali gücünün, dolayısıyla etkisinin olduğuna ilişkin veriler (Financial Times. Rachman, 05/12) doğal olarak kaygıları daha da arttırıyor. Suriye’de Müslüman Kardeşler örgütünün liderlerinden Züheyir Selim, KurdWatch sitesine verdiği bir demeçte, “Suriye kimliğinin Allah belasını versin... Biz Suriye’yi tanımıyoruz... Suriye, Sykes-Picot Anlaşması’nın ürünü, geçici yapılardan biridir” sözleri, tüm bölgesel yapıları, etnik farklılıkları aşan bir Sünni Arap birliği, bir “ümmet” projesine işaret ediyor.
Yine de ABD, İngiliz medya yazarları, bölgenin Batı sözcüsü, yorumcuları, Müslüman Kardeşler’in, seçimlerle iktidara geldiğine, liberallerle koalisyon yapmaya eğilimli, Batı’yla birlikte çalışmaktan yana olduğunu vurgulamaya devam ediyor.
ABD’nin yeni kaygıları
Bu gelişmelerin arkasında, “ABD durumu kavramıyor” açıklamasına sığmayan stratejik bir düşünce var. Prof. Klare’nin “Asya’da yeni bir soğuk savaş mı?” yazısında işaret ettiği gibi, ABD yönetimi stratejik konuşlanmasının ağırlığını, ekonomik koşulların da baskısıyla, ama esas olarak Çin’in yükselmesine karşı hava ve deniz güçlerine, Asya denizlerine ulaşım yollarına, “gezegenin yeni ağırlık merkezine” doğru kaydırıyor. Çünkü ABD açısından enerji denkleminde Ortadoğu’nun göreli önemi azalırken hegemonya rekabeti alanında Çin’in önemi artıyor.
Ortadoğu’nun, küresel enerji denkleminde yeri iki açıdan azalıyor. Birincisi, bölgede toplumsal tabanı, dolayısıyla bakmak zorunda olduğu kesimler geniş hükümetler seçimlerle yönetime gelme olasılığı, diktatörlerin iktidarlarını korumak için kitleleri satın alma eğilimi eskiye göre arttı. Bu petrolün yerel kullanımını arttıracak ve ihracatını olumsuz etkileyecek. İkincisi, teknolojinin de yardımıyla, Kanada, Brezilya, Kolombiya petrolleri, Alaska, Meksika Körfezi, Montana, Kuzey Dakota, Teksas “şeyl” alanları gibi “zor petrol-gaz” kaynakları devreye girmeye başladı. Böylece, dünyanın başka bölgelerinde petrol üretimi gerilerken, ABD Enerji İdaresi’nin hesaplarına göre, ABD, Kanada ve Brezilya’nın toplam günlük petrol üretimi 2009-2035 arasında 10.6 milyon varil artacak, ABD’nin ithalatı içinde Ortadoğu petrollerinin önemi azalacak.
Ancak, unutmamak gerekir ki, Oradoğu’nun önemi enerji denklemi içinde azalırken ABD açısından bir başka açıdan artıyor. Geçen şubatta Abu Dabi’de yapılan silah fuarında, bir İngiliz uzmanın BBC’ye anlattığı gibi, “İran riski karşısında, bölge devletlerinin silah talebi gittikçe de artıyor”. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri 2010 yılında ABD’den toplam 110 milyar dolarlık silah almışlar (Telegraph, 22/02/011) Gulf News, salı günü Prens El Türki’nin Eşyad’da toplanan bir güvenlik forumunda, İsrail ve İran’ı kitle imha silahlarını terk etmeye ikna edemedikleri için Suudi Arabistan’ın da gelecekte nükleer silahlara sahip olmak isteyebileceğini söylediğini, Riyad’ın önümüzdeki 20 yıl içinde 80 milyar dolar harcayarak 16 nükleer santral yapmayı planladığını aktarıyordu.
Silah dengesinden, enerji dengesine dönersek, başta günlük petrol ithalatı 2008’de 3.8 milyon varilden 2035’te 11.6 milyon varile çıkacak olan Çin olmak üzere, Asya ülkelerinin petrole bağımlılığı daha da artacak. Bu koşullarda, ABD açısından, petrol taşınan yolları kontrol altına almak, Çin’in gelişmesini sınırlamak bölgede yalnızlaştırmaya çalışmak büyük önem kazanıyor.
ABD Avustralya’ya yeni üsler kuruyor. Filipinler’le yeni bir anlaşma yapıyor, Endonezya’ya 24 adet F16 satıyor, Tayland ve Singapur’la diplomatik ilişkilerini geliştiriyor, Clinton, Burma/Myanmar’ı ziyaret ediyor.
Clinton’a göre, “ABD devleti gelecek on yılda Asya Pasifik bölgesinde diplomatik, stratejik ve diğer alanlarda yatırımlarını belirgin biçimde arttırmaya karar vermiş bulunuyor”.
Prof. Klare, yazısında, bu gelişmelerden büyük kaygı duyan, Çin, Afrika ve Ortadoğu, hem de Şanghay örgütü üyeleriyle ilişkilerini derinleştirir açık deniz filosunu güçlendirirken, bölgede silahlanma yarışının, “Soğuk Savaş” dönemindeki gibi, hızlandığını vurguluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder