30 Kasım 2011 Çarşamba

Yes - Awaken

Sonbaharın ilk günü, alacakaranlıkta ufka bakarken dinlenmeli. Yaratılmış dünyaların anahtarı. Geri dönmeyi umursamayanlar için

Strino Gianni







Liberalizmin İkiyüzlülüğü

(Ergin Yıldızoğlu'nun yazısından alıntılanmıştır.)
Genelde bireysel özgürlükler, demokrasi, hoşgörü, insan hakları, kuşkuculuğun ve aklın önemi gibi kazanımların liberalizm sayesinde elde edildiğine inanılır.
Halbuki felsefe profesörü Dominico Losurdonun 2005’te İtalyada, 2011de de İngilterede yayımlanan, Financial Times yazarlarının bile övgüyle bahsettiği Liberalizm: Bir Karşıt Tarih başlıklı çalışması karşımıza başka bir tarihsel panaroma koyuyor(1): İnsanlığın tüm bu kazanımları, ilk kez liberal gelenek tarafından, mutlak monarşiye, kiliseye karşı gündeme getirilmiş olsalar bile ancak liberalizmin dışladıkları, köleler, yoksullar, işçiler daha da ilginci, liberalizmin baş düşman ilan ettiği Jakobenlerin, onların mirasını devralan Marxın, Engelsin izinden gidenler tarafından liberalizme karşı mücadele içinde geliştirilebildiğini görüyoruz.
Eski rejime karşı liberal görüşlerle mücadele eden kapitalist sınıfın, kendi ekonomik kazancını arttırmak için sömürgecilikten, soykırımdan çekinmemiş, çıkarlarıyla çelişen her konuda, otoriter, baskıcı görüşleri benimsemekten, şiddet uygulamaktan kaçınmamış olması büyük bir paradoks oluşturuyor.
Ekonomik liberalizm daha başından siyasi liberalizmden (özgürlüklerden) kopmuş. Kapitalist sınıf kendisi gibi olmayanları dışlamış, liberalizmin ilkelerini onlara uygulamamış. Siyasi özgürlükleri geliştirmek için dışlayıcı, ötekileştirici anlayışlara, ideolojilere karşı mücadeleyi de liberalizmin dışladıkları üstlenmiş. Siyasal özgürlükleri geliştirmek için mücadele edenler de kısa sürede, liberalizmin tanımladığı ekonomik özgürlükler kavramıyla hesaplaşmak zorunda olduklarını görmüşler.
İşçiler, çocuklar ve köleler
Bu ikiyüzlülük, kapitalist sınıf devrimci barutunu yitirdikten sonra gelişmiş bir hastalık değil. Losurdo, liberal düşüncenin tarihine bakınca, bu ikiyüzlülüğün devrimci döneme de damgasını vurduğunu gösteriyor. Örneğin Losurdo, okuyucusuna liberal düşüncenin kurucusu sayılabilecek John Lockeun aynı zamanda, köleciliğin ateşli bir savunucusu olduğunu anımsatıyor. Locke, bir insanın bir başkasının tutarsız, belirsiz, bilinemez ve gelişigüzel iradesine tabi olamayacağını ileri sürerken aynı zamanda, Caroline eyaletinin her özgür bireyi, siyah köleleri üzerinde mutlak otoriteye sahip olacaktır diyebiliyor. Amerikanın 1775 bağımsızlık deklarasyonu, bütün insanların (aslında erkekleri kastediyor-E.Y) eşit yaratıldığını, yaratıcının bu insanlara verdiği hakların ellerinden alınamayacağını savunurken aynı anda köleleri insan saymayarak bu haklardan dışlıyor; bu tutumunu da Yaratıcının (Tanrının) iradesine dayandırıyordu. Losurdo, çalışmasında liberallerin iktidarında köleciliğin hızla geliştiğini, Amerikadaki köle sayısının, 1700de 330 binden 1800de üç milyona, 1850de de altı milyona çıktığını gösteriyor.

Köylü Kurnazlarına Asla Anlayamayacakları Bir Öğüt

Yalan zeka işidir
dürüstlük ise cesaret.
Eğer zekan yetmiyorsa
yalan söylemeye
cesaretini kullanıp dürüst olmayı dene.

Victor Hugo

Dostluk Paradoksu

Kendinden başka kimseyi sevmeyen biri olarak dostumu bu kadar sevmem ne garip

Türk Paradoksu

Bir şekilde yaşıyoruz, o halde her şey yolunda, demek ki rahatlıkla sızlanabiliriz.

Tom Schaller


















Ferhan Şensoy Sormuş - Neden Neden Neden

Yüzmek zayıflatıyorsa balinalar neyi yanlış yapıyorlar?

Mısır yağı mısırdan, ayçiçeği yağı ayçiçeğinden elde ediliyorsa;
bebek yağı
nereden elde edilmektedir?

Süper yapıştırıcı her şeyi yapıştırdığı halde niçin içinde bulunduğu
tüpün
iç cidarlarını yapıştırmamaktadır?

Niçin yanlış çevrilen telefon numarası hiçbir zaman meşgul çalmaz?

Niçin falcıya gitmeden evvel randevu almak gereklidir?

Eğer bugün hava sıcaklığı 0 derece ise ve yarın iki kat daha soğuk
olacaksa,
yarın hava kaç derece olacaktır?

Niçin "tek heceli" kelimesi diyebilmek için dört hece
kullanmaktayız?

Neden insanlar gökyüzünde 400 Milyon yıldız var denildiğinde
inandıkları
halde, yeni boyalı yazan yüzeyi elleriyle yoklarlar?

Niçin limonlu gazozların içerisinde bir sürü suni tatlandırıcı
varken
bulaşık deterjanında gerçek limon suyu kullanılmaktadır?

Evli insanlar gerçekten daha mı uzun yaşamaktadırlar yoksa öyle mi
hissetmektedirler?

Işık 300.000 km/sn hızla yayıldığına göre karanlık hangi hızla
çökmektedir?

Işık hızında giden bir arabada oturduğumuzu varsayarsak, farları
yakınca ne
olur?

Bir şizofren intihar etmekle tehdit ediyorsa, rehin alma suçundan
yargılanabilir mi? Ahmet Necdet Sezer bu işe ne der?

Niçin fare kokulu kedi maması yok?

Kadınlar niçin tuvalete yalnız gidemezler?

Teflona hiçbir şey yapışmadığı halde teflon tavaya nasıl
yapışmıştır?

24 saat açık benzin istasyonlarının kapılarında neden kilit vardır?

Kar küreyicisinin şoförü sabah işine neyle gelmektedir?

Birçok tüketim maddesinde "Buradan açınız" yazmaktadır, eğer "Başka
bir
yerden açınız" yazsaydı ne yapmamız gerekirdi?

Eğer uçağın kara kutusu kaza anında parçalanmıyorsa neden bütün uçak
bu
kutunun üretildiği maddeden yapılmamaktadır?

İnsan midesindeki asitlerin yediğimiz her türlü eti ve daha doğrusu
her şeyi
parçalayabildiğine göre niçin midemizi de parçalamaz?

Neden turuncu renge ''kavuniçi'' derler de ''portakal dışı''
demezler?
Aslında bana sorarsanız kabak içleri daha turuncu ama millet
kavunlara
takmış işte..

Neden bozulan otobüsün yolcuları bizim otobüsümüze aktarıldığında
onlara
mülteciymişler gibi bakarız?

Neden her gördüğümüz haritada hemen Türkiye'yi bulmaya çalışırız?
Millet
olarak Dünya'da kaybolma kompleksimiz mi vardır?

Neden insanlar birbirlerine sarılınca sağa sola sallanırlar?

Neden öğrenciler ilköğretimin besinci sınıfına kadar öğretmene
"öğretmenim"
diye seslenirken altıncı sınıfta bir anda "hocam" diye seslenmeye
başlarlar?


Neden sınavlarda "4 yanlış bir doğruyu götürür" seklinde bir
uygulama ile
öğrenciler cezalandırılırlar da "4 doğru bil, bir doğru da bizden"
seklinde
bir kampanya başlatılıp zekâya ve riske girme cesaretine ödül
verilmez?

Neden mavi bir sebze veya meyve yoktur?

Neden sokakta çiftleşen köpekleri ayırmak için üzerlerine su
dökülür? Doğada
yapışıp bir daha ayrılamamış köpek çiftleri var mıdır?

Neden insanlar kapalı bir alandan yağmur yağan alana çıkınca
kafalarını
eğerler? Yağmura duyulan saygıdan mıdır yoksa ondan tırstığımız için
midir?

Neden dükkânını kapatıp giden esnaf, kapıya "10 dakika sonra
dönücem" yazar,
ne zaman gittiğini nasıl anlarız?

Televizyona çıkan insanlar neden kendilerini Türkiye'deki bütün
insanların
izlediğini sanırlar? Örn: Su anda 70 milyon kişi bizi izliyor...

Neden gözlerinden öperim denir? İnsan vücudunda öpülecek daha
uygunsuz bir
yer var mıdır? Kimse kimseyi gözünden öpmüş müdür?

Düğünlerde neden "Dom Dom Kursunu" ile göbek atılmaktadır. "Bir avcı
vurdu
beni, bin avcı beni yedi" gibi sözler esliğinde kendinden geçen
başka
milletler var mıdır?

Neden tüm Türk filmlerinde sevişme sahnesi tam başlayacakken
duvardaki
tabloya zum girilir? Kameraman hatası mıdır, yönetmen i.neligi mi?

Neden bazı kızlarımız şirin bir hayvancağız gördüklerinde
"inanmıyorum!"
derler, inanılmayacak olan nedir?

Cumartesi ve Pazartesi'nin neden kendi isimleri yoktur?

28 Kasım 2011 Pazartesi

Yüzde Doksan Dokuz Süper Sınıfa Karşı - Ergin Yıldızoğlu

Uzun yıllardır, neo-liberal restorasyon altında adeta tartışılması tabu haline gelen, sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşme eğilimleri, bunların ekonomik zenginliğin ve siyasi gücün dağılımıyla bağlantısı, mali krizle birlikte yeniden gündeme gelmeye başladı, özellikle bu yıl toplumsal muhalefette görülen kabarmayla birlikte... Biz yüzde 99u oluşturuyoruzsloganı tam da bu durumun çok güzel bir ifadesi değil mi?
Sermayenin yeni sınıf yapılanmaları
Kapitalizmin halen devam etmekte olan yapısal krizinin, sermayenin merkezden çevreye doğru kriz eğilimlerini dışlaştırmaya başladığı 1970’ler, aynı zamanda çokuluslu (ulus ötesi) şirketler konusunun da büyük ilgi çekmeye başladığı yıllardı. Ancak, bu alanda emperyalizm kavramıyla da bağlantılı olarak başlayan canlı tartışmalar, 1980li yıllarda ve özellikle 1989dan sonra, Tek yol kapitalizmdogmasını yerleştiren neo-liberal restorasyon döneminde (1980-1999) giderek arka plana itildi ve çalışmalar çok az sayıdainatçıaraştırmacının çabalarıyla sınırlı kaldı.
Halbuki sermaye uluslararasılaşması hızlanır, yeni biçimler üretmeye başlarken, kimi araştırmacıların da işaret ettiği gibi eski biçimler, örneğinfinans-kapital(sanayi ve banka sermayesinin iç içe geçmesinin ifadesi), bu kez uluslararasılaşmış bankalar ve sanayi tekellerinin birleşmesiyle uluslararası finans-kapital olarak geri geliyordu. (örneğin, V. Andreff, Capital and Class No. 22, 1984).
Sermayenin uluslararasılaşmasının, Avrupa Birliği sürecinin, sermaye üzerinde yaşayan sınıf yapılarında gündeme getirdiği olası dönüşümler, yeni sınıf şekillenmeleri, az sayıda araştırmacı arasında da olsa ilgi çekmeye başlıyordu. Kees van Der Pjil, 1984’te, Atlantik Egemen Sınıfının Oluşması çalışmasını yayımladı (bu çalışma 2002’de genişletildi). William I. Robinson ve Jerry Harrisin Küreselleşme ve ulus ötesi kapitalist sınıf (Science & Society, Bahar, 2000) makalesi, Leslie Sklairin Ulus Ötesi Kapitalist Sınıf (2000) ve daha yeni bir çalışma olarak William Carrolun, Ulus Ötesi Kapitalist Sınıfın Oluşumu (2010) kitapları da tartışmalara önemli katkılar yaptı.
Ancak bu araştırmaların hemen hepsi, şu veya bu biçimde kapitalizme eleştirel yaklaşan, Marksist eğilimli yazarlar tarafından gerçekleştirilmişti. Bu yüzden geçen ayın sonunda sonuçları yayımlanan ve New Scientist dergisinde de aktarılan araştırma ayrı bir öneme sahip. İsviçrenin Zürih kentindeki Federal Teknoloji Enstitüsünden, sistem analizialanında uzmanlaşmış üç bilim insanının (S. Vitali, J. B. Glattfelder ve S. Battiston) The network of global corporate control (Şirketlerin küresel denetim ağı) çalışması, Londra Üniversitesinden makro ekonomi uzmanı, John Driffilin vurguladığı gibi, az sayıda insanın küresel ekonomiyi denetleyebildiğini göstermeyi değil, küresel sistemin daha istikrarlı bir hale getirilmesi için gereken bilgileri oluşturmayı amaçlıyor. Ama araştırma, aslında tam da bu güç yoğunlaşmasını ortaya koyuyor. Araştırmanın yazarlarından Glattfelderin News Scientist yazarlarına söylediği gibi, ulus ötesi şirketlerin yüzde biri, tüm ulus ötesi şirketler ağının yüzde 40ını denetleyebiliyor. (The New Scientist, 24 Ekim 2011)
Sermayenin küresel ağları ve ‘süper sınıf’
Vitali, Glattfelder ve Battiston bulgularını şöyle özetliyorlar: Ulus ötesi şirketlerin dev bir boyunbağı yapılanması (dar ilişkiler geliyor, bir düğüm oluşturuyor ve genişleyerek, açılarak devam ediyor - E.Y) oluşturduklarını gördük. Denetim ilişkilerinin büyük bir kısmı aralarındaki ilişkiler çok sıkı örülmüş mali kurumların oluşturduğu çekirdeğe akıyor. Bu çekirdeği bir süper varlıkolarak görebiliriz.” Yazarlara göre bu süper varlıkgerek araştırmacılar gerekse de politika yapıcılar açısından yeni ve önemli sorunları gündeme getiriyor.
Araştırma, ekonomik veri toplayan Orbisin, 2007 veri bankasında bulunan 194 ülkeden 37 milyon ekonomik varlık arasında OECDnin ulus ötesi varlık (TNC) tanımına (birden fazla ülkede yerleşik olmakla birlikte bir eşgüdüm içinde, içlerinden birinin egemenliği altında ekonomik faaliyetlerini gerçekleştiren yapılar) uyan 43 bin 60 şirket saptayarak, bunların dünya üzerindeki etkilerini ve mülkiyet yapılarındaki yoğunlaşmayı soruşturuyor. (Rapor: http://arxiv.org/PS_cache/arxiv/pdf/1107/1107.5728v2.pdf)
Bu TNC yapıları, 116 ülkede yerleşik bulunuyor; 1318 bağlantı noktası (stratejik düğüm oluşturan yapılanma) oluşturuyorlar, iştirakler yoluyla 1 milyon 6 bin 987 firmayı kontrol ediyorlar.
Bu TNCler içinde en büyüklerinden oluşan yüzde 36sının 47 bin 819 hissedarı (karar almaya etki yapacak büyüklükte hisseye sahip olanlar), 399 bin 696 iştiraki var. TNClerin yüzde 36sını oluşturan en büyük 15 bin 491 şirket TNClerin oluşturduğu ağın küresel işletme gelirlerininyüzde 94ünü denetliyor. Stratejik bağlantı noktası oluşturan 1318 şirket, TNClerin küresel işletme gelirlerinin yüzde 20sini, sahip oldukları dev sanayi şirketleri aracılığıyla da toplam küresel gelirlerin yüzde 60ını ediniyorlar.
Bu 15 bin 491 büyük şirket içinde 737 şirket tüm TNClerin toplam varlıklarının yüzde 80ini elinde tutuyor. Bunların içinden 147 “süper varlıkın payıysa yüzde 40. Bu süper varlıkların dörtte üçünü de Barclays Bank, Goldman Sachs gibi mali kuruluşlar oluşturuyor.
Mülkiyet dağılımındaki yoğunlaşmaya bakınca, 190 ülkeden 47 bin 819 hisse sahibinin 83 ülkede yerleşik, mülkiyetlerini de 38 ülkede yoğunlaştırmış TNClerde pay sahibi olduğu görülüyor.
Bitirirken, bu verilere toplumsal bir boyut eklemek için süper varlık kavramından, David Rothkopfun 2008de yayımlanan kitabının başlığını oluşturan süper sınıf kavramına geçebiliriz.
Rothkopf karşımıza, ilk elde, tüm mali piyasalardaki işlemlerin yüzde 95ini denetleyen 14 büyük firma (aile) koyuyor. Bu 14 aileyi de içeren 50 büyük yapılanmanın toplam varlıkları 50 trilyon doları geçiyor. Açıyı biraz genişletirsek bu süper sınıfın yerleşkesien büyük 2 bin şirket, 500 milyon insan çalıştırıyor, 100 trilyon varlığı kontrol ediyor. Rothkopf, bu süper sınıfınüyelerinden Blackstone grubunun CEOsu Stephen Scwarzmanın, dünyada hemen her sanayi dalında veya sektörde, 20-30 insan gelişmeleri belirliyordediğini de aktarıyor. Rothkopf, 1970-2008 arasında ABDde CEO gelirlerinin en az 10 kat arttığına dikkat çekiyor. Bu nedenle, yüzde 99 yüzde 1e karşısloganıyla ayaklananlar haksız mı? Böyle adaletsiz ve üstelik dünyayı bir uygarlık krizine taşıyan bu ekonomik modeli terk etmek gerekmez mi? 

Milt Kobayashi


 









Artık Başladı

Meydan işgallerine bakarken, sağda Fukuyamanın, solda Tarık Alinin neredeyse aynı saptamalarda buluştuğuna dikkat çekmiştim: Şirin çocuklar, gençlerin yeniden siyasete katılması harika... Ama ortada bütünsel bir program, geniş kitle desteği ve örgüt yok... Olanlar büyük ölçüde simgesel (The Guardian, 15/11). Bu saptamalar andaki gerçekliği yansıtıyor olabilir. Ama Fukuyama bir yana, Tarık Ali gibi eski tüfeklerin”, “komünist partilerinde bu hareketi örgütleyecek, kitleselleştirecek önerilerden, bütünsel programdanyoksun olması da aynı gerçekliğin parçası. Meydan işgallerinin oluşturduğu hareketyaratıcı olmayı, “geleneği yenilemeyi gerektiriyor! Bu yeni hareket yaratıcı olmayı gerektiriyor, çünkü gelenek”, kimi unsurlarını içinde barındırsa da yeni bir durumla karşı karşıya; bu nedenle hazır, siyasi talepleri, pratik örgütsel cevapları yok. Öyleysegeleneğinayakta kalabilmesi yolunda devam edebilmesi için bu cevapların bulunarak yenilenmesigerekiyor. İyi de bu durumun geleneğin önüne getirdiği sorular neler? Soruları aramaya, bu yeni durumun kaba bir zaman-mekânharitasını çıkarmayı deneyerek başlayabiliriz sanırım.
İlk geniş çaplı, şiddetli öğrenci olayları 2010 yılının mayıs ve kasım aylarında İngilterede patlak verdiyse de bunların yenidurumunoluşturduğu kümeye ait olduğunu o zaman söylemek olanaklı değildi. Bu yeni durum 17 Aralık günü Tunusta patlak veren kitle eylemleriyle başladı. Cezayir, Mısır (Tahrir), Bahreyn, ABDde Wisconsin işçi protestoları ilk kez, Burası Tahrir Meydanıdiyerek, alakasız gibi görünen iki olayarasında bağlantı kurdu. Bu bağlantı bize evrensel bir hareketle dolayısıyla yeni bir durumla karşı karşıya olduğumuzu düşündürdü. Sonra İspanyada Porto del Sol, Yunanistanda Sintagma, hiç beklenmedik bir biçimde Wall Street işgali geldi... Bunu İngilterede St. Paul Meydanı işgali izledi. Başka birçok kentte işgal olaylarıbaşladı. İngilterede Londranın Tottenham mahallesinde patlak veren isyan, yağma, başka mahalleleri ve kentleri de etkiledi.
İngiltere devletinin bu olaylara cevabı, kimi düşünceleri suç kategorisine almaya, 9 Kasımda, lise öğrencilerinin de katıldığı protesto yürüyüşünde plastik mermi kullanma tehdidine kadar varan bir polis şiddeti, kapalı devre TV kameralarını, en son yüz tanıma tekniklerini, Twitter, Facebook gibi ağları da kullanarak gerçekleştirilen 3000den fazla tutuklu, alabildiğince ağır cezalar oldu.
Tüm bu protesto ve işgal olaylarına katılanların sayısının 7 milyarlık dünya nüfusu içinde binde birlerle bile ifade edilemeyecek kadar küçük olmasına karşın, yarattıkları haber ve tartışma dalgasının dünya medyasını, web sayfalarını doldurduğunu görüyoruz. Filozoflar, siyaset bilimciler, ekonomistler, herkesbuyeni durumüzerinde düşünüyor, yazıyor. Bunlardan olaylara katılanların toplumsal profilinin, teknolojilerinin, davranış biçimlerinin, yaşadıkları toplumlardan bağımsız bir benzerlik taşıdığını öğreniyoruz. Hepsi birden tek evrenselbirküme(küme teorisi bağlamında) oluşturuyorlar. Toplamları bukümenin büyüklüğünü aşıyor.
Bu yeni durumunbileşenlerinin oluşturduğu kümeninzamanınabakınca, neden bu kadar önemli birdurumlakarşı karşıya kaldığımızı anlayabiliyoruz. Bu yeni durum”, ekonomik, siyasi (uluslararası hegemonya ve liberal demokrasi), ideolojik (serbest piyasa söylemi), psikolojik (hazlara odaklı tüketimin bireyinin finansal durumu) ve nihayet ekolojik (küresel ısınma ve gıda, su) krizlerinin çakıştığıyerdeortaya çıktı. Kapitalizmin krizden çıkmak için arzuladığı, daha fazla üretimin, daha fazla tüketimin tüm diğer krizlerin daha da ağırlaşmasını getirecek olması, genel bir uygarlık kriziyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Meydan işgalleri, işte bu krizlere karşı bir tepkiyi temsil ediyor, insanlık böyle devam edemez diyor. Bu noktada komünist geleneği”, “peki öyleyse ne yapmalı”, “nereden başlamalıve nasılsorularını sormaya zorluyor.
Cesaret, bu uygarlık krizinin ve ona neden olan kapitalizmin aşılabileceğine inanmaya devam etmekle ilgiliyse, sabırın da, düzenin, hareketi, yeniden kapitalizmin, demokrasinin dünyasını kabul etmeye çekecek uzlaşma önerilerine, jestlerinekulakları kapayarak telaşa kapılmadan, çalışmaya, bu sorulara geleneğiyenileyecek, insanlığın önünü açacak cevaplar bulmak için çabalamaya ait olduğunu düşünüyorum. Çünkü artık başladı...

Ergin Yıldızoğlu