31 Temmuz 2008 Perşembe

Agarta Gerçeği

Agarta ve Şambala, teozofik ve ezoterik kaynaklara göre, önceki "devre"nin sonlarına doğru Mu ve Atlantis'ten göç eden bilim-rahipleri tarafından kurulan, Himalayaların altında bulunduğu söylenen gizemli Yeraltı Krallıkları'dır. Önceleri beşeriyetle açık temas halinde olan bu organizasyonlar, bu "devre"nin koşullarından ötürü gizlenme gereği görmüş ve ikamet yeri olarak birbirine tünellerle bağlanan, dağlar içindeki yeraltı kentlerini tercih etmişlerdir. Agarta ve Şambala, yeryüzünde yaşayan tüm biyolojik yapıların, Ruhsal İdare Mekanizması'nın dünya planetindeki eli, ayağı, kolu vazifesini gören tesir odaklarıdır. Agarta ülkesi, şimdiye kadar yeryüzünden gelip geçmiş uygarlıkların tüm tekamül aşamalarının en ince ayrıntısına kadar kaydolup saklandığı, milyonlarca kitaptan oluşan kozmik kütüphanesiyle, aslında kozmik bir üniversitedir...
(Yazı Ali Cahit Cümbüş'ün Agarta ve Şambala kitabının arka kapağından alınmıştır.)

Üzülme

İçin temiz olmadıktan sonra
hacı hoca olmuşsun
kaç para
Hırka tespih post
seccade güzel
ama
Allah kanar mı bunlara
Dünya üç beş
bilgisizin elinde
Onlarca bilgi
güya kendilerinde
Üzülme
eşek eşeği beğenir
hâyırlar vardır
sana kötü demelerinde

ÖMER HAYYAM

Ergenekon Sadakası

Yatalım kalkalım, şu Ergenekon darbecilerini hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak medyada teşhir eden, yargılayan ve mahkum edenlere dua edelim. verilmiş sadakamız varmış beyler! 12 Eylülleri mumla arayacakmışız da haberimiz yokmuş. Türkiye Türkiye olalı böyle darber görmedi derim de başka bir şeycikler demem. Bir kere "darbe" dediğinin arkasında ABD olur. ABD'nin izini olmadan, parmağı olmadan darbe yapmak ikimin haddine? Ama bunlar yapacakmış meğer.
Ne kadar bağlantıları varsa birer birer açıklandı. Atatürk'ten Ahmet Necdet Sezer'e herkes bir şekilde Ergenekon'a bağlandı ama ABD bağlantısı yolunda en ufak bir ima bile yok. Demek ki bunlar ABD'ye rağmen darbe yapacak kadar güçlü bir örgütmüş, Allah razı olsun bunları teşhir edip kendilerini savunma fırsatı bile vermeden infaz edenlerden. Sonra; açıklandı da ben mi görmedim, var mı bu teröristlerin yerli yabancı büyük sermaye bağlantısı? Türkiye'de darbe olacak, arkasında sermaye olmayacak. Arkasında sermaye olmayan darbe ne demek! Bunlar arkalarına ABD'yi almadıkları gibi sermayeyi de almadan yapacaklarmış meğer mahut darbeyi. Şeytan kulağına kurşun...
O ne güçlü örgütmüş yarabbi! Benim aklım hâlâ almamakta ama sizinki elbette alır. Baksanıza silahlara ne müthiş; üç el bombası, beş pompalı tüfek, sekiz de bıçak. Her babayiğidin harcı mıdır? Değildir! Askeri birlik yok, zırhlı birlik yok, arkada ABD yok, darbe finansörünün kendi cenazesini kaldıracak parası yok ama ortada yapılacak bir darbe var.
Hani diyorum, asker olmadan on bin kişiye kırmızı kalpak, on bin kişiye kırmızı bere giydirerek mi yapacaklardı acaba darbeyi renkli devrim misali? Bunların George Soros bağlantısı da açıklanmadı ki birader! Allah, bunları derdest edip yargıç karşısına çıkarmadan posalarını çıkaranlardan ölüme gönderernlerden razı olsun. Böyle medya her memlekete lazım, çok şükür ki bizde var.
Yazan: Kemal Öncü
(Deniz Som'un Vaziyet köşesinden alınmıştır.)

Can Dündar Zekeriya Öz'e Soruyor

6 ay önce, ifademe başvurulmak üzere çağrıldığım İstanbul adliyesinde “Ergenekon Savcısı” Zekeriya Öz, Celal Kazdağlı ile birlikte yazdığımız “Ergenekon” (İmge, 1997) kitabını sormuştu:
“10 yıl önce örgütün adına, bağlantılarına ulaşmışsınız. Neden devam etmediniz?”
Başka bir şey ima etmek istiyordu.
Ben bir madenci cevabı verdim:
“İnebildiğimiz kadar derine indiğimizi düşünüyorduk.”
* * *
İddianame açıklandığına göre aynı soruyu ben sorabilirim:
“Savcı yeterince derine inebilmiş mi?”
Kıyaslayabilmek için bizim kitaptan birkaç hatırlatma yapacağım.
Neler yazmıştık?
Örgütün Avrupa’da, soğuk savaş döneminde, CIA desteğiyle, NATO bünyesinde kurulduğunu,
Esasen solun yükselişini önlemeyi amaçladığını, bunun için Nazi artığı faşistlerle mafyayı tetikçi olarak kullandığını,
Provokatif eylemlerle kaos yaratıp bir darbeyi kışkırttığını…
Kökeninin 12 Mart’a uzandığını, o dönem adının “Ergenekon” takıldığını, içinde subayların, emniyetçilerin, profesörlerin, gazetecilerin, işadamlarının yeraldığını…
12 Eylül öncesi MİT ve Genelkurmay’a bağlı Özel Harp Dairesi içinde teşkilatlandığını…
Darbeye giden yolda, 16 Mart katliamından, faili meçhul kalan cinayetlere kadar pek çok kanlı eyleme imza attığını,
12 Eylül’den önce ASALA’ya, 12 Eylül’den sonra PKK’ya karşı kimi eylemlerde istihdam edildiğini,
Dönemin Başbakan’ının verdiği işaretle (Veli Küçük’ün görev bölgesinde) 20’ye yakın Kürt işadamının öldürülmesi işini üstlendiğini,
Maaşının, hileli yollardan verilen ihalelerle ödendiğini,
Zamanla amacını aşıp “özelleştiğini”, dönemin Başbakanı tarafından oluşturulan “Özel Büro” içindeki “mafya liderleri, aşiret reisleri, üst düzey polisler” aracılığıyla terörle mücadele adı altında siyasi iktidarı kontrol altında tutmaya soyunduğunu…
Uğur Mumcu’nun terör örgütleriyle devletin bağlantılarını çözmeye çalışırken ve “Apo’nun kontrgerillacılarla işbirliği yaptığı” kuşkularından hemen sonra öldürüldüğünü…
Özal suikastını soruşturan savcının, suikastçının “Dazkırı’daki kontrgerilla teşkilatına mensup” olduğunu saptadığını ama “MİT’le ilgili adamlar”ca uyarılıp tahkikatı bıraktığını…
Örgütün Susurluk kazasıyla deşifre olduğunu, Avrupa’da “Gladio” açığa çıktıktan sonra sıranın Türkiye’ye geldiğini…
Tanıkları ve belgeleri konuşturarak yazmıştık.
* * *
Kitap ortada…
Ne eksikti kitapta?
“Çetenin sol kolu…”
Ondan da sonraki yazılarımızda bahsetmiştik.
Sabancı suikastının faili Duyar öldürüldüğünde “Bunu devlet örgütlenmesi içinde bir kol yaptırdı. Bir hesaplaşma vardı, bize çözdürdüler” diyen sese kulak vermiş, Duyar konuşmadan hemen önce Karagümrük çetesini Afyon cezaevine sevk ettiren bürokratı sorgulamış ve demiştik ki:
“Duyar konuşsa hep sağ eliyle vurduğunu sandığımız çetenin sol elini de görecektik.” (20.2.1999)
* * *
10 yıllık bu bilgileri, bugünkü iddianameyle kıyaslayınca ne görüyoruz:
Yukarıdaki iddiaların birçoğunu doğrulayan veriler…
Fark nerede?
Savcı, bu devasa örgüt için “sarı saçlı, göçmen tipli, sert mizaçlı, vs” diye bir lider eşkali veriyor. Adını bilemiyor.
Ama “Örgütün MİT ve TSK ile bağlantısı olmadığını” söylüyor.
Böylece –bence- bütün bir maziyi sıfırlıyor; örgütü, 12 Eylül öncesi doğduğu yerlerden, “beyni”nden değil, “sinir uçları”ndan tutuyor.
İddialarını, örgütün tarihsel, kurumsal, küresel kökenlerine değil, gündelik olaylara, telefon geyiklerine, güvenilirliği tartışmalı tanık ve belgelere dayandırıyor. Arkaplanı olmayan, muğlak, eksik bir tablo çiziyor.
Daha da önemlisi –ve asıl sakıncalısı- dava, topyekün bir arınmanın değil, gündelik, yüzeysel bir siyasi hesaplaşmanın izlerini taşıyor.
O yüzden de çok ihtiyaç duyacağı kamuoyu desteğinden mahrum başlıyor.
* * *
Bütün çekincelerime rağmen, sadece Türkiye’nin ufkunu değil, bizim de gençliğimizi karartan örgütün adını taşıyan bu davayı çok önemsediğimi, iddianameyi eksik bulsam da heyecanla okuduğumu söylemeliyim.
Peki “derin devlet”, iddianamedeki örgüt mü?
Emin değilim.
Giderek, asıl bu temizliği yapanın derin devlet olduğuna ikna oluyorum.
Savcıyı görsem sormak isterim:
“Örgütün adına, bağlantılarına ulaşmışsınız. Neden derine inmediniz?”

30 Temmuz 2008 Çarşamba

Bireyin Özgürlüğü

14 Nisan 1912 günü New York Proctor’s Theatre’da gerçekleşen bir tartışmada Amerikalı sosyalist lider Daniel de Leon’un New York başsavcısı Thomas F. Carmody’ye söylediği şu cümle ne anlama gelmektedir: “Biz, kapitalizmi bireyselliği yıkmakla suçluyoruz!”
De Leon’un suçlaması kaynağını Aydınlanmacılığın en önemli düşünürlerinden olan Jean Jacques Rousseau’dan almaktadır. Rousseau, “Toplum Sözleşmesi”nde eşitliği özgürlüğün yanına koyar ve “Özgürlük onsuz var olamaz!” der.
Rousseau’ya göre büyük ekonomik eşitsizlikler özgürlükle bağdaşmaz. Eşitsizlik ekonomik bağımlılığa yol açar ve toplumda var olduğu sürece insan yaşayabilmek için kendisini başkalarına satmak zorunda kalır. Varsıl yoksulu kendi çıkarı doğrultusunda sömürür, özgürlük yoksul için artık söz konusu değildir. Özetle insanın bağımlılığına, sömürüsüne dayanan ve onun özgürlüğünü yok eden eşitsizlikçi toplum, içinde güçlü, uzlaşmaz çelişkiler barındırır.
Kapitalizmin mülksüzü dışlayan, özgürlüğünü elinden alan, onu bir sömürü nesnesi olarak gören niteliği 200 yıl önce ne idiyse bugün de odur, hiç değişmemiştir. Siyasal liberalizm, salt burjuvazinin sömürdüğü sınıflar üzerindeki egemenliğinin/sömürü özgürlüğünün sınırlarını genişletmek amacıyla ortaya çıkmış bir ideolojidir.
(Deniz Kavukçuoğlu’nun Pano köşesinden alınmıştır.)

28 Temmuz 2008 Pazartesi

FossurGama Haberler

Otobüsü Özel İşleri İçin Kullandı
Belediye otobüsünü özel işleri için kullanan on yıllık İETT şöförü A. Kılınç açığa alındı. Her sabah otobüsü Gevder mahallesine sokup anneannesi Hamine hanım ve birkaç arkadaşının kulunçlarını ezdiği tespit edilen A. K., haksızlığa uğradığını, daha sonra arabayı hızlı kullanıp duraklara tam vaktinde yetiştiğini belirtti.
FGH – İstanbul

Aç Aç Vakası
Ankara Ayrancılar’da Sevindik İlkokulu’na aç aç getiren öğretmen K. Saklık tutuklandı. Böyle organizasyonların öğrencilere motivasyon sağladığını ve notlarını yükselttiğini iddia eden hocalarına destek veren ilkokullu çocuklar, öğretmenleri polis amcalar tarafından götürülürken ağladılar ve akabinde çıplak oturma eylemi yaparak velilerini ve hükümeti protesto ettiler. Okul müdürü de çıplak oturma eylemine katılınca, gazeteciler müstehcen görüntü nedeniyle çekim yapamadı. Sinirlenen medya mensupları, itirazlarını yanlış anlayıp çıplak çıplak kendilerine girişen ve bazılarını altına alıp şaapıyormuş gibi fotoğraf çektiren müdür Ş. Örnek’ten şikayetçi oldular.
FGH – Ankara

Kısmet İşte
Ümraniye’de Kısmet Milli Piyango Bayisi ilginç bir yeniliğe imza atarak müşteri sayısını üçe katladı. Akil hoca tarafından okunmuş üflenmiş olarak müşteriye sunulan biletler kapış kapış gidiyor. Bu promosyonun ay sonuna kadar süreceğini söyleyen bayi yetkilileri bir sonraki ay da her biletin yanında dört yapraklı bir yonca verileceğini belirttiler.
FGH - İstanbul

Heykel Sergisine Baskın
AvvanGarden’da, Cabbar Halis özel koleksiyonu olarak sergilenen Yeraltı Muşmulası konseptli heykel sergisine bir ihbar üzerine baskın düzenleyen polis şaşırtıcı bir manzarayla karşılaştı. Heykeltraşın protestolarına ve darb teşebbüsleri de içeren engelleme girişimlerine rağmen bazı heykelleri balyozla kırmayı başaran emniyet gücü mensupları içeriden canlı insanlar çıkınca hayretler içinde kaldılar. Cabbar Halis’le birlikte karakola götürülen heykel mahkumları oraya kendi istekleriyle girdiklerini, Cabbar beyin kendilerine açılan deliklerden su ve yiyecek verdiğini, böylesine yüce bir sanat için her türlü eziyete katlanacaklarını belirtince olay tatlıya bağlandı.
FGH - İstanbul

Depresyon Kitabı Toplatıldı
Depresyonla ilgili çözümler içeren “Siz ve Bin Yemişin Suyu” adlı kitabın sonunda, kapağın içinde özel bir mahfazaya yerleştirilmiş küçük silahlar bulununca eser piyasadan toplatıldı ve yayınevi hakkında, insanları intihara teşvik etmek suçundan tahkikat başlatıldı. Yazar B. Sur, “İnsanlar bu kitabı okuyup hâlâ sorunlarına bir çare bulamamışsa ölsünler daha iyi,” diyerek tüm ülkede yeni bir tartışmaya ön ayak oldu. Psikiyatrlar Birliği Başkanı Hamdi Ab ise bu isteme yanıt olarak, “Biz olaya başka bir açıdan bakıyoruz, kitap berbat, bu halde merak etmek de hakkımız, acaba yayınevi kendisine para öderken zarfa silah da koydu mu, çünkü kesinlikle kullanmalı. Belki kendisi depresyonda değil ama kötü bir yazar,” dedi. Yazar B. Sur ise sabaha karşı evinde ölü bulundu. Hamdi Ab bu gelişmeler üzerine tutuklanıp, intihara teşvik edici konuşma yapma suçuyla mahkemeye sevkedildi.
FGH - Ankara

Hazine Nerede?
Ellerindeki haritanın azizliğine uğrayıp şehir hatları vapurunun alt kısmında altın aramaya kalkan iki kafadar bir faciaya yol açtı. On kişi kayıp, hazine avcıları da dahil yedi kişi ölü ve sinir krizi geçiren elli yedi bin duyarlı kişi mevcut. Belediye ekiplerinin elli balık adam ve yetmiş levrek kullanarak gerçekleştirdiği özel operasyon sonucunda enkaz dışarı çıkarıldı ve vapuru batırıp kendileri de telef olan ikilinin elindeki harita da ele geçirildi. Hazinenin yerinin resmen vapur resmiyle temsil edildiği görülünce ise enkaz bir gün içinde yok oldu. Ertesi gün İngiltere’de British Museum’da sergilenmeye başlayan vapurla ilgili bilgilerin Ergenekon dinlemelerine takılıp Avrupalı makamlara aktarıldığı düşünülüyor.
FGH - İstanbul

FossurGama Sunar: Öfke Kontrolü

Öfke kontrol kursunda bir sürü herif, sinirli sinirli, söylene mırıldana yün örüyorlar. Birden aralarında bir tip “Sikerim laan,” diye yerinden fırlayıp yünleri söküyor, bazı yerlerini ısırırıyor, köpükler çıkıyor ağzından. Elindeki şişleri de yere vura vura parçalıyor. Delirmemek için kendilerini tutup akıllarından matematik problemi çözüyor diğer öğrenciler. Öfkeli bey sakinleşene kadar bekliyor öğretmen ve sonra sakin bir şekilde konuşuyor. “Gördünüz mü, kendinize zarar verdiniz yine Osman bey. Şimdi bir daha öreceksiniz aynı şeyi…” Pişmanlıkla birlikte duygu seli çullanıyor üstüne hemen Osman beyin. Ağlamaya başlıyor hüngür hüngür ve anca yeni şişler eline verilince yatışıyor…
Öğrencilerin anneleri karıları başlarını sallayıp alkışlıyor dışarıda...

FossurGama Sunar: Hamama Giren Ne Yapar?

Elindeki tası kurnaya atıp ayağa kalkıyor birden Selami. “Allaaah!” deyip koşmaya başlıyor sonra. Onunla birlikte ayağa kalkıp, aynen onun gibi bağıran on kişi daha, bazıları özel odalardan fırlayarak paldır küldür dışarı atıyorlar kendilerini. Bir on metre kadar daha, suratlarında garip bir heyecan, elleri kafalarında yürüyüp duruyorlar. Ve onları çırılçıplak gören kadınlar bağırmaya, dükkanlardan fırlayan adamlar “Püü Allah belanızı versin,” şeklinde laf atmaya başlayınca sanki bir rüyadan uyanmışçasına kafalarını sallıyorlar ama hâlâ beyinlerindeki karışıklık, gerçeklerin o sarsıcı, somut dünyasına dönmelerine izin vermiyor. “Ulan, unuttum lan bulduğum şeyi,” diyor at suratlı bir tip. “Birden bağırınca ibneler ben de unuttum, hay sikiyim,” diyor basık, kel kafalı bir başkası. Sonra yine aralarından genç, kırıtık birisi bağırıyor. “Yaa, çıplağız biz yaa.” İşte bu lafla dönüyorlar oyuna. Bilinç yerine gelince panik de üstlerine çullanıveriyor. “Hassiktir,” deyip koşturuyorlar hamama doğru ama bir başka şok da orada yakalıyor onları. Kapı kapanmış. Vuruyorlar, bağırıyorlar, “Açın, açsanıza lan, hişşt, alooo.” En sonunda geliyor cevap. “Siktirin gidin lan, sapık herifler, hadii, bak polisi de çağırdım…” Böylece çıplak da olsalar, eşyalarını bırakıp kaçıyorlar evlerine doğru. Nasıl olsa yarın gelip alırlar bir şekilde…

25 Temmuz 2008 Cuma

FossurGama Sunar: Açılın

Bir adam yere yuvarlanmış. Kasılıyor arada tüm vücudu ve kan yürümüş gözleri kapanıp kapanıp açılıyor. Çevresini sarmış bakıyor insanlar ve her kafadan ayrı bir ses çıkıyor. O sırada “Açılın,” diye meraklıları ittirerek ilerliyor bir adam. “Açılın çabuk, ben yazarım,” diyor öne geçerken ve hastanın durumunu gözlemleyip bir bir yazmaya girişiyor elindeki not defterine…

23 Temmuz 2008 Çarşamba

Geleceğe Dönüş - I & II

Ergin Yıldızoğlu'nun Zimbabwe örneği üzerinden kapitalizm ve sömürü dersine girmek için tıklayın.

22 Temmuz 2008 Salı

SGPK: Ses Getirecek Projeler Kulübü

Gamlı arkadaşımın projesiyle başlayalım: Kadıköyde koskoca bir kumdan kale yapıp, bitirdikten sonra belediye ekipleri tarafından yıktırmak istiyor kendisi. İlginç bir şey. Herkes çocuklarını da getirebilir ve bu yıkımı hayatları boyunca içlerinde taşımalarını sağlayabilir.
Ben de elimizde hazır bulunan bir iki iddialı projeyi sizlerle paylaşmak isterim: Birincisi insan kemiklerinden yapılmış bir hayvan barınağı. Hayvanların yaman bir çelişkinin içinde huzur bulacağından eminiz ve her türlü maddi desteğe açığız. Hümanistler de dahil…
İçinde bulunduğumuz döneme uygun bir dernek kurulumu da ses getirecek projelerimizden. Ergenekoncu Mazoşistler Derneği. Dinlenirken ve okunurken bu konuda fazla yorum yapmaya gerek yok zannımca.
Kadıköy limana dikilecek yirmi metre boyunda dev bir bereket tanrısı ise, Avrupa Parlamentosu’na yönelmiş fallusuyla ezberleri sarsacak cinsten bir şey. Fatih Sultan Mehmet büstünden daha iddialı olduğu kesin…
Bir mağarayı türbanlı kadın resimleriyle (avlanırlarken, kolkola dolaşırlarken, boş boş otururken) donatmak isteyen arkadaşım Garki’ye de sponsor bulmak için kolları sıvamış bulunmaktayız.
Sayko arkadaşımız güneşe dev bir güneş gözlüğü takmak için başvurdu ama korsan gözlükçülerle anlaştığı belirlenince konseyden onay alamadı.
Cinsel organlara takılacak akıllı ilişki çipleri ise Mr Sue imzalı. Kısa zamanda binlerce başvuru almamız bu projeye verdiğimiz destekte ne kadar zekice davrandığımızı gösteriyor. Dedektiflerden aldığımız tehdit mesajlarından bahsetmeye gerek bile yok.
Stadyumlara takılacak ve sahaya atılanbozuk paraları şafırt diye kendine çekip fairplay’i sağlayacak mıknatıs projemiz için A. Yıldırım ile anlaştığımızı ise bu sütunlarda tüm hayranlarımıza müjdelemenin sevincini yaşıyoruz.
SGPK’ya sizlerin katılımını da bekliyoruz. Buraya yorum olarak girdiğiniz her türlü proje bir lira olsun on milyar olsun destek bulacak, siz yaratıcıları, olmanız gereken yere, yani başarma hazzının o huzur dolu cennetine taşıyacaktır.

Projeler akmaya devam ediyor:
Askere gidecekler için hipnoz programı: Gençlerin hipnozla Karayip Adaları gibi asortik bir yerde tatile gittikleri zannettirilerek askerde hoşça vakit geçirmesi ve döndüklerinde mutlu mesut uyanmaları esasına dayanmaktadır. Aldu tarafından gönderilen bu fikir noteri alınmadığı öğrenildiği anda bünyemize geçirilmiş ve kendisine sadece iki kutu çikolata verilmiştir.

Evet, bir proje de Sandoz'dan: Sebil çeşmelerin bir benzerini sapık türk erkeğine uyarlıyor kendisi ve böylece tecavüz oranının yüzde yüz düşeceğini belirtiyor: Sebil Şişme Kadın. Yollara belli aralıklarla konulacak ve çeşme gibi önde değil, göt kısmı mermerin arkasında kalacak. İlginç bir proje, kültür bakanlığından ödenek çantada keklik gibi...

20 Temmuz 2008 Pazar

Ernest, Cervo ve Ben - Macera Devam Ediyor

“Ölülerin tekrardan bedene kavuşup aramızda dolaşabildiğini bilmezdim. Hemingway ve Cervantes bir gün karşıma çıkıp, o kahrolası ikna yeteneklerini kullanarak evimize yerleşene kadar... Ne o, para kazanamıyorlarmış; dillerini kaybettikleri, kendilerini burada türkçe konuşurken buldukları için ülkelerine dönmeleri anlamsızmış, durumları kötüymüş... Sanki bizim çok iyi. Neyse, Aslı’nın koyduğu bazı şartlar dahilinde de olsa bayağı bir zamandır beraber takılıyoruz ve bu deli herifleri biraz biraz sevmeye bile başladım galiba. Okuyacağınız yazılar, malum ikiliyle ve arada karşımıza çıkan diğer huzursuz ruhlarla şu beş para etmez günlük yaşamda başımıza gelenleri ve olan bitene yönelttikleri farklı tepkileri bir sosyolog gözüyle sizinle paylaşma arzumdan doğdular. Yapacak bir şey yok. Yazmasam delirecektim...”
Çağan Dikenelli

Macera tüm hızıyla devam ediyor.

Ulaşmak için tek yapmanız gereken aşağıdaki linke tıklamak.

Ernest Cervo ve Ben

16 Temmuz 2008 Çarşamba

1 Nisan Değil Bayram Değil...

İBDA-C'ciler, Hizbullahçılar, Askerler, Ulusalcılar, Solcular, Çeteciler, hepsi aynı amaca baş koymuş. Ha ha ha. Bu karışımdan Çin mutağı bile bir yemek çıkaramaz.
Çok merak ediyorum. Acaba kamera şakası mı yapılıyor Türk halkına?
Medyanın yüzde kırkını ele geçirdiler, yaparlar mı yaparlar.

11 Temmuz 2008 Cuma

Ergenekon Üzerinden Bir Ufuk Turu... Bütün Yollar BOP'a Çıkar

ABD, İngiltere, İsrail, AKP, BOP...
Abramowitz, Wolfowitz, Erdoğan, Gül, Babacan, Bush, Rice ve BOP...
PKK, DTP, Talabani, Barzani, Kürdistan, BOP...
Ergenekon, Erdoğan, Gül, Amerika, İsrail, İran, BOP...
Faks, mektup, rüya, fal, Ergenekon, BOP...
Gözaltı, baskı, karartma, servis, Amerika, BOP...
Gallipoli, senaryo, belge, Amerika, Ergenekon, BOP...
Rand, Erdoğan, Gül, "ılımlı islam", BOP...
Afganistan, Irak, Lübnan, Suriye, İRan, Türkiye, BOP...
Kıbrıs, Talat, Hristofyas, ABD, AB, İsrail, BOP...
Özelleştirme, piyasa, yeşil sermaye, cemaat, tarikat, şeriat, BOP...
Arap, kral, şeyh, petrol, yeşil, BOP...
AB, Federasyon, Kürdistan, Osmanlı, Sevr, BOP...
Amerika, üs, çekiç güç, nükleer silah, BOP...

EROL MANİSALI

9 Temmuz 2008 Çarşamba

Ezberibozuk – Facebook Sosyolojisine Giriş

Facebook’a girdim. Bir sürü arkadaş. Online olanlar dokuz kişi. İkisi uzaylı, dördü Türk asıllı azınlık Türk, ikisi sivil polis, sonuncusu monitörün üstünde oturmuş burnunu karıştıran bir avare. Bir mesaj geldi: “Facebook’ta koyunlarla dolu bir ahılda kendini kurt sanan bir koyun misali dolaşıyor herkes. Farkında mısın bunun?” “Tam öyle değil,” dedim. “Küçük bir bardakta, bir avuç suda Amerika’yı keşfetmeye çalışıyoruz. Ama o kıta çoktan battı.” Bakınıyordum bir yandan. Ama bir mesaj daha: “Çağan, senin arkadaşın oldu diye dövmüşler Erkan’ı, bir şeyler yap.” “Tamam,” dedim, “Arkadaşlıktan atıyorum onu.” Aha yeni gruplar açılmış. Karı Bulma Ayağına Facebook’a Girip İki Günde Entellektüel Olanlar. Üye oldum. Bir tane daha. Türkiye Altlarından Çekilirken İstikrar Bozulmasın Diye Susanlar. İlgimi çekmedi. Yemekle Ekmek Yemeyenler. İlginç! Hükümetten Sadaka Bekleyen Onurlu Mahalle İnsanları. Üye oldum hemen. Bu yıl kömürle çalışan ve tüm köyleri gezip halkın derdini dinleyen bir CHP’li robot yapmak gibi bir düşüncem var, yararlı olabilir. Dr. Sayko belirdi ekranda. “Çağan, iki kız grup açmış. Bedava fil satıyorlardı. Elli tane aldım ama şişti bilgisayar. Sana vereyim mi on tanesini.” “Ver.” Şu gruba da bak: Herkes Ecstacy Kullansın Zaman Hızlansın Diyen İşverenler. Tövbe tövbe. Erçin bir resim göndermiş. Bakayım: Laikler için yeni tşörtler çıkmış. Siyah kumaştan. Ergenekoncu yazıyor üstünde. Hemen altına kırmızıyla çarpı atılmış. Sudan ucuz. Bir liraya satılıyormuş Taksim’de. Bir davet gelmiş bu arada. Ona da bakalım. Siemens’te avangard bir performans gösterisi. Kokteyl. Duvarlardaki özel yuvalara kuluçkaya yatmış tavuklar koymuşlar. Altlarından yumurtalarını alıp onun yerine cep telefonları yerleştirmişler bi de. On gündür süren bekleyişin sonunda, ansızın hepsini arayacaklar herhalde. Cesur bir anlatım, teknolojiyle bütünleşen yıkıcı bir felsefe. Attending. Hulk öttürdü birden. “Ağbicim yalnızlık çekiyorsan yeni bir application var. Yazdığın her şeye olumlu yaklaşıp seni destekleyen, akıl veren bir yazılım. Kur istersen.” “O benim. Application bana yönlendiriyor çaresiz insanları.” “Tamam o zaman. Sana bir şey soracaktım...” Akıl verdim ve bir kez daha müthiş bir huzur hissiyle doldum. Düşündükleri Şeyleri İnatla Yapmayan Pasifistler çalındı gözüme. Duygulandım birden. Ölüm duygusu yüreğimi büzdü. Hemen bir şeyler yapmazsam sanki ölecekmişim gibi geldi. Yerli Dizileri Gelişmiş Ülkelere Gönderip Kültürel Yıkım Yaratma, grubuna üye oldum. Yetmedi. Bir de Gece Barda İçip Sapıtmak Marjinallik Sayılmaz’a attım imzamı. Inbox’ıma bir şey düştü o esnada. Boş bir mesaj. Ekrana limon sürünce anca okuyabildim: “Başörtüsü Takıp Cafelerde Boş Boş Oturmaya Ne Dersin?” Spam. Hemen sildim sinirle. Belediye gönderiyor olmalıydı. Bir davet gelmiş. “Darbeci Dediler Kız Vermediler. Halka açık delirme ve ağlayıp sinirleri boşaltma günü.” Attending. Gamlı zort diye çıktı bir yerlerden. “Ağbi, Facebook’ta bar açılmış. Ne dersin, gidip iki tek atalım mı?” “Nerde?” “Grupları geçince sağa dön, bina resmini göreceksin, onun alt katı.” “Tamam.” Grup Açıp Somut Dünyanın Sorumluluklarından Sıyrılanlar, grubuna üye olup, bara doğru mouse’umun tık tıklarıyla yürüyüp gittim yavaş yavaş...

Soğur Cehennem Bile

Ve ben derim ki;
Geçip gider zaman.
Geri alınmaz bazı şeyler.

Ömrüm, ömrüm
Ve yanan mum biter

Soğur cehennem bile.

Metin Altıok

8 Temmuz 2008 Salı

Ernest Cervo ve Ben

“Ölülerin tekrardan bedene kavuşup aramızda dolaşabildiğini bilmezdim. Hemingway ve Cervantes bir gün karşıma çıkıp, o kahrolası ikna yeteneklerini kullanarak evimize yerleşene kadar... Ne o, para kazanamıyorlarmış; dillerini kaybettikleri, kendilerini burada türkçe konuşurken buldukları için ülkelerine dönmeleri anlamsızmış, durumları kötüymüş... Sanki bizim çok iyi. Neyse, Aslı’nın koyduğu bazı şartlar dahilinde de olsa bayağı bir zamandır beraber takılıyoruz ve bu deli herifleri biraz biraz sevmeye bile başladım galiba. Okuyacağınız yazılar, malum ikiliyle ve arada karşımıza çıkan diğer huzursuz ruhlarla şu beş para etmez günlük yaşamda başımıza gelenleri ve olan bitene yönelttikleri farklı tepkileri bir sosyolog gözüyle sizinle paylaşma arzumdan doğdular. Yapacak bir şey yok. Yazmasam delirecektim...”
Çağan Dikenelli

Yeni bir dizi başlıyor. Ernest Cervo ve Ben. Sitcom dizi olarak kurgulanmış gerçek bir hikaye bu. Umarım keyif alırsınız.
Devamına ulaşmak için tek yapmanız gereken aşağıdaki linke tıklamak.
Ernest Cervo ve Ben

5 Temmuz 2008 Cumartesi

Ezberibozuk – Kuruçeşme Rahipleri

Efsanevi heavy-metal grubu Judas Priest Türkiye’ye geliyor. Şok haber spotuyla televizyonlarda verilmediği için görmemiş olabilirsiniz. İnsan düşünmeden edemiyor; iktidar bu ergenekon gözaltılarını bilerek mi bu günlere getirdi diye. Amaç belki de kapatma davasını değil metali gölgelemek. Halkımız da paranoyak bu arada. Gerçekten geliyor mu abi yaa, lafları ortalıkta başıboş inekler gibi azgınca dolandı bir süre. Ülkemizdeki en önemli sorunlardan biri bu işte. İnançsızlık. Biletler satışa çıkmış, hâlâ kafalarda acaba şeysileri. Cuma hutbesinde imam efendi bahsetse bir sorun kalmayacak. Bir de mikrofondan Breaking The Law parçası sokaklara verilse, mahalle baskısı da ortadan kalkacak. Kompleks de bir başka bela. Geliyor da bana mı geliyor gibisinden anlaşılmaz bir psikoloji. Bir başkası da nerede olacak bu konser, diye soruyor. Hımm, o sorunun cevabı biraz naneli, diyor diğeri. Kuruçeşme Arena’da. Ha ha ha! Öncesinde Kylie Minogue’un çıktığı yerde mi yani? Aaaaa! J. P’in menajeri sahneyi domuz kanıyla yıkaycaz, açıklamasını yapmadan kimse rahatlamayacak. Şimdi şöyle düşünmek lazım. Sonuçta metalse metal, orada medyadan ünlü simalarımız arzı endam etmekten geri durmayacaklar. Çünkü onlar hayranlarını şaşırtmak için varlar. Anlamak ya da kendini bilmek için değil. Yani oraya yakışsın yakışmasın bir Mahzun Kırmızıgül’ü üstünde deri kıyafetlerle; BKM organizatör olduğuna göre, bir Gülben Ergen’i, dudakları daha da büzük ve açık, artı her zaman müdahaleye hazır kuaförüyle, balemsi hareketlerle folkloru metroseksüel kılan Mustafa Erdoğan’ı, elinde not defteriyle şovuna glam bir hava katma peşinde görmemiz olası. Belki sahneye çağırırlar diye Arto bile gelebilir. O zaman nacizane önerim, hayranların biraz erken gidip ön taraflarda kalabalık yaratarak çaktırmadan bir ayı tuzağı kazması olacak. Tamam şöyleyken böyle de, sonuçta Judas da eski Judas değil. Onlar da akşam açıp bir Mehmet Ali Erbil seyretseler rahatlayacak, monopol falan oynadılar mı daha rahat uyuyacak yaştalar. Gelin olaya başka açılardan da bakalım öyleyse. Konser nasıl geçecek mesela. Rob Halford sahneye yine motorla çıkabilecek mi? Kullanacağı yolda İstanbul trafiğine takılacak mı? Sahnenin arka tarafı, motoru görüp orayı otopark zanneden araçlarla dolacak mı bir anda? Kılları ağarmış güruh kafa sallarken bir sakatlık yaşanmasın diye seyircilere boyunluk takılacak mı? Gidemeyenler facebook’ta teşhir edilip metal camiasından aforoz edilecek mi? Geçenlerde Kazancı’dan yukarıya çıkıyordum. Simitçiye birden sordum. “Hey, delikanlı, Judas Priest konserine gidecek misin?” “Yok abi, İsa peygambere ihanet etmiş bir adamın rahiplerinin konserinde ne işim var,” dedi. Halkımız bu konuda da duyarlı, belirtmek isterim. Hani film isimlerini kafalarına göre değiştiriyorlar ya. Belki afişe de Jesus Priest olarak yazarlar. Benimkisi sudan öneriler işte. Çoğu iş camiasında almış yürümüş, hafif göbek, az çok liboşluk kazanmış eski metalcilerin pek de takmayacağı şeyler. Konser sonrası Reina’ya da uğrayalım sonra da işkembe içmeye gideriz diyenler yönetir, gerçekten aykırı olanlar yüz on milyonu toparlayamadığı için evinde Acun’un herbirinin başına bir geveze dikilmiş sihirli kutularını seyreder protesto olsun diye. Breaking The Law! Ülkemizde yargının canına okunurken anlamsız kalan bir sürü parça kulaklara dolarken balıkçılar inadına kökleyecekler radyolarındaki TRT FM’i. Ama bilmeyecekler ki Rob Halford Müzeyyen Senar’ın oğludur aslında. İşte bu da benden size şok bir haber. Şimdi on dakika da haber koyarım, elli yazı sonra da Halford’un Senar’ın üvey oğluna profilden, üstelik bir de burnunu çektiği zaman epey benzediği ortaya çıkar. İstediğiniz bu mu? Ha! Bu mu? Ha haa. Nostradamus bu rezaleti önceden bilebildi mi peki? Kendi adı kullanılarak bu kadar vasat bir albüm yapıldığını tahmin etse konser öncesi Kuruçeşme Arena’da açılmak üzere bir mektup bırakır mıydı ya da? Neyse ne. O zaman şarbon bilinmediğine göre sorun yok. Son söz de şu olsun. Bu ülkede parası olmayan metalci dahi olamaz. Hadi gidip Defenders Of Faith eşliğinde bir büyük içelim de unutmaya çalışalım yetmişlerin seksenlerin o muhteşem coşkusunun organizatörlere, medyaya, içi geçmiş düşünmezyaşarlara meze oluşunu...

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Yemin Billah Serisi: Kapıcıya Bak

Bir arkadaşım Ulus’ta, tepeden denize bakan, oldukça şık bir evde oturuyor. Bir gün evden çıkıyor ama işe vardığında toplantı için çok önemli bir dosyayı unuttuğunu farkedip dönmesi gerekiyor. Evle iş arası beş dakika olduğu için sorun yok. Arabayı park bile etmeyip kapıda bırakarak doğruca yukarı çıkıyor. Kapıyı bir açıyor, içeride spot ışıklar, kameralar, set işçileri her yanı kaplamış. Ağzı bir karış açık, manzaralı salona doğru yollanıyor ki ne görsün: Orada, kendi salonunda porno çekiyor adamlar. Hemen polisi arıyor tabi. Meğerse kapıcıları ayarlamış bu işi. İyi de bir rol kapmış köftehor. Öyle, çırılçıplak alıp götürüyor polisler, ağlaşmasını falan takmayıp…

Sivas Katliamı

Daha ne kadar yanacak bu ruhlar, daha ne kadar haykıracak acıyla, tek suçu aydınlıkla çevrelenmek olan insanlar?

1 Temmuz 2008 Salı

Milliyetçilik mi!

Bir önerim var: Ulusal varlıkların hepsini Türk Milli Takımı zimmetine geçirmek. Tekel de, ulusal güvenlik, verim falan bakılmadan pazarlanan onlarcası gibi British Tobacco'ya iki buçuk yıllık kârına peşkeş çekilmişken, güneydoğuda binlerce hektar alan Araplara pazarlanırken şu aşırı milliyetçi halkımız hâlâ susuyorsa başka yöntem görünmüyor. Milli Takım'a zarar gelirse iki kilo pirinç on çeki kömürün hesabını yapmaktan vazgeçip seslerini çıkarabilirler...
AKP iktidarı döneminde dış borcumuz 150 milyar dolardan 500 milyar dolara çıkarken 200 milyar dolarlık da satış yapıldığı düşünülürse, borç net olarak 700 milyar dolar sayılmalı ve sorulmalı: Cumhuriyetin kazanımlarını faize yediren, başka hiçbir gelir kaynağı yaratamayan bir hükümet Cumhuriyet'i nasıl travma olarak görebilir?

Faş Faş Faş

Ergenekon diye; bir yıldır iddianamesini oluşturamadığın bir şey icat et, sonra kendine muhalefet eden her türlü saygın kişiliği bu ne olduğu belirsiz şeye hizmet suçuyla içeri at. Oh, ne ala. Özgürlük, demokrasi diye dolanan Avrupa beylerine, taşeron liboşlara; faşizmin üstünde eşelenip öttükleri duyurulur...