17 Nisan 2008 Perşembe

FossurGama Sunar: Fil

Hapı midesine göndermiş, kendini partinin yoğun gürültüsünden koparıp dışarı atmıştı Hakan. Balkonda trabzana tutunup sallanarak manzaraya baktı. Renkler sanki delirmiş balerinler gibi dansediyordu önünde. Kusacak gibi oldu ama ustaca bir yutkunmayla toparladı durumu. Yemeği de içkiyi de fazla kaçırmıştı. Dikkati bir kuşa yoğunlaştı birden. Pembe bir karga. Kuyruğuna çıplak bir kadın tutunmuş çığlık-kahkaha karışımı sesler çıkararak uçuyordu. Sonra kocaman bir gölge düştü üstüne. Kaldırdı kafasını ve kıvrıldı dudakları. İçine bir neşe yürüdü. Bir fil, kulakları hızdan neredeyse görünmez, havada asılı kalmıştı ve upuzun hortumuyla kıçını kaşıyordu. Bir kahkaha patlattı Hakan. İçeri koşup limona batırılmış havuç parçalarından kaparak yine balkonda aldı soluğu. Oradaydı fil hala.
“Gel!” İleriye uzanmıştı eli. “Gel oğlum.”
Ve birden, hevesten gözleri fıldır fıldır, hızla balkona atladı fil.
Beton çöktü o an. Parçalar kırılıp saçıldı her yana. Çöküp giderlerken boşu boşuna tutunmaya çalıştı Hakan bir yerlere. Haykırışı yankılandı boşlukta.
On saniye içinde herkes pencerelere ve çoğu gitmiş azı kalmış balkon betonunun kıyısına akmış; gözleri faltaşı gibi dört kat aşağıda yatan, her yanı kırılmış Hakan’a bakmışlardı. Bir de file tabi. O kadar büyüktü ki, gözden kaçırmak imkansızdı zaten.

Beni Etkileyen Albümlerden Küçük Bir Bukle

The The - Dusk
Pink Floyd - Animals
Pink Floyd - Wish You Were Here
Pink Floyd - The Wall
Yes - Relayer
Yes - Fragile
Kate Bush - Hounds Of Love
Tom Waits - Rain Dogs
Tom Waits - Bone Machine
Led Zeppelin - 4
King Crimson - Red
Sonic Youth - Dirty
Queensryche - Rage For Order
Bark Market - Gimmick
Queen - A Night At The Opera
JethroTull - Benefit
Kings Of Leon - Because Of The Times
Prokofiev - Concertos For Violin
Judas Priest - Defender Of Faith
Emerson Lake & Palmer - Trilogy
Bob Dylan – Desire
Rush – Moving Pictures – Permanent Waves
Franz Ferdinand – You Could Have It So Much Better
Manu Chao – Clandestino
Noir Desir – One Trip One Noise
Madness
Shellac – At Action Park
Deep Purple – Firewall – Deep Purple
Morrissey – You Are The Quarry
Beck – Mellow Gold – Odelay
Beatles – White Album
Genesis – The Lamb Lies Down On Broadway
Roger Waters – The Pros & Cons Of Hitch Hiking – Radio Kaos – Amused To Death
P.J. Harvey – Is This Desire
Uriah Heep – Demons & Wizards
Bad Company
Pixies – Bossanova – Trompe Le Monde
Jimmy Hendrix
The Who – Quadrophenia
Black Sabbath – Masters Of Reality – Sabbath Bloody Sabbath
Slayer – God Hates Us All
Blues – Lightning Hopkins – Reverand Gary Davis – Memphis Slim – Howling Wolf – Muddy Waters – John Lee Hooker

Meşale Soytarılığı

Olimpiyat Oyunları meşalesinin geçtiği yerlerde yapılan protestolar nasıl da ikiyüzlü bir zihniyeti barındırıyor içinde. Kendi ülkeleri; demokrasi tellallığıyla sömürücü bir savaşa soyunan, bir milyon yedi yüz bin kişinin ölümüne neden olan, Ortadoğu’yu karıştırıp mezheplere bölen o büyük hegemonya ABD’nin yanında yer alırken susan o bilinçsiz, ikiyüzlü, şarlatan kalabalık şimdi bas bas bağırıyor. Tibet’e Özgürlük!. Ve Kosova’yla başlayan süreçte, o büyük projistin böl yönet anlayışıyla en ufak etnik ögeyi bile özgürlük safsatasıyla kışkırtmasına alet olarak, küresel sömürüye köle olmayı beceriyorlar.
Amerika latin Amerika'nın ve daha nerelerin canına okurken Los Angeles Olimpiyat Oyunları'nı niye protesto etmediniz diye sormazlar mı adama.

10 Nisan 2008 Perşembe

FossurGama Sunar: Dünya Görmedi Böyle Bir Şey

Fatih’te bir düğün salonu. İrili ufaklı, genciyle, bebesiyle, yaşlısıyla bir sürü tip yerlerde. Sandalyeler devrilmiş. Gülenler, kahkaha atanlar, yüzünü çizip üstünü başını yırtanlar, kusanlar… Ve aralarında dolaşıp durmadan dua okuyan beş kadar imam. Salonun girişinde kocaman, bez afiş her şeyi açıklıyor:
“Toplu Şeytan Çıkarma Etkinliği – Fatih Belediyesi”
Bir sürü de sponsor altta. Ve gırla gidiyor gönderilen çelenkler...

Yemin Billah Serisi: Otobüs ve Pipet

Bir arkadaşım bir arkadaşından dinlemiş, o da başka bir arkadaşından duymuş. O en son arkadaşın bir arkadaşı tıpta okuyormuş. Beraber akşam yolculuğunda, otobüste önde tek başına oturan, bir süre sonra da sızıp hafif hafif horlamaya başlayan herife lokal anestezi yapmış ve kafatasında açtığı delikten içeriye bir pipet sokmuş. Böylece adamın beynini şurulup murulup içmişler. Yemin billah yaşanmış bu olay.

9 Nisan 2008 Çarşamba

FossurGama Sunar: Yaşlının Fendi

Seksen üç yaşındaki emekli albay Selami Burt, araladığı perdenin arkasında birden dikeliyor. İşte! “Gelin bakalım piç kuruları, gelin,” diyerek iki büklüm ama Allahı var, bir hayli hızlı içeriye yollanıyor. Kapının yanında bir kol. İndirip kıs kıs gülerek yine geri dönüyor. Balkona çıkıp beline kadar sarkıyor ve keyifli bir kahkaha atıyor.
Orada zile parmağını basmış sarışın bir çocuk elektrik akımına kapılmış, beline yapışmış arkadaşıyla birlikte iğrenç bir şekilde titriyor ve duymuyorlar yukarıda titrek, kırçıllı sesten dökülen lafları: “Beğendiniz mi bunu, ha, beğendiniz mi? Sizi gidi piçler siziii…”

FossurGama Sunar: Çocuğun Fendi

Şangıır! diye bir ses. Bir küfür. Aşağıdan gelen salakça şakalar.
“Oğlum takozsun lan sen, marangoza götürmek lazım seni!”
“Hamit, çıkıp alırsan topu elma şekeri alıcam bak, naz yapma be. Selami amca anlayışlı adamdır.”
“Selami amcanın dübürüne... İki top buluşmuş almayalım, aşk yaşasınlar.”
“He he heeee!”
“He hee!”
Öfkeli bir soluma. Kesik kesik. Kırık camın orada ansızın beliren beyaz bir kafa. Seksen üç yaşında, emekli albay Selami Burt, başını bir türlü dik tutamasa ve sesi boğuk boğuk da çıksa bağırıyor elindeki topu sallayarak. “Orospu çocukları! Piçler. Edepsiz arsız herifler! Kesicem topunuzu. İşte o kadar! Kesicem!”
Bağırıyor esmer, ufacık vücudunda kafası kocaman kalan Aydın: “Kesmezsen ayıp. İbneliğine yakışmaz.”
Engin de katılıyor ona. “Kestikten sonra bi de götüne sok!”
Köpürüyor Selami Burt. Mutfağa gidip dönmesi on saniyeyi bulmuyor. Elinde kocaman bir bıçak var. Seri katillerde bile bulunmayan bir şey. Onca küfürün arasında anlaşılır bir laf da çıkyor: “Alın bakalım. Piç oğlu piçler! Daha da neler ya…”
Bıçak topa girer girmez fısss! diye bir ses fırlıyor havaya. Su buharı gibi bir şey. Fışkırıp Selami Burt’un yüzüne çarpıyor ve o, “Aaaah, anam!” diyerek geriye kaykılıp, yüzünü ellerinin arasına alıyor.
“Aaaaaah!”
Tekrar açtığında asitten erimiş, tene yürümüş kanla kıpkırmızı bir surat duruyor balkonda. Ağzını iyice açmış, düşecek gibi olup geriye sallanarak yuvarlanıyor Selami Burt.
Ve gülüyor aşağıda çocuklar. Elleri kasıklarında yere düşmemeye çalışarak böğüre böğüre gülüyor, neşeyle birbirlerini ittiriyorlar.

FossurGama Sunar: Kaderin Cilvesi

Bir daha okudum, beğenmedim, sildim. Olabilir böyle şeyler.

Tarihin Sonundan Görüntüler – Ergin Yıldızoğlu

Araştırma karşımıza ilk elde, tüm mali piyasalardaki işlemlerin yüzde 95’ini denetleyen 14 büyük firma (aile) çıkarıyor. Bu 14 aileyi de içeren 50 büyük yapılanmanın toplam varlıkları 50 trilyon doları geçiyor. Açıyı biraz genişletirsek, dünya nüfusunun yüzde 10’u, toplam gelirin yüzde 85’ini elde ediyor. En büyük 2 bin şirket, 500 milyon insan çalıştırıyor, 100 trilyon varlığı kontrol ediyor. Bu “süper sınıfın” üyelerinden Blackstone grubunun CEO’su Stephen Scwarzman, dünyada hemen her sanyi dalında veya sektörde, 20-30 insanın gelişmeleri belirlediğini söylüyor. Ve ABD’de CEO gelirlerinin en az 10 kat arttığını…
Bu parazit “süper sınıfı”, Golfstream marka özel jetleriyle bir ülkeden öbürüne, vızır vızır uçardursun, dünyanın gündeminde, bir süredir savaşlar, mali çöküntü, açlık, hatta susuzluk tehlikesi, yeniden “ekmek ayaklanmaları” var.

Kafaya Serbest Atış

Denize düşen yılana sarılır, mahkemeye düşen de AB’ye. Yeni laf bu.
Avrupalı parlamenterler ayakta. Bizim liboşlarla, besleme basınla, taşeroncu zihniyetle elele vermişler yaygarayı koparıyorlar. Görünen o ki bu akrepler, bu küresel emperyalistler; tarımı, sanayiyi çökertip ulusal direnişi kırmadan, Kıbrıs’ta, Güneydoğuda istediklerini almadan, topraklarımızı, ulusal değerlerimizi yok pahasına ele geçirmeden, BOP kapsamında ılımlı islam gömleğini üzerimize örtmeden durmayacaklar. Yüzleri yok. Sizde şöyleydi böyleydi, parti de kapattınız, anayasanızda var, laiklik korunmadıkça ayrımcı zihniyet yok edilmedikçe, cumhuriyetin temellerinin oyulması durdurulmadıkça modern dünyada sağlıklı bir toplum olabilir mi, diyorsunuz onların dilinde tek şey: Demokrasi. Arkadaş bu demokrasi ne başa belaymış ya! Sömürünün, talanın, hortumun, dinci yapılaşmanın, tek tip medyanın, satın alınmış aşiret oylarının milli irade adı almasının, paralı kalemşörlüğün ve daha daha, her türlü musibetin arkasında demokrasi. Olmasın be o zaman.
Ulusalcılık artık aşırı sağ akımlardan sayılıp suç olacakmış. Atatürk bu dönemde yaşasaydı hapiste olacaktı demek. Ergenekondan bir punduna getirip gece dörtte içeri alırlardı... O halde liboşlar ikinci cumhuriyet laflarını falan bıraksın ikinci vahdettin desinler şunun adına.
Gizli kulakla ulusunu seven, sömürüye direnen aydınlar dinlenip konuşmaları youtube’a taşınıyor. İşte derin devlet bu. Ülkenin ayağa kalkması, tüm birimlerin hallaç pamuğu gibi atılması gerekirken tık yok. Avrupa, ABD bu tip durumlarda ve her gün onlarca gazeteye davalar açılırken, kanallar usulsüzce soruşturulup cendereye tıkılırken, memurlar yürüyüşe katılamazken, sosyal güvenlik açıkça tırpanlanırken susar. Sevr söz konusu oldu mu çeneleri açılıverir. Komik ama gerçek.
Tehdide de bakın. AKP kapatılırsa tam üyelik hayal olurmuş. Kardeşim zaten söylemediniz mi siz imtiyazlı ortaklıktan başkasını beklemememiz gerektiğini. Fransa, Yunanistan ve Almanya referanduma gideceğini, onu bile vermeyeceğini bas bas ilan ederken bir de alay ediyorlar.
Cevap verecek bir yetkili bekliyor insan. Yüzlerine ikiyüzlülüklerini vuracak. Ulusal onuruyla dimdik duracak bu küresel küstahlık altında. Ama onlar denizde, sarılacak yılan arıyor…
Bir tehdit de ülkesini yabancılara şikayet edenlerden: Aman ha, ekonomi bozulurmuş, siyasette çıkmaz yola girilirmiş. Ekonominin bozulması ne demek insan çok merak ediyor. Dünyanın en yüksek faizini verip uluslar arası şirketleri kalkındıran, kurulmuş tesisleri, fabrikaları iki yıllık karına satan, işsizliği yüzde yirminin üstüne çıkaran, beş yılda trilyoner sayısını on kat arttıran, borsasını, bankalarını, sigorta şirketlerini yabancıya kaptıran, cari açığı iki yüz altmış milyon dolara vuran, yatırım yapamayan, üretim yapamayan, ihracat yapmak için iki katı parayı ithalata kaptırmak zorunda olan bir sistemin çökmesiyse eyvallah demekten başka bir şey gelmez elimizden. Siyasette kaos da AKP’nin kadrolaşmasının bitmesi, din devleti yolundaki adımların durdurulması ve dışarıdan gelen eşgüdümlü isteklere üzgünüz denmesiyse ona da eyvallah. Demek ki tehdit olarak sunulan iki şey de hayırlı bir yola sokuyor ülkeyi…

8 Nisan 2008 Salı

FossurGama Sunar: Nereye Selçuk?

Bakkaldan içeri hızla giriyor Selçuk. “İyi günler. Bir Winston light versene!” diyor acelesi olduğunu belli eder bir tavırda ve o sırada, yani biraz geç, incelemeyi akıl ediyor içerideki yüzleri. Aslında üstüne çullanan his zorluyor kendisini.
“Buyur bilader,” diyen bakkalın üstünde garip bir küstahlık göze çarpıyor. Bıyıklarını buruşunda bir mana var sanki. Gözlerinin parıldayışında iğrenç bir şeyler. Rahatsız edici. Hemen yanında iskemleye oturmuş çiroz da gevşek bir ağızla kendisini süzüyor fütursuzca. Meraklı, bir şeyler bekleyen bir bakış onunki…
Sinirleniyor Selçuk. Yavşaklara bak be! Hızla sigarayı bankodan alıp parayı önüne atıyor bakkalın ve hiçbir şey demeden çıkıyor dışarıya. Her yeri magandaların kapladığını düşünerek öfke içinde yürüyor yokuştan yukarıya. O hırsla caddeye çıkması çok da sürmüyor. Fakat düşüncelerini tekrardan günlük yaşama yöneltmeyi başardığı anda başka bir sorun çullanıyor üstüne. Şimdi de kendisine bakıp kıkırdayan bazı insanlar görüyor. Haydaa! Merakla döndürüyor başını bir oraya bir buraya ve her saniye daha da kontrolden çıkıyor siniri. Resmen ona bakıp birbirlerini dürtüyor herifler. Orospu çocukları!
“Ne bakıyorsun lan!” diye bağırıyor bir tipe. Hedef aldığı, rahatça canına okuyacağını düşündüğü daha yitmemiş bir genç.
“Altına baksana salak!” diyor gencin yanındaki kız. “Gerizekalı!”
Ve onlar gülerek kaçarken Selçuk da pat diye durup aşağıya bakıyor ve beyninden vurulmuşa dönüyor. Pantolonu yok! Ceketi, kravatı, ayakkabıları, çorapları, donu üstünde ama pantalonu gitmiş. Nasıl olur?
Utançtan kıpkırmızı yüzüyle bir anda dönüp delice koşturuyor evine doğru. Alaylar gırla gidiyor arkasından.
“O bakkal yaptı,” diye bağırıyor, yokuştan aşağı yuvarlanırcasına inerken. “Şikayet edicem onu. Beni hipnotize etti. Görecek o. Bakalım içeri atılınca da öyle küstah küstah bakabilecek mi? Evet. O yaptı bunu. Şüphe yok. Görecek gününü. Evet!”