30 Aralık 2008 Salı

Kayıp Ülkenin Masalları – Yani Kendisi

Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde tehlikeli hastaların bulunduğu ikinci katta, psikiyatrist Numan Özgür, kaplama suntadan dandik masasının arkasından, yüzünde hep taşıdığı o aynı anlayışlı ifadeyle bakıyordu. Karşıdaki duvarın önünde bir iskemleye oturtulmuş, çılgın gözleriyle kendisini süzen Yiğit Şarkan’ın da gözlem altında olmaktan gocunmadığı açıkça belliydi. Rutin kontrolü o gün de rahatça geçirip ana binadaki kafede bir şeyler yemekten başka bir derdi yoktu Numan beyin o sırada. Hastaların küstah tavırlarına sıkıldığı yaşlar çok gerilerde kalmıştı.
“Evet nasılız bakalım?”
“Çok iyi, çok,” derken muzip bir gülüşle alttan alttan onu süzdü Yiğit Şarkan.
“Keyifliyiz ha. Ancak burada, dün Serdar adındaki hastaya saldırdığın yazıyor. Bu konuda konuşmak ister misin biraz?”
Kıkırdadı Yiğit Şarkan sanki kendini tutamıyormuş gibi. “Bir yanlışlık var. Görünüş olarak ben saldırdım ama aslında, o ben değildim.”
“İlginç,” dedi Numan Özgür parmağıyla çenesini kaşıyarak. Sonra da bir şey söylemedi. Sadece baktı bir şeyler anlamış gibi.
“Neyse,” dedi Yiğit Şarkan. “Zaten bunların önemi yok. Bir saat sonra dışarıda olucam.”
Masaya dirseğini dayayıp “Öyle mi,” dedi Numan Özgür. Sonra ekledi çok fazla beklemeyip. “Bak Yiğit, seni evine göndermeyi biz de çok isteriz, buna kuşku yok, ancak...”
“Bir yıldır çalışıyorum,” diyerek psikiyatristin sözünü böldü Yiğit Şarkan. “Çok önemli bir teknik geliştirdim.”
Yine iskemlesinin arkalığına yaslanıp baktı Numan Özgür. “Dinliyorum Yiğitçim,” dedi sonra.
“Artık ruh transferi yapabiliyorum,” dedi Yiğit Şarkan. “Dışarı da böyle çıkıcam zaten.”
“Hı hı,” diyerek önündeki deftere bir şeyler karaladı Numan Özgür ve tekrar hastaya baktı. “Dışarıda ne yapmayı düşünüyorsun peki?”
“Bunu sonra düşünücem,” dedi Yiğit Şarkan ve gözlerini koskocaman açarak, doktora dikti. “Şimdi izninizle kaçışa hazırlanmam lazım.”
Önce şöyle bir hastaya sonra saatine baktı Numan Özgür. “Neyse, bugünlük de bu kadar yeter. Korkarım ilacında doz arttırımına gitmemiz gerekecek...” Kafasını kaldırırken sesi de kısık kısık çıkmıştı sanki ve birden gördüğü şeyle tüyleri diken diken oldu. Yerinden bir çığlıkla kalkıp karşısındaki doktora bakarken neredeyse yere yığılıyordu. “Sen... sen,” diye sayıklayarak bir iki adım attı öne.
“Gördünüz mü doktor bey,” dedi karşıdaki doktor, yani kendisi. “Ben çıkıp gidicem şimdi, siz hasta olarak kalacaksınız burada.”
“Hayır hayır,” diye sayıklarken aynaya doğru yönlendi hasta. Bir yandan elleriyle vücudunu çekiştiriyor, bir an önce bu kabustan uyanmaya çalışıyordu. O aynanın karşısına geçip acı dolu bir çığlık patlatırken, doktor çoktan hemşireye seslenmiş, çantasını toplamaya başlamıştı bile.
Döndü hemen büyük bir öfkeyle. Koştururken bağırdı. “Çıkamayacaksın buradan. Bedenimi geri ver. Yoksa öldürürüm seni.” Üstüne atlayıp devirdi doktoru, yani kendisini. Boğazını sıkmaya başladı ama nazik nazik gülüyordu o, yani kendisi. Ve hemşireler gelip, iğneyi kalçasına saplayarak kendisini kendisinin üstünden alana kadar da gülmeye devam etti canı falan acımıyormuş gibi…

Hiç yorum yok: