2 Mart 2008 Pazar

Bir Yaşamsal Sabun Köpüğü Vakası: Sinan Çetin

Tüm yaşam sistemini Ayn Rand’ın objektivist, bireysel çıkarı ön planda tutan, kapitalist ruha uygun rasyonel bencilliği üzerine kuran Sinan Çetin neden önemsenmektedir ve neden söyledikleri ciddiye alınmaktadır?
Onun hiçbir zaman bir auteur yönetmen olamadığını biliyoruz. Yavuz Turgul tarafından yazılan Çiçek Abbas ve Ömer Uğur tarafından yazılan 14 Numara dışında dişe dokunur bir filmi olmadığını da, ki bunlar yönetmenlik bazında hiçbir yenilik getirmeyen, tamamen senaryonun gücüne dayanan yapımlardır. Sonuçta egosuna yenilip, kendi mutfağından (yönetmenlik, senaryo ve görüntü yönetimini üstlenerek) çıkarttığı yapımlarda nasıl da bir kurgusal-örgüsel açmaz içine girip debelendiğini ve pelikürün bataklığında çırpınırken kendisini yine küstah-ukala-vurdumduymaz açıklamalarla kurtarmaya çalıştığı da malumumuz.
Türk sinema tarihine vurduğu esas damga, Amerikan sinemasında binlerce kere denenmiş, sinemaya yabancı, medyatik bir ismi filme katarak reklam yapmak ve bu tür dandik haberlerden beslenen medyayı harekete geçirip, çok az sayıda üretimin yaşandığı ve rakibin pek bulunmadığı sinema sektöründe aç seyirciyi kapmaya yönelik stratejiyi kurmasıdır. Ki Mustafa Altıoklar gibi yeni dönem sinemacıları da bu reklamatif hakareti seyircilere yöneltmekten çekinmeyecek etik yoksunluğa sahip oldukları için aynı yönteme balıklama dalmışlar ve nitelikten çok sansasyonun egemen olduğu bir döneme de yine çokbilen Sinan bey tarafından geçilmiştir. (Son numarası da çektiği filmleri vizyona sokmak için beş altı yıl beklemesidir ki, bunun başka bir alanda örneği olmayıp sadece kendisine ait bir uygulamadır.)
Paraya ulaşma olanaklarını bir tilki gibi sezdiği ve bunun için en özel ilişkilerini bile ustaca kullandığı-kurduğu için kaliteli sanat arayışındaki (ve tabi ki fakir) insanları hor görmesi de aynı döneme denk gelmiştir. Anca liboş gazetecilerde görülebilen o büyük kaçışı gerçekleştirmesine ve kapasitesine daha uygun bir alanda yükselebilmesine imkan verecek şekilde, büyük sermaye-hükümet ideolojisinin resmi söylemini alaycılığının arka yapısına yerleştiren bu çıkarcı Ayn Rand müridinin; reklama atladığı ve neo liberalizmin yükselişinde ön saflarda yerini ayırttığı için kendisini diğer meslektaşlarından üstün görmesi, bir şizofrenik kırılma olarak ele alınmalıdır.
Genelde aynı ışık-atmosfer-görsel dilin kullanıldığı bu alan onun uygulamacı yeteneklerine daha uygun düşmüş ve tabii ki Uluslararası Şirketlere vergisiz gümrüksüz yüksek faizli açılan ülkemizde paraya boğulması kaçınılmaz olan Reklam sektöründen büyük meblağlar kazanması kaçınılmaz hale gelmiştir.
Bu noktada esas soru, genel anlamda yaratım düzeyinde; ne sinemada ne de reklamda özgün bir açılım gerçekleştiremeyen ve daha çok uygulayıcı (taşeron) olarak algılanması gereken bu tipik post kapitalist tiplemenin neden bu derece ciddiye alındığı ve yaşam olsun sanat olsun her fırsatta görüşlerine başvurulduğudur. Cabbar kişiliği sayesinde para kaynaklarına ulaşma imkanına kavuştuğu ve böylece Cihangir’in bir bölümünü ele geçirip, şehir dışında da çiftik kurduğu için insanların onu takdir etmesi ve söylediklerini dinlemesi gerektiği mi düşünülmektedir?
Ama çıkarı yaşam felsefesi haline getiren bencil bir adamın, her kelamında sadece kendi menfaatini ön plana alacağına göre, söylediklerinde objektif-nesnel-duygusal-içten olması nasıl beklenebilmektedir? Ve nasıl, sermayeyle el ele verip para kazandığı için hava basan ve sanatı, ideolojileri ve kaliteli yaşam projelerini her fırsatta küçümseyen bir insan, sanat üzerine konuşmak için bir programa çıkarıltılıp ciddiye alınabilmektedir? O sanatın hiçbir zaman yanında bile geçmedi ki!
Yirmi yıldır saç-sakal stilini bile değiştiremeyen bir klişe prototipin devamlı değişen-dönüşen bir paradigmaya sahip yaşam hakkında ahkam kesmesi normal midir?
Bir başka komedi de ne kendisi ne de çevresinde yetiştirdiği garabetler sinemaya hiçbir şey katamamış, dış platformda hiçbir zaman ciddiye alınmamış (bu, kapitalist sisteme inanç duyan bir yaratıcı için ne acı bir gerçektir yarabbim) düzeyi aşağıya çekmekten başka bir işe yaramamışken Plato adında bir okul açmalarıdır. Bunca okul varken yetişen elemanları kullanmamalarının, yerine kendi öğrencilerini yetiştirmelerinin tek nedeni bedava asistanlara kavuşmaktır herhalde. Tabi bu arada, olaya oraya katılan öğrenciler açısından bakıldığında da, sektörde geçerli olan, dalkavukluk, yalakalık, sisteme uyum gibi modern çağ öğretilerini içselleştirmek açısından daha iyi bir yer bulamayacakları da kesindir.
Sinan Çetin’in AKP’ye destek vermesi, özgürlükçü bulması şaşırtıcı bir şey değildir ve yoksulluk ayyuka çıkmışken, Türkiye Uluslararası sermayeye peşkeş çekilirken, milli onur ayaklar altına alınırken, halk sadaka kültürüyle aşağılanırken duyarlı olması gereken bir sinemacı susamayacağına, isyan edeceğine göre, onun sanatçı olmadığı kanıtlanmış olmaktadır.
Yeni çağ gurusu Sinan bey laf ebesi olduğu için bütün bu bakış açılarını da iki kelimeyle yanıtlayacak, AKP’ye verdiği desteği de, diğer çanakçı liberallerle girdiği kâr yarışından soyutlayıp savunmayı becerecektir, ancak bu kurnaz çabaların değiştirmeyeceği bir gerçek vardır (Tarih bu konuda yanılmaz): O şu ana kadar para kazanma ve medyatik olma dışında hiçbir başarıya imza atmamıştır. Bu da onu sosyetedeki herhangi bir zenginden başka bir yere koymamaktadır. Konuşacağı alanlar da bunlarla sınırlı olmalıdır.

Hiç yorum yok: