30 Temmuz 2007 Pazartesi

Çuvaldız da İğne de Ayıp da Size

Halkla bütünleşmedi diye, mağlup olmuş ama nedense ezilmemiş partilere yüklenen sanatçılar, gazeteciler, bilim adamları. Siz girdiniz mi bir kez bile varoşlara? Yolu, suyu, okulu olmayan köylere? Bir film yaptınız mı, bir proje ürettiniz mi, bir yazı yazdınız mı yıkık dökük insanlarımızla ilgili?

Ne konuşuyorsunuz lan o zaman!!!

NE ZAMAN

Binlerce yıldır geçmişte yaşıyoruz. Artık bir adım atıp insanlık denen şeyi aşmanın zamanı gelmedi mi?

Bu Şehirde Herkes Akrabam Olur - 2005




Bu kitap Epsilon Yayınevi tarafından 2005 yılında yayınlanmıştır.

Özet: Bu Şehirde Herkes Akrabam Olur Şakir Kırkağaç adında 18 yaşındaki bir gencin; arkadaşları Kemik, Tako, Arci ve Uzaylı Uzi ile yaşadığı absürd, naif ve çılgın maceralardan derlediği bir günlüktür.

27 Temmuz 2007 Cuma

SOPRANOLAR

Kuzeyde Bir Yer’e bayılmıştım. Simpsonlar ve Seinfeld’ı da çok fazla sevdim. Eh Evli ve Çocuklu da hiç fena sayılmazdı doğrusu. Ama ben Sopranolar kadar güzel bir Amerikan dizisi hiç izlemedim. Böylesine yetkin bir senaryo nasıl yazılır anlamak zor. Kesinlikle kaçırılmamalı...

Annelerin Mantosu

“Etrafımızda henüz yeşermeye başlayan çalılar ama hala kış görüntüsündeler; ağaçlar da çıplak ve siyah gövdelerin uzantısında ileride mavi dağlar hayal meyal görünüyor. Ama çuhaçiçekleri açmış bile, hendeklerin kenarları onlarla dolu.

Şimdi bile bundan bahsetmek bana sonsuz bir neşe veriyor. Kuvvetlice annemin kolunu sıkıyorum (zaten kol kola yürüyoruz) ve üzerindeki solgun kürke yanağımı gömüyorum: O kürkün içinde baharın kokusunu duyuyorum, soğuğun ve ılıklığın, güzel kokulu çamurun ve henüz kokusuz çiçeklerin, evin ve kırın karışımı. Annemin o zavallı kürkünün kokusu, benim hayatımın kokusudur.”

Pier Paolo Pasolini

Ne keskin ne duygulu bir anlatım!

25 Temmuz 2007 Çarşamba

AVARE ADAM

Paranoyak gözler uçuşurken havada, başıma yorganı çekerim. Karanlıkta, üstüme atılıp gıdıklar beni binlerce yıldız. Gülmem hiç. Kahkahalar zaten durmadan koşturur aklımın loşluğunda. Beni arayanlar bilmez deli olduğumu. Baksam geçmişlerini göreceğimi. Görsem onları doğmadan yok edeceğimi. Ama bir şey yapmam. Yıldızları alıp birbirine çarparım var gücümle. Işıklarla dolup her yer, günü gelince pırıl pırıl bir dünya oluşacaktır nasılsa, yorganın altında da olsa...

KELİMENİN SESSİZLİĞİ

Çağlar önce Tanrılar kişisel ihtirasların emriyle maddeleri, kaderi, yaşamın özünü oluşturan elementleri dönüştüren kelimeleri sessiz bıraktı. Boşu boşuna inliyor, homurdanıyor, başlarını ellerinin arasına alıp gözlerini patlatıyor insanlar. O kelimeler artık sessiz.

Seçimler ve Şu Yaman Çelişkiler

Bir ülkede ABD’ye duyulan sempati yüzde dörde düşmüş, Avrupa Birliği’ne katılmalı mı sorusu yüzde seksenin kafasında soru işaretine dönüşmüşken Türkiye üzerinde ılımlı islam oyunları oynayan ABD, İsrail ve bu ülkelerin Ortadoğu uç karakolu paralı askerleri kürtlerin desteklediği AKP’nin yüzde kırk altı oy alması çelişki değil de nedir!!!

Hükümetin ağzına bakan zengin kesimi bir yana koyalım, şu ortamda işsizlikten, açlıktan imanı gevremiş fakirleri bile tavlayamayan sözde sol partilerin yeniden yapılanması, daha doğrusu tasfiye olması acil gerekliliktir. Aydınların tek vücut olup sosyalist anlayışı tekrar şaha kaldırmak, ayakları yere basan projelerle halkı, emekçiyi kucaklamaktan, onları içi boş dinci söylemlerden sıyırıp geçeklerle yüzleştirmekten başka bir şansı yoktur. Bu iş kasaba kasaba, köy köy gezmeyi, yüz yüze konuşmayı, dert dinlemeyi gerektirecektir, Ankara’da lüks parti merkezlerinde keyif sürüp son anda iki üç mitingle işi götüreceğini sananlar feci bir yanılgı yaşamışlardır.

Solun işçiye köylüye varoşlara ulaşamaması bu alanları liberal politikaların temsilcilerine bırakmaları evrensel bir absürditeden başka bir şey değildir.

İşbirlikçi sermaye, tekelci medya ve emperyalist ülkelerin oluşturduğu etki gücü ezici olsa da bunları parçalayıp atmanın türlü yolu olduğu aşikardır. Ama bu sendikalarla ve ucube bu partilerle değil.

24 Temmuz 2007 Salı

Yeni Müzik

Son dönemin dişe dokunur grupları bence şunlar: Strokes, Kings Of Leon, Franz Ferdinand, Firewater, Arctic Monkeys, Dan Sartain, Archie Bronson Outfit, Islands, TV On The Radio, Cold War Kids, Bloc Party, Antony and The Johnsons. Dog Fashion Disco, Madrugada, Unida, Sixteen Horse Power.

Queensryche'in yeni çıkan albümü Operation Mindcrime 2'nin ve Tom Waits'in Orphans'ının da harika olduğunu söylemem lazım.

Cinayet Sosu

Edebiyatta yeni bir model türedi. Aşk kitabı çocukları, kentin bunalımlı yalnızlık yazarları artık yeni bir numarayla taçlandırdılar kitaplarını. Bir başka çok satanlar formülü bu. Dam üstünde saksağan gibi dursa da alakasız hikayelere mutlaka polisiye örgü katıp bir yere varmayan sayıklamalarını hikayesel sürükleyiciliğe bulamak niyetleri. Hafif bir merak uyandır da ondan sonra cafcaflı cümlelerle içi boş kentli bunalımlarını istediğin gibi kus. Bir de yediriyorlar ya, helal olsun.

BEDAVA

Sevgili ustam Can Barslan yıllar önce bir yazısında televizyon için “bedava diye bu kadar da olmaz ki be bilader” demişti.

Yakında üstüne para da verecekler. Az şey kazanmıyorlar bu işten. Milletin ruhunu ele geçirip onları gün boyunca kodlamak, yalancıların dürüst, paçavraların kaliteli, hainlerin iş bilen, sahtekarların yeni dünya düzeni guruları olduğuna inandırmak az şey mi?

İnsan denen varlık artık o kadar ucuz ki şu kadarcık bedava hizmet de koymuyor haliyle sistemin kodamanlarına.

KİTAP ÖVGÜ – Varolmayan Şövalye – Italo Calvino

Italo Calvino 1923’te Küba’nın Santiago de las Vegas kentinde doğmuş, genç yaşında İtalya’ya göçmüş, Einaudi Yayınevi’ndeki çalışmaları ve dergilerdeki yazılarıyla ününü pekiştirmiş, İtalya Komünist Parti üyeliği yapmış önemli bir edebiyat adamı. Övgü toplamış kitapları İkiye Bölünen Vikont, Ağaca Tüneyen Baron, Varolmayan Şövalye, Kozmokomik Öyküler...

Türü eleştirmenlerce fantastik kurmaca olarak belirlenenVarolmayan Şövalye absürd yapısını kendi içinde tutarlı bir evrene yerleştirerek toplumsal eleştiriye soyunuyor. Ama ne soyunma! Tarihi kişilikleri, kutsal savaşları, tabuları, halka inandırılan idealleri dört önemli karakteri aracılığıyla yerden yere vuruyor kitap boyunca. Karşımıza konulan tarzın gereksindiği en önemli şey çok zeki, mizah duygusu oldukça gelişmiş, usta bir kalem. Her yazarın harcı değil böylesine bir hiçlikten, anlamsızlıktan şaşırtıcı bir bütünlüğe ulaşmak. Ancak en çok dikkatimi çeken her cümlesi şaşırtıcı ve birleştiklerinde gerçekten komik eleştirel anlamlar üreten diyaloglar oldu. Italo Calvino okurlarını kitabın içine çekip sahneyi şaşkınca açılmış bir ağızla yaşatmakta çok yetkin. Bazı sahneler gerçekten antolojilere geçecek kalıcılıkta. Bedensiz, sadece bembeyaz lekesiz bir zırhtan ibaret Agilulfo’nun onu ayakta tutan meşhur titizliği-intizamcılığıyla kamptaki her aksaklığı denetlemesi, savaş sahnelerindeki müthiş absürd ayrıntılar, şövalyemizin histerik kontes Priscilla ile geçirdiği ve o sadece bir aşkın ansiklopedik detaylarıyla uğraşsa da karşısındaki azgın kadın üzerinde sağladığı etki ve seyisi deli Gurdullu’nun bir bataklıkta bulunmasından itibaren kişiliğinin hikayeye çılgınca yedirilmesi gerçekten muhteşem...

Tek takıldığım şey hikaye anlatıcısı olarak belirlenen rahibenin her bölümde iki sayfayı bulan gereksiz lakırdıları.

İçinde seri katil olmayan, uluslararası terör entrikaları barındırmayan, süper kahramanlara sahip olmayan bir anlatı günümüzde nasıl algılanır onu bilemiyorum, esasen beni fazla da ırgalamıyor. Halk böyle istiyor muhabbeti daha önce de söylediğim gibi, reklamcıların ve dizi sektörünün işi sonuçta. Sonuçta Italo Calvino sadece zekice şeyler yazmıyor, okuyanın da zeka katsayısını arttırıyor.

İşte böyle.

23 Temmuz 2007 Pazartesi

Tam Zamanı

Türkiye’de sol çöktü, sağ çöktü, ahlak çöktü, mantık çöktü, eğitim çöktü, tarihsel ruh çöktü, üretim çöktü, dinsel namus çöktü. Haydi arkadaşlar. Devrimin inşası için daha iyi zaman mı olur!!!

Halk Bunu İstiyor

Genelde reklamcılar ve televizyoncular tarafından kullanılır ve en nefrettiğim laflardan biridir. Ben de halktan biriysem gidip intihar etmenizi, geride de tüm mal varlığınızı yoksullara bıraktığınızı söyleyen bir not bırakmanızı istiyorum. İsterseniz bu konuda yüzbin imza da toplarım, sorun değil. Yeter ki her isteğimizi gerçekleştirmeyi görev bilen sizler bunu da gözü kapalı yerine getirin. Unutmayın, toplu intiharı çekerseniz, program şimdiye kadar ulaşılmış en büyük ratinge de sahip olacaktır...

Sinema Sanatı Çöküyor

Çok Ciddi Bir Yaklaşım: Sinema sanatı göçüp giderken bundan ısrarla zevk almaya çalışan ahmaklar papkorn yemekten obez olur inşallah!

Ve gayriciddi lakırdılar: Her yan kalıp, birbirinin kopyası klişe işlerle doldu. Amerikan sineması her filme mutlaka bir seri cinayet ya da sonu gelmeyen ve türlü karmaşayla boktan olay örgüsünün gizemli ve çok anlamlı gösterilmeye çalışıldığı bir entrika koyuyor. Dökülen, birbirinin tıpkısı senaryolar ses ve görüntü efekti bombardımanıyla sunuluyor ki ortada bir numara yokken insanlar yerinden hoplayıp gerilsin de bir şeyler dönüyormuş sansınlar.
Avrupa sineması dersen kişisel hezeyanlar ve varoluş bunalımlarıyla uğraşıp insanın yabancılaşması olgusunun suyunu çıkırmakla meşgul. Yeni Dalga, Free Cinema gibi ayrıksı akımların mirasını yiyip tükettiler çoktan. Kore’den birkaç önemli adam çıktı demiştik ki bir de baktık anında şovşak olmuş, uluslararası sinema çarklarına sızıp milyon dolarcıklar kazanmak için türlü ödünü vermişler. (Park Chan Wook)

Şu anda birkaç özel insanın dışında Türkiye’yi ele almaya bile gerek yok.

İnsanları beyinsizleştirerek kolay tüketime yönlendirmek için elinden geleni yapan kapitalizmin üretim yapısı açısından paraya dayalı bir sanatın bağımsızlığına köstek olacağı daha başından belliydi.

Bu vakitten sonra yapılması gereken şey tekellerin tuzağına düşmeyip yerel konularda saf anlatımlarla halka dönmek ve sanatı bir silah gibi kullanıp çevremize örülen duvarlara saldırmaktır. Görsel sanatların yetenekli, onurlu gerçek sanatçıların elinde müthiş bir güce dönüşebileceğini unutmayarak dört bir yana dağılmış sahtekarları eleştirip doğduğuna pişman etmek ve nitelikli insanların bu, elit çevrelerce köşe başları tutulmuş alana sızmasına olanak tanımak için her türlü özveride bulunmaktan başka bir çare olmadığını bilmeliyiz.

Yaşasın kaybedilmiş sinema ruhu yaşasın gerçek sinemacılar!

DEMOKRASİ

Demokrasi medya, işbirlikçi çevreler ve devlet eliyle yalak ya da faşist ama mutlaka çıkarcı cahiller üretip onların oy hakkını emperyalist ülkelere pazarlama, kültürlü kesimden de bu soytarılığa saygı duymalarını bekleme üzerine kurulmuş bir yapay sistemdir. Bu sistemde dürüst, zeki ve onurlu azınlık kitlenin ezilmesi kaçınılmazdır.

TARİH

Tarih yanılgıların ve çöken umutların estetik ameliyatlı halleriyle hatırlanmasıdır.